Etik ve Ahlak Ayrımı Mümkün mü?
Mümkündür. Hatta elzemdir…
2013 yılında Taksim Gezi Parkı eylemleri sırasında Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın gösteriye katılan yaralılara tıbbi müdahale edildiği gerekçesiyle doktorları yargılama teşebbüsünden beridir kendi ülkem özelinde de ilgi alanımda bir konudur. Bu süreç ile başlayan dönemlerde genel anlamda şu sonuca vardım: Esasen felsefe ile uğraşmanın etik tavra yöneltmesi gerektiğini de düşünmekteyim. Amerikalı filozof Henry David der ki; “akıl bir sarkaç gibi mantıklı ile mantıksız arasında gidip gelir; doğru ile yanlış arasında değil.” Etiğe yani akla kapıyı kapat “ahlaka teslim ol kurtul” bu paradoxtan da diyebilirsiniz. Ama bir göl evinde insan komşumuz olmadan yaşıyor olsak bile neticede bir diğer canlılarla birlikte yaşıyoruz ve bunu dert edinmem kaçınılmaz.
İşe sorumluluk reddi beyanı ile başlayayım; Bu makaleyi okuduktan sonra ne kadar değişeceğiniz, anlayacağınız size bağlı, bana değil. Ben baştan söyleyeyim başlıktaki ayrımı mümkün görmekteyim. Birbirinin yerine kullanılabilen bu kelimeler için bir ayrım düşünmese idim bu yazıyı yazmazdım. Eğer böyle düşünüyorsanız yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
Bireyin ahlakı ve etiği, bin yıldan fazla bir süredir felsefi olarak incelenmiştir . Önceleri etikler vardı bu etikler daha çok kabile dinine dayalı dinsel içselleştirme idi. Sonra, felsefe ile birlikte monist mutluluk etiği. Aydınlanma ile gerekler (akıl) etiği; bütün insanlar için geçerli evrensel kurallar arayışının, bireyin davranışlarında belirecek çerçeveler çizebilir fikridir. Ve sonra değerler (öznel) etiği devreye girdi; kişi özgürleştikçe kendi etik standartlarını geliştirecektir. Gelecekte muhtemelen canlı ekosistemi için külli bir yaşam etiği daha da gelişecektir. Çünkü doğadaki her canlının yaşamak için diğer canlılara ihtiyacı kaçınılmazdır. Diğer canlılarla birlikte yaşamaktan dolayı geliştirilecek ilkeleri kabul etmek, zenginlik ve çeşitliliğin içsel değerlerine saygı duyma taahhüdünü gerektirecektir. Bu da, Dünya’yı yalnızca tüketim ve üretimi tatmin etmek için kullanılacak hammaddeler olarak yorumlayan, yalnızca hayati ihtiyaçları değil, tatmini giderek daha fazla tüketim gerektiren şişirilmiş arzuları da karşılayan endüstriyel kültürü eleştirmeye yol açacaktır. Örneğin hayvanların da çevresiyle semiyotik ilişki kurabildiği düşünüldüğünde insan olarak bizlerin daha rasyonel temelli semiyotik ilişki kurması bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.
Etiğin bir grupta (mutlaka bireye odaklanması gerekmeyen) belirlenen ve uygulanan ilkeler olduğu fikri nispeten yenidir ve esas olarak 1600'lere dayanmaktadır ki meslekler etiğinin temeli buradadır. Etik ve ahlak arasındaki ayrım ise, felsefi etikçiler için özellikle önemlidir. Burada çizilen ayrımlar geriye dönük olmak zorunluluğu taşımaktadır. “Olan” nedir? “Olması gereken” ne olmalıdır? Soruları bu anlamda yerindedir.
Bu kelimelerin deyimsel olarak nasıl kullanıldığına bakarsanız: Ahlak, sorgulanmadan kabul edilen kodlanmış toplumsal inançlarla ilgili olma eğilimi taşımaktadır. Örneğin, 1960'larda ‘ahlaki çoğunluk’ teriminin kullanımı buna iyi bir örnek olabilir. Öte yandan Antik Yunan’a, Aristoteles’in Etik’ine geri dönersek etik, felsefi ve dolayısıyla bireyin düşündüğü mantıklı değerler dizisi olarak karşımıza çıkar. Bu meselenin tarihsel ve mekânsal ayrımlarını ve aradaki geçişleri kabul ediyorum. Bu ön kabule rağmen konuya devam edeceğim. Çünkü bu ayrım ayırmada başarısız olsa da konuyla ilgili kavramların anlaşılmasını pekiştirecektir. Sonuç itibariyle bu yazının kaybedeni yoktur. :)
Genel olarak, etik ve ahlak terimleri birbirinin yerine kullanılır, ancak birkaç farklı topluluk (örneğin, akademik, yasal veya dini) zaman zaman bir ayrım yapacaktır. Aslında, Britannica’nın etik hakkındaki makalesi , terimleri ahlak felsefesi ile aynı kabul eder. Çoğu etikçinin (yani, etik üzerine çalışan filozofların) terimleri birbirinin yerine geçebileceğini düşünür iken felsefe ile ucundan temas etmiş bir insan olarak ben tam olarak öyle düşünmüyorum. Bir toplumun üyesi olarak etik kelimesi ile ahlak kelimesini ayıramamasını bir sorun olarak görmekteyim. Ahlak zaten var ve nötr bi kavram ama etik ancak rasyonel çabanın ürünüdür diyorum kısaca.
Türkçede bir sorun da çeviriden kaynaklanmaktadır. Bizim toplumda felsefinin bir alt dalı olan “Etik”, “Ahlak felsefesi” diye çevrildiği için bulanıklık zihinlere yerleşmektedir. Ahlak kelimesi varsa insanın eylemlerini “iyi” ya da “kötü”, “erdemli” ya da “ahlak-dışı” biçiminde değerlendirmek durumunda kalırsınız. Bu durumda ahlakla ilgili pozitif ölçütlerden ve değer yargısı taşıyan kavramlardan söz etmiş oluruz. Ahlak felsefesi üzerine bir konuşma veya tartışma dinlediğinizde, konuyu bireysellik ile toplumsallık ayrımından habersiz konuşan kişi debeleniyor hissine kapılırsınız ve siz de debelenmeye dahil olursunuz kaçınılmaz olarak. Ahlak ne dini inançla ne de bireysel bir akıl yürütmeyle açıklanamaz. Ahlak insan yavrusunun ebeveyn figürlerini içselleştirmesi ve bunun üzerinden toplumsal alana eklenen bir hikayesi vardır. Anne ve baba içselleştirilen toplum temsilleri olarak karşımızdadır. Etik değil ama ahlak üzerine konuşurken insan yavrusunun psikolojik gelişiminden haberdar olmak, konunun sosyolojik yanını da anlamaya kapı açar ki esasen ahlak sosyolojik bir gerçekliktir. Ahlak konusu kişi düzeyinde kavramaya çalışılınca işe yaramıyor. Ahlak, bireyin bir kurucu olarak sürüye katılmasının bir ürünüdür. Kısaca her insan topluluk için çeşitli duygusal eğilim, düşünce, inanç, alışkanlık, töre, gelenek vb. bağlı eylemler alanı olarak karşımıza çıkan “ahlak fenomeni”ni oluşturur.
Günlük yaşamımızda sıklıkla dilencileri görür ve düşünürüz… “Dilenciye yardım etmek için bir yükümlülüğüm var mı?” Bu soruya her iki kavramdan hareketle cevaplar üretilebilir. Günlük rutinlerimiz hakkında; örneğin “tabakta yemek bırakmayı kibarlık sanmak” üzerine hem ahlak -ki dinler buraya çoktan dalmıştır bile- hem de etik’in söyleyecek şeyleri olabilir. Ama bu durum onları aynı şey yapmaz. Ve burada işleteceğimiz süreç bizim kazanımlarımızı farklılaştırabilir. Dinlerden, toplumsal ahlak kurallarından bir çok şey duyarız ama aklımızı azıcık işlettiğimizde -eğer eriğin yaşaması değerli bir şey ise- etik bizi şu noktaya götürebilir: “Madem o eriği daldan kopardın çöpe atma ye yada başka birine ver ki oda daldan bir erik olmasın…” Hadi devam edelim ve bu mümkün ayrımlara dalalım.
Hem ahlak hem de etik, “iyi ve kötü” ya da “doğru ve yanlış” arasındaki farkı ayırt etmekle doğrudan ilgili değil dolaylıdır. Daha çok Batı toplumu (bireyselleşmenin yoğun yaşandığı toplumlar) bireyleri ahlakı kişisel ve normatif bir şey olarak düşünürken etik, belirli bir yapılandırılmış topluluk veya sosyal ortam tarafından ayırt edilen “iyi ve kötü” standartlarıdır. Etik ve ahlak , “doğru” ve “yanlış” davranışla ilgilidir. Bazen birbirlerinin yerine kullanılsalar da farklıdırlar: Etik , örneğin işyerlerindeki davranış kuralları veya dinlerdeki ilkeler gibi harici bir kaynak tarafından sağlanan kurallara atıfta bulunur. Ahlak, bireyin doğru ve yanlışla ilgili kendi ilkelerini ifade eder.
Örneğin, yerel topluluğunuz (cemaatiniz) zinanın ahlaka aykırı olduğunu düşünebilir ve buna kişisel olarak katılabilirsiniz. Bununla birlikte, yerel topluluğunuzun zina hakkında güçlü duyguları yoksa, ancak zinayı kişisel düzeyde ahlaka aykırı buluyorsanız, bu ayrım yararlı olabilir. Terimlerin bu tanımlarına göre, ahlakınız topluluğunuzun etiğiyle çelişir . Ancak popüler söylemde, genellikle ahlaki ve ahlaki terimleri kullanacağız. İster kişisel ister topluluk temelli bir durumda tartışılsın, zina gibi konular hakkında konuşurken ahlaka aykırı tanımlaması kullanılır. Gördüğünüz gibi, ayrım biraz zor olabilir.
Ancak Doğu toplumlarında süreç çok da bu şekilde işlemeyebilir: Batılı bireyler için başkalarının öneminin ve dünyadaki gerçek durumlarının kabul edildiği ahlaki kararlarda, topluluk kararları, kararın etkilediği herkes arasındaki diyaloga dayanır. Bu diyalog, kapsayıcı, zorlayıcı olmayan, kendi kendini yansıtıcı olmayı ve anlaşılması güç bir mutlak ahlaki gerçeği aramak yerine gerçek insanlar arasında fikir birliği sağlamayı amaçlasa da Doğulu bireylerde bu diyalog alanı zorlayıcılığa dayanabilir. Eleştirel düşüncenin eksik yaşandığı yerlerde, çoğu insan etiği sosyal sözleşmelere, dini inançlara ve yasalara uygun davranmakla karıştırır ve ahlaktan ayrı bağımsız bir kavram olarak ele almakta güçlük çeker.
Etik ve ahlak yerleşik değildir, öğretilebilir davranışlara işaret eder. Ebeveynlerimizden, öğretmenlerimizden, romanlardan, filmlerden ve televizyondan ahlaki ve doğru ya da yanlış yönlerini öğreniriz. Onları izleyerek, neyin doğru neyin yanlış olduğuna, ama esas olarak neyin kabul edilebilir neyin olmadığına dair bir dizi fikir geliştiririz. Türkiye’de meşhur bir ahlak felsefesi kitabını yazan felsefeci D. Özlem’e göre, “homo moralis” aynı zamanda tarihsel bir varlık olarak, kendisinin kurmuş olduğu bir kültür bağlamında yaşar ve eylemde bulunur. Ancak burada şu söylenebilir: Ahlakın öğrenimi olağan seyirde işlerken, etik kazanımlar için kamusal (topluluk) tartışma ve entelektüel (rasyonel) bir dizi faaliyet gerekecektir. Bu durumda ahlaksız kişi yoktur; ahlaki ölçütleri kötüdür olsa olsa. Çünkü yaşamının olağan seyrinde ahlakı doğuştan getirdiği huylarla ortaya çıkartır veya bilincini etkin kullanmadan öğrenir. Dolayısıyla ahlakta bir olağanlık söz konusudur.
Elbette ikili ayrımları mutlakiyetçi yaklaşımları tehlikeli bulduğumdan reddederim ama bu ayrımlar konunun anlaşılmasını kolaylaştırabilir, paradoxların tersidir. Ahlak konusunda Doğu ve Batı etiği arasındaki temel fark, Batı Etiğinin gerçeği bulmakla ilgili olduğu, Doğu Etiğinin ise protokol ve saygı göstermekle ilgili olduğu gerçeğidir. Doğu etiği, daha çok ailenizin, toplumunuz ve kültürünüz tarafından sizden beklenenler açısından doğru olanı yapmakla ilgilidir. Öte yandan Batı Etiği, benliğe ve rasyonel veya mantıksal olarak doğru olana daha fazla vurgu yapar. Ayrıca, Batı Etiği hukuk ve adalete daha fazla vurgu yaparken, Doğu Etiği, kişinin doğru ve bekleneni yapması gerektiğini ve evrenin gerisini halledeceğini belirtir. Etik-Ahlak ama Yunan felsefesini temel alan Batı toplumları için dış otoriteye karşı “koruyucu” olarak düşünülmektedir. Doğu için ise insanı dış otoriteye “bağlayan” bir görev olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir örnek; nikahlı karısı tarafından camide fuhuş yaparken yakalanan bir imam var… Karabük’te bir imamın camide kadınla basılması olayı. Kısa bir özet geçelim evli bir imamın kadınla ilişkisi var. Ankara’dan bu imam için kalkıp Karabük’e geliyor. İmamın kayınbabası ise olaylardan sonra, il müftülüğüne gidip durum hakkında bilgi isteyince, il müftüsü de diyor ki; “eğer o kadın ile dini nikâhlılarsa görevine iade edeceğiz”. Şimdi asıl meselemize gelince: Kayınbaba müslüman, il müftüsü müslüman, imam zaten müslüman, eh karısı da müslüman… Herkesin inandığı din aynı. Ama imam maaşını İslam’a göre almıyor, imamın karısı hakkını bir müslüman olarak alamıyor; seküler kanunlara ve devletin idaresine göre alıyor. Halk İslam'ın değil yine bir devlet memuru müftünün kararını bekliyor. Müftü ise kararını İslam'a göre veriyor iyi mi?
Yani olay çelişkiler yumağı. Parçalanmış bir bilinç ve felsefe yaratıyor bu durum. Tartışılması gereken biraz da burası… Örneğin “LGBT haklarını” savunmayı “lgbtyi savunmak” olarak konumlandıracak bir sürü insanı Doğuda görmek olasıdır. Etik ve ahlakı aynı şey zanneden Doğu ve cemaatçi toplumlarda aşılması zor bir eşiktir burası. “Eşekler de yaşasın” demek “oğlum eşek olsun” demek midir? Elbette hayır… Bu karşılaştırmalar bize göstermektedir ki Batıda olduğundan daha fazla Doğuda etik/ahlak ayrımına ihtiyaç vardır.
Türk toplumunda herkesin her kesimin(grup-ideoloji-cemaat) bir “official”-resmi görünen yüzü var, dışarıda herkes bu yüzle konuşuyor ama gerçekte düşündüğümüz ve konuştuğumuz çok farklı şeyler… Bir toplumda cemaatler arttıkça ayrıştıkça etik ve ahlaklarda ayrışmaktadır. Derin bir yarılma hali… Aslında bu yarılma hali derinlerde biliniyor… içten içe. Ama ne var ki hukuksal ve ahlaki tanım ve kritiğe tabi kılma şansımız böylesi bir durumda imkansız…
Birkaç sene evvel sosyal medyada islamcı, akp yanlısı tuzu kuru bir şövmen şu üç kadın ( (bkz: jacinda ardern), (bkz: nurit peled elhanan), (bkz: rachel corrie)) ismini zikrederek ; “bu büyük kadınlar, hepimize haysiyet dersi verdiler. nurit peled-elhanan rachel corrie, jacinda ardern” tarzı laflar etmişti…
Yorumum şu:
1-Biri işçi partili sosyalist ve feminist bir kadın.
2-Diğeri amerikalı insan hakları savunucusu ve barış aktivisti
3-Bir diğeri ise barış savaşçıları (combatants for peace) hareketleri bünyesinde filistin’de barışın sağlanmasına yönelik çalışmalar yapıyor.
Şimdi toplayalım bu üçündeki anahtar kelimeleri şunlar: +İnsan hakları savunucusu, +Sosyalist-feminist başbakan, +Barış savaşçısı. Sonrada düşünelim bizim memlekette (Türkiye) bu kelimeler ne anlama geliyor…? Bu kadınların sadece kadın olmalarına mı, eylem ve davranışları ile gösterdikleri onura mı yoksa taşıdıkları yukarıdaki sıfatlara mı değer verilmiyor bizim memlekette? Burası karışık ve netameli. Buradaki tartışma olguların (davranışların) ilke doğurup doğurmayacağıdır. Bizim burada ilkeden olguya mı gideceğiz yoksa olgudan ilkeye mi gideceğiz tartışmasını halletmemiz gerekecek hukuksal olarak.
Kelime Çağrışımları: Ki kökensel yönelişler bizi savrulmaktan korur diye dişinmüşümdir hep. Her iki terimin çağrışımlarını değerlendirebilmemiz için iki terimin farklı alanlarda söylemde nasıl kullanıldığını düşünmek önemlidir. Örneğin, ahlaki teoloji kilisede öne çıktığı için , ahlakın birçok Batılı için Hıristiyan bir çağrışımı vardır. Elbette bu durum İslam dünyası ile fena halde benzeşmektedir. Ahlak ve ona yakın değerler, varlıklar âleminde sadece insan için geçerliymiş algısı, insanın bu evrende ‘en mükemmel biçimde yaratılan’ (Tîn, 4), ‘güzel mizaç ve kabiliyetler verilen’ (İsrâ, 70), ‘kendisine secde edilen’ (Bakara, 34; Hicr, 29; Sa’d, 72), ‘Allah’ın halifesi seçilen’ (Bakara, 30; En’am, 165) varlık olmasından kaynaklanan yüklemelerin ürünüdür. Bu anlamda insan için etik değil ama ahlak, “insan mübarek ve kutsal bir varlıktır” düşüncesine dayanır. Söz konusu insan algısı ise tartışma zamansal olarak çok çetindir. Ahlaki anlaşmazlıklar, özellikle çözüme karşı inatçı görünmektedir. Ötenazi, ölüm cezası ve kürtaj gibi konuların etiğini düşünün. Her biri uzun zamandır etik bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Bu konular hem etik alanında hem ahlak alanında ortak tartışma konusu olsa da tıp etiği açısından daha içinden çıkılabilir olduğu kesindir.
Benzer şekilde, etik , iş , tıp veya hukuk ile birlikte kullanılan terimdir. Bu durumlarda, etik, bu alanlarda çalışan insanlar için kişisel bir davranış kuralları işlevi görür ve etik genellikle çok rasyonel düzlemde tartışılır ve çekişmelidir. Umarım bu çağrışımlar ve örnekler, ahlak ve etik arasındaki ayrımlara rehberlik etmeye yardımcı olur.
İlkelerin kaynağı olarak etik: Bir bireyin ait olduğu kurumlar, gruplar veya kültür tarafından sağlanan dış standartlardır. Örneğin, avukatlar, polisler ve doktorlar, kendi duygu ve tercihlerine bakılmaksızın, mesleklerinin belirlediği etik kurallara uymak zorundadırlar . Etik ayrıca bir sosyal sistem veya kabul edilebilir davranış çerçevesi olarak da düşünülebilir. Ahlak da kültür veya toplumdan etkilenir, ancak bunlar bireylerin kendileri tarafından yaratılan ve desteklenen kişisel ilkelerdir. Kültürler arasında yaşan farklılıklar ve gerilimlerde tartışma nedir? Ahlak açısından seninkine mi benimkine mi inanacağız tartışmasıdır. İnsanlar mutfak masasında tuzun nerede duracağı, küresel ısınma olup olmadığına kadar her konuda anlaşamazlar. Bu anlaşmazlıklardan bazıları kolayca çözülür gibidir; iklim değişikliği, cinsiyet eşitliği gibi konular yüz yıl veya daha fazla zaman alır. Ahlaki anlaşmazlıklar bir istisna değildir ve sorgulanamaz sosyolojik bir gerçektir.
Oysa etik rasyonel çıkarımlara dayanan ilkeler olduğu için ahlaka göre toplumsal düzlemde daha az tartışılacaktır. Ahlakta kural koyma yetkisine sahip olmak, kuralların daha nesnel veya rasyonel olmasını garanti etmez. Tüm ahlaki görüşler topluluğa bağlılık inancına dayanan öznellik taşır. Örneğin sihre inanan bir tarikatın üyesiniz ve gizli bir ayinden video yayınlamak, grup içi güvenilirliğinizi yok edebilir. Ama etik daha nesnel ve rasyoneldir. Bu anlamda etik bir tür daha iyi yaşam tekniği gibidir denilebilir.
Tutarlılık ve esneklik açısından etik, belirli bir bağlamda çok tutarlıdır, ancak bağlamlar arasında büyük farklılıklar gösterebilir. Örneğin , 21. yüzyılda tıp mesleğinin etiği genel olarak tutarlıdır ve hastaneden hastaneye değişmez. Felsefe insan bilincinin aradığı düzlem olduğu gibi etikde öyledir. Felsefenin başından beridir böyledir bu. Platon’dan başlayarak etik ideal bir düzlem aramaktadır. Felsefenin etik ile kesiştiği çokça nokta olmakla birlikte bazen etik çağdan etkilenmektedir. Levinas felsefi düşüncenin, “ben’in başka’sı hakkındaki aşkınlık deneyimi” olarak yorumladığı etik ile başlaması gerektiğini söylemiştir. Yani Levinas’a göre kişinin kendisi hakkındaki endişelerinden doğan eylemler etik değerlendirme kapsamına girmez.
Örneğin acıktığımda karnımı doyurmam sadece kendimi koruma içgüdümden kaynaklanır. Dolayısıyla etiğin konusu olmaz. Felsefe gibi etik de bu dünyaya ait bir eylemdir. Ama ahlak bireyden ziyade toplum ve tarihsellik taşıdığı için bir düzlem aramaz. Bunun için bir insanın karnını doyurmasına salt öznel/ideal değil süreçler hakimdir. Ancak 21. yüzyıl hukuk mesleğinin etiklerinde farklılaşma daha fazladır. Çünkü hukuk tababete göre ahlaka daha yakındır. Bir bireyin ahlaki kodu genellikle tüm bağlamlarda değişmez ve tutarlıdır, ancak belirli olayların bireyin kişisel inançlarını ve değerlerini kökten değiştirmesi de mümkündür. Tıp alanında çalışmalarda “tarafsızlık” idealini taşımak daha mümkün gözükmektedir.
Bazen etik ve ahlak arasındaki çatışmalar yaşanmaktadır: Ahlakla çelişen profesyonel bir etik örneği, bir savunma avukatının çalışmasıdır. Bir avukatın ahlakı ona cinayetin kınanması gerektiğini ve katillerin cezalandırılması gerektiğini söyleyebilir, ancak profesyonel bir avukat olarak etiği , müvekkilinin suçlu olduğunu bilse bile , müvekkilini elinden geldiğince savunmasını gerekecektir. Başka bir örnek tıp alanında bulunabilir. Dünyanın pek çok yerinde, bir doktor, sağlık profesyonelleri için etik standartlara göre, hastanın talebi üzerine bile hastasına ötenazi uygulamayabilir. Ancak aynı doktor , doktorun kendi ahlakına göre hastanın ölme hakkına kişisel olarak inanabilir.
Kökensel farklılıklara gelince şunlar söylenebilir: Bu iki kelime arasındaki karışıklığın çoğu, kökenlerine kadar izlenebilir. Örneğin, “etik” kelimesi, Geç Latince (ethica) ve Yunanca (ethos) kelimelerinden gelir ve geleneklere veya ahlaki felsefelere atıfta bulunur. Yüksek Yunan kültüründe davranışın ilkelerinin saptanmasın ilişkin entelektüel çabanın ürünüdür. Ahlak (latince; mores, moralis) ise Arapça “χulḳ” kökünden türeyerek toplumda uygun davranış ve görgü kurallarına atıfta bulunur. İslam coğrafyası yaratmaya dolayısıyla buradaki anlamıyla fiilin insan iradesinin ürünü olmasına gönderme yapar. Bu şu anlama gelir; eylemin var olması ahlaki değeri yaratır. Buradan da eylemin yaratılmış olması, dolayısıyla insanın iradesi/istenci tartışma konusudur. Bi yönüyle eylemden ilkeye (huya) bakılır. Etik eylem var olmamışken bile ilke/yasa olarak mevcutken; eylem yaratıldıktan sonra ahlakın konusu olmaktadır. Benzer anlamları her iki kelime ortaya koysa da birbirinin tıpkısının aynısı değildir.
Neden (nasıl) “ahlaklı” ve “etik” davranırız? Çünkü; ahlakta toplum bunun doğru olduğunu (görece) söylerken etik üzerinden gidersek bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna dair rasyonel inancımız vardır. Örneğin, Olimpik sporcuların uymaları gereken bir etik kuralları vardır; ve insanlara genellikle ‘ahlaki pusulalarını izlemeleri’ tavsiyesi verilir. Ahlak zaman ve mekandan bağımsız düşünüldüğünde nötr bir yerdedir. Onu tartışılabilir kılan toplum ve zamandır. Etik ise daha çok soyut kural ve ilke ile ilgilidir. “Tüm yaptıklarımızın zamanı ve mekanı aşan bir kuralı vardır, yada olmalıdır” varsayımından hareket eder. Ahlak insanın somut yaşamına ve o yaşamda ona yüklenen soyut değerler (toplumsal dayanak) ile ilgiliyken. Etik rasyonel soyutlamaya dayanır daha çok. Başka bir deyişle ahlak insanın bedenine bakarken etik insanın ikinci bir doğası olan aklına dayanır. Bu demektir ki, ahlaki ‘değer’ diye tabir edilen şeylerde, insanın belli başlı varlık ilişkileri; kişi, birey ve tür olarak insanın içinde bulunduğu ilişkiler açısından hareket ederek bakmayı gerektirecektir. Ancak etik “ilkeler” söz konusu olduğunda, kişi bilincinin rasyonellik açısından ustaca kullanımını (bireysel dayanak) gerektirmektedir.
Ahlak kavramı özgür irade ile yaratılan eylemleri işaretler. peşinen insan eylem ve bu eylemler ile ilgili toplumsal “kural”ları ifade eder. Bundan sebep ahlak nötr bi kavram olarak her toplumda varken etik ise davranışlarımızda uymamız gereken “ilke”leri ifade eder. Bu ilkeler akıl ve onun yansıması olarak değer ve yasaları ifade etmektedir. Toplumsal hayatı düzenlerken aklı kullanan, yazılı, tartışılmış hukuku (yasa) önceleyen toplumlarda etik baskın karakterlidir. Örneğin ahlaki açıdan eşcinselleri sevmeme özgürlüğünüz tabiki de var nefret de duyabilirsiniz. Ancak “etik” olarak yoktur: Şöyle ki onlarda sizi ahlaken sevmeyip nefret edebilirler. Ama onlarla beraber yaşayacaksanız etik olarak bu duygularla onların varlığını yok etme hakkı onlarda olmadığı gibi sizde de yoktur. Başka açıdan etik ve hukuk sahip olduğum şeyleri açlıktan ölmek üzere olan insanlarla paylaşmadığımda beni ayıplar mı? sorusunda yatar. Burada ekmeğimi yada hayati bir aletimi paylaşmamı emredemiyorsa, örneğin kürtajı da engellememelisiniz.
Eğer burası iyi anlaşılırsa bu eleştiri, örtük olarak da olsa, bir eylemin ahlaki yönden kusurlu olmasının, ona hukuk tarafından izin verilmemesi gerektiği anlamına gelmeyeceği sonucu çıkar. Buradan yola çıkılarak şu iddia edilebilir: Örneğin burada kürtajın ahlaken sorunlu olmadığını iddia etmiyoruz . Kürtaj bir ahlaksızlık olsa bile buna hukuken izin verilmesi gerektiğini konunun anlaşılması için öne sürebiliriz. Başka bir örnek olan LGBT için şunu abartarak söyleyebiliriz: Eşcinsellik, kürtaj; kanunla, (etik açıdan) korunması gereken bir “sapkınlık”tır. Yasa etik ile kurulurken ahlak toplumun ve bireyin olağan ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. Burada tartışma biraz da önceleme sorunudur kısaca.
Çoğunluk etik üretebilir mi? Toplumsal sağduyu bizi etiğe götürür mü? Son kertede üzerine etraflıca düşünmeye muhtaç bir konu olsa da ben hayır cevabını vereceğim şimdilik. Seçimler esnasında duyduğum zaman benim zihnimi kaşındıran bir cümledir; “en güzel cevabı seçmen verecek” … Duyduğum en saçma en mantıksız ve elbette en yavşak, ikiyüzlü cümledir. Elbette modern ve beraberinde ortaya çıkan imaj ve gösteri çağının kutsal öğesi olan seyirciye yalakalık kokan bir cümle. En güzel cevap etik ve emeğin olabilir. belli bir taraftarlık bağıyla bir araya gelmiş tribünün teri ve etiği yoktur.
Tribün ve taraftarlık mantığı zaten bizim yaklaşımımız olamaz. Tribünden ahlak çıkabilir… toplumdan ahlak çıkar... Ama topluca etik yaratamayız. Bu biraz da birey olarak entelektüel durumumuzla ilgilidir anlayacağınız üzere. Bu kavramların tarihi ve sosyolojik ayrı zeminleri vardır? Misalen: “Çocuk gelin” sorunu etik mi yoksa bir ahlak sorunudur? Bunu “çocuk anne” sorunu içinde aynı soruyu sorabiliriz. Mültecilere yaklaşımımızda etik-rasyonel ilkelere göre mi yoksa ahlak sistemimize göre mi davranacağız? Batı ile anlaşamayan bizler için sorun buradadır belki. Mesela peygambere hakaret içeren karikatür olayını biz ahlak ve kural üzerinden değerlerimize göre değerlendirirken; onlar daha soğukkanlı davranarak ilke-etik üzerinden değerlendirmektedir.
Peki ortası yok mu bu işin? Vardır elbette... Potansiyel olarak hem Batılı görünüm (en azından yasalarımız) hem de Doğulu olarak üçüncü yolu dünyaya gösterebiliriz. “Cinsiyet değiştiren çocuğunu görünce ağlayan baba” karşısında etik, ahlak ve empatinin birbirine karışmasıyla kimyamız bozulmasın. Ama tabiki ahlak ve etik kavramlarını aynı gibi düşünmeyerek bu mümkün… Belçika'da yaşayıp karınızı dövüp “Biz Türküz bizde böyle” diyebilir miyiz? Almanya'da bir doktorsunuz ve “bir hekim olarak eşcinselliğin, transseksüelliğin hastalık olduğunu belirtmek isterim” diyebilir misiniz? Yada fikrini ifade ettiği için doktoru görevden alan kamu idaresinin yaptıklarını yanlışlayacağız.
Ahlak’tan da biraz önce sözünü ettiğim, bir kültürel grupta geçerli, toplumdan hazır elde edilen, değer yargıları ile davranış normları sistemini anlamanın ve ‘etik’i ondan ayırmanın gerektiğini; ‘etik’ kelimesinden de insanlar arası ilişkilerde değer sorunlarına ilişkin bilgilerden oluşması söz konusu olan felsefenin bir dalını anlamanın uygun olduğunu düşünüyorum. Etik öğrenilen bir şeydir. Hep söylerim: Kelimelerin kendileri çok önemli değildir. önemli olan aynı şeye farklı adlar, farklı şeylere de aynı adı vermemek. Yoksa, kafalardaki karışıklıkla başa çıkmak mümkün görünmüyor.
Bakış açıları getirmeye çalıştığım sor-u-n için özetle şöyle diyebilirim: Ahlak(lar) değişik ve değişken norm sistemleridir; etik ise bu kelime bugün her ne kadar ‘meslek etikleri’ bağlamında ve bu gibi belgelerde kullanıldığı zaman “genel geçer” norm sistemlerine işaret ediyorsa da, felsefenin bir alt alanı olarak bir bilgiler bütünüdür. ‘Etik’ son yıllarda moda olduğu için, “modern” olmak/görünmek isteyenler, dünya görüşlerinden bağımsız olarak bu kelimeyi kullanıyorlar.
Bu yazıdaki maksat etik/ahlak amaçlarken birini diğerin yeğleme/yüceltme amacı taşımamaktadır. İhtiyaçlar yereldir. Örneğin Afrika ahlakı, sosyal ahlakı, ortak iyinin ahlakını ve ahlaki idealler olarak adlandırılan şeyleri (sevgi, erdem, merhamet gibi) kapsamına alacak kadar kapsamlı olan görev ahlakını doğurur. Tüm bunlar Batı etiğinde aşırılık olarak kabul edilir. Afrika ahlak geleneklerindeki, ortak insanlığımız nedeniyle tüm insanların kardeş olarak kabul edilmesi, gerçekten de yüceltilmesi gereken ve çağdaş dünyamızda küresel etiğin hayati veya sağlam bir özelliği haline getirilmesi gereken yüce bir ahlaki idealdir.
Özetle: Felsefe ortaya çıkışı itibariyle daha yaşanabilir daha uygun bir hayat amaçlamaktadır. Doğru yaşam daha zor. Ama uygunu hedefleyebiliriz. Doğru ve uygunluk eski bir gerilim idi. En azından Yunanlılar için böyleydi. Bir ‘şeyi’ “iyi yapmak”… künhüne varamayacağımız kusurlu bilgiye dayanmaktadır. “İyiliği yapmak” … ise bir ‘san’ıdır. Bu ikisi sıklıkla karıştırılmaktadır. Bu anlamda felsefenin hayat ile en ilintili alanı etiktir diyebiliriz. Etik ise etos ile ilişkili, çabayla elde edilen politik bir durumdur. Nesnel koşullar karşısında bir fail olarak öznel koşulları ön plana çıkartır. Bu anlamda etik; toplumsal ve kültürel olarak özneden önce şekillenmiş yada metafizikleşmiş evrensel yasalara ahlak kodlarına karşılık gelmez. Etik kişinin doğru, yargılama ve çözüm üretme failliği ile ilgilidir. Bu faillik ise kişinin özgürlüğüne (öznelliğin rasyonel temellerine) dayanmaktadır. Bu anlamda özgülük kişinin olduğu kadar etiğin de ontolojik kanıtıdır. Ahlak bu yüzden politik olarak ortadan kaldırılması gereken, yerine etik konulmasını gerekli kılar.
Etik ve ahlak, birbirleriyle ilişkili ancak farklı kavramlar olarak tanımlanabilir. Ahlak, insanların toplumsal ve kültürel yargıları, normları ve kurallarını ifade eder. Dolayısıyla ahlak yok ahlaklar vardır. Etikler de vardır (mesleklere ait etikler) ama bunun felsefe ile ilişkili bir tanımlamalar değildir. Ahlak, insanların doğal olarak doğru veya yanlış olarak kabul ettiği davranışları yansıtmaktadır. Etik, ise insanların belli bir konuda neyin doğru veya yanlış olduğunu düşündüklerini, ahlak kurallarının nasıl uygulanacağını ve nasıl yürütüleceğini ifade eder. Etik, ahlakın yazılı hale getirilmiş ve sistematik olarak incelenmiş hali olarak tanımlanabilir. Örneğin, profesyonel etik kodları, bir meslekte doğru davranışları belirlemek için kullanılır, veya bir hukuk kurumunda adaletin nasıl sağlanacağı için etik kuralların belirlenmesi gibi.
Etik değerler göreli değildir. Bu manada etiği yada ürettiği değerleri etik yargılardan bile ayırmalıyız. Çünkü etik yargılar öznel keyfilik içerir ve görelidir. Ayrıca genel olarak, ahlak kişisel, sübjektif bir alan olurken etik ise objektif bir alandır. Ahlak ile etik arasında paralellikler vardır ancak etik genellikle daha rasyonel ve mantıklı bir analiz yapabilecek bir bakış açısı sunar. Örneğin, ahlak yerine etik bir analiz yaparak bir karar verirken daha objektif, daha rasyonel ve daha çok bilgiye dayanmış sonuçlar elde edebilirsiniz.
Tarafımız -etik yada ahlak- hangisinden yana olmalı? Ben burada tartışmada bir taraf değilim… ne sırf felsefeye bilime bulaşmış bir Batılı modern yaşam süren, ne de bu tartışmaları bunlardan bağımsız yaşayan Müslümanım… Hiç biriyle işim olmaz…Sonuç itibariyle, bugün etikçiler bile, bu terimleri kötü niyet olmaksızın yanlışlıkla birbirinin yerine kullanırlar. Ancak ahlakı etikten ayırt etmek istiyorlarsa , ki ben böyle düşünüyorum, her iki terimin tanımlarını belirtmek ve çözümlemek etikçinin sorumluluğundadır. Nihayetinde konunun serinkanlılık ve entelektüel açıklıkla ele alınması ve ikisi arasındaki fark, kuma çizilen bir çizgi kadar bile olsa önemlidir.
Not1: Ekstra bir okuma için konuyla ilişkili diğer yazıma bakabilirsiniz.
Not2: Yapay Zeka araştırmalarında robotların etik için mi yoksa ahlak için mi programlanacak meselesi sonraya kalsın.
Kaynak:
Bodur, H. (2017). Etiğin Alet Çantasına Bakmak: Ahlâk, Etik ve İlintili Temel Kavramlar Üzerine Notlar. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (7), 155–190.
Özlem, Doğan. (2010). Etik-ahlak felsefesi. Notos Kitap Yayıncılık
Bilgiç, Emre. Judith Jarvis Thomson’un “Bir Kürtaj Savunusu” Üzerine Bir İnceleme, Kualia Felsefe Dergisi
https://users.metu.edu.tr/home304/phil/wwwhome/ahmet-inam/levinas.htm
https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=g-MPvywIhJc&t=3241
https://plato.stanford.edu/entries/moral-epistemology/#pagetopright