Arrivaile -3-

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
5 min readDec 28, 2016

Yazının bir önceki bölümü şuradadır. Ancak seviyorsan git baştan oku bence.

Efendim sizi başka açılımlara gark edeceğim demiştim. Önceki yazılarda ne dedik. Zaman öyle lineer akmıyor artık Louise için. Önceki sonraya, sonrası ondan da önceye, şimdi ise belki 3000 yıl sonrası için bir başlangıç olabiliyor. Bu kabulle ilerlerseniz filmden daha iyi sonuç alırsınız.

Bu arada ne dediğini anlamadık diyorsanız gidin ciddi ciddi Kurt Vonnegut’un Mezbaha 5 isimli kitabındaki Tralfamodor Gezegegenindeki durumu okuyun. Bana anlattırmayın canım her şeyi.

Bir de özgür iradenin olup olmadığı tartışması var ki, ona değindik sadece konuya gir(e)medik bile.

Sanskrit’ten bahsettik ve belki de Albayı Louis’in etkilenmesi ve işi kapmasının da bir lineer zaman döngüsünün dışında geleceği görme etkisi olduğuna dem vurduk. Sanskrit küçümsenecek şey değil ama ne yazık ölü bir dil sayılıyor. Tabii sembolik olarak çok güçlü. Latin harflerinden çok fazla etkili bence.

Bakın Allah’ın elleri denen inanışa göre semboller. Ben uydurmadım vallahi bu şekilleri. Bundan yaklaşık 2600 yıl önceki semboller bunlar.

Louise son dakika uydu telefonu ile Çin Genelkurmay Başkanını özel numarasından arayıp da sadece onun bildiği karısının son sözlerini hem de yıllar sonra Çinliden direkt sufle alıp söyleyebildiği bir gerçek. İşbu senaryoya göre uzaylıların bu özel dilini öğrenmesi ve öğretmesi sayesinde oluyor bunlar.

Uzaylıların öğretmek istedikleri dil görseldir. Açıkçası bana kahveyi dikkatsiz taşımışım da, sonra onu da canım beyaz kağıt üzerine koymuşum da kaldırınca çıkmış izler gibi geldi.

Batır batır boya.
Buruuuşşş liiii… Mumçika….
İşte bu abla uğraşmış. Kahveyi kapatayım da bir fal bakayım dememiş yani.

Bu dilin aslında Zen etkisinde 12 parça marça filan bazı göndermeler içerdiğini iddia eden siteler de var. İlginizi çekiyorsa okuyun bence. Ben çok derinlerine girmedim. (Fazla geldi)

12'ye bölünmüş parçalar filan.

Dilbilime bu kadar anlam yüklenmesini çok fazla “romantik” buldum ben. Etimolojiyle çok ilgiliyimdir aslında. (Örneğin Bergamot meyvesinin ot olmadığını, armuta benzer bir şey olduğunu herkes bilir ama kelimenin etimolojik kökeninin “Beğ Armudu” sözcüğünün bozularak önce İtalyanca’ya (Bergamotta) ardından da Fransızca’ya (Bergamote)olduğunu yani TÜRKÇEDEN GELDİĞİNİ çoğu kimse bilmez. Bak inanmıyor!)

Alıntı: Filmde geçiyor; Sapir-Whorf hipotezi… 1956 yılında Edward Sapir ve Benjamin Whorf tarafından ortaya konan bu yaklaşım “dilsel görecelik” ilkesini savunuyor. Yani insan düşüncelerinin dil ile ilişkili olduğunu bu sebeple farklı dilleri kullanan toplumların farklı düşünce yapılarına sahip olduklarını öne sürüyor. Dünyaya kelimelerin penceresinden baktığımızı ve her dilin farklı bir mantığı olduğunu ve her dili farklı bir algılama biçimi olarak ele alan bu hipotez, filmde kendine dünya dışı yaşam formlarıyla iletişim geliştirilmesi konusunda yer bulmakta.

Bu yuvarlarkları işte bu kahve fincanı ile şeettiren teyze. Bir de bana kimse inanmıyor. Poz vermiş ya işte, ne işi var o fincanın masada. Yemeyin bizi.

Genel olarak dilbilim üzerine inşa edilen bu bilim kurgu filmine bilimsel danışmanlığı McGill Üniversitesinden alan çalışmalarıyla bilinen dilbilimci Jessica Coon vermiş. Özellikle Maya dili Ch’ol üzerine uzmanlaşmış olan Coon, 2002’den beri arazi çalışmalarını sürdürmekte. Düzenli olarak incelediği yerel dillerin konuşulduğu bölgeleri ziyaret etmekte, bu dilleri yerlerinde araştırmakta. (Bilimma sitesinden aldım bu bölümleri. Okumak isterseniz)

Açıkçası ben dilin kişilerin iletişimini değiştirdiğine bir yere kadar katılabilirim. Bir Norveçlinin ya da İngilizin boğuk boğuk ruhsuz haliyle bir Güneyden bir İtalyanın bir şeyi anlatırken hızlı hızlı konuşurken ellerini sallamasının farkını görmeyen var mıdır? Yoktur.

Fakat çinlilerin Mah-Jong oyunuyla işe girişmeleri, Paki araştırmacıların farklı yaklaşımları varken, beyaz tablete HUMAN yazıp, “IAN yürüyor” diye ucuz İngilizce öğreten dersaneler gibi SIMPLE PRESENT TENSE anlatmaya başlamalarına ne demeli Amerikalıların? Açıkça Louis’e ve ona güvenen ordu görevlilerine diğer milletlerin gol attıkları ortada bence. (Not: Amerikalıları küçümsemenin manası yok, daha filmin başında böyle bir durumda protokolümüz var diyorlar. İnanın böyle bir şey olursa Amerikalılar böyle salakça ve romatik şekilde yaklaşmazlar olaya. Bak bu satırları NASA’da çalışan adam okuyor.)

Amerikalılar bu golü yedikleri halde savaşa yani uzaylılara ilk saldırıya başlayanların ve ayrıca 12 geminin kondukları yerler arasında iletişimi koparanın, Çin, Rusya ve Sudan olmasını tekrar tekrar beyan etmeleri beni fena irite etti.

Amerikalılar çok acayip barışçıldır ya, diğerleri hemen ellerine silah alıyorlar. Bence bir şekilde birbirine bağlanan biliminsanları iletişimi hiçbir zaman koparmazlar. Biliminsanları, biliminsanlarıyla anlaşır.

Bu arada geminin içine kadar patlayıcı sokanlar eskimolardı değil mi?

Bak o da bir acayip. Uzaylıların ilk göründüğü gün alçaktan uçan savaş jetleri dünyanın başka ülkelerindeki seyirciye bir şey ifade etmemiştir ama bana oldukça etki etti. 15 Temmuz’u 16 Temmuz bağlayan gece bilerek ve isteyerek Kadıköy Yakasından evimizim üstünden hem de çok alçaktan geçti bunlar. Öyle bir hızla geçtiler ki anlatamam. Nasıl bir patlama yaratıyorlardı bildiğiniz gibi değil. Darbe başarısız olmuş, yakıt takviyesi yapa yapa sabaha kadar uçacaklar. Ya “Madem ben hapse gireceğim, şu bombayı da şuraya bırakayım” derlerse diye ne kadar korktum bir bilseniz. İşte bu uçaklar bana o günü hatırlattı.

Bir de bombayı koyan temiz yüzlü çocuk, ne yazık hain bir suikastte Ankara’da kaybedilen Rus büyükelçiyi vuran tipe de biraz benziyordu. Filmde ne zaman ve hangi amaçlar o patlayıcı getirdiler, nasıl oldu da taaaa geminin içine kadar girdi, Amerikalılar nasıl böyle bir güvenlik zafiyetinde bulundular ve sonuçta nasıl bir uzaylıyı telef etti bilinmez. Orası havada. Filmi eleştirecekseniz oradan girişin bence yumuşak karnı orası çünkü. Tanımsız, sunulmamış bence de biraz gereksiz. Yani Amerikalıları övmek değil icabında insanlığın şeytan tarafını göstermek için konulmuşluğu ama sırıttığı ortada.

“Weapon” kelimesinin aslında bir “yetenek” olması ve bunun bir anda savaş gibi görülmesi de çok garip. Bir de neden Venezuella’da halk hareketleri çıkıp duruyor. Amerika’da da böyle olaylar var hatta Yotube kanalında savaşılsın diyenler de var. Bunlar olur, olur da bir şekilde bu çalışmaları ve tabii bu uzay gemilerini 12 araştırma grubunun elemaları halktan gizler efendim. Orası uçuşa yasak bölgelere girer çözülür. Haaa bazı gemiler tam şehrin ortasındadır orası ayrı mesele. O bölgeler boşaltılır icabında. Zor bir durum olabilir ama film bomboş bir yemyeşil alanda geçiyor, diğerlerinin dertlerini bilmiyoruz. Ancak halk hareketlerinin araştırmacıları silaha yönlendirebileceği tartışmalı. Anladık insan şeytanidir. Bir elden yönetilmemektedir. Her kültür, halk ve ordu kafasına göre ayrı takılır. 12 adet iletişim gemisi gönderilmesi uzaylıların bunu bildiği ve bu riski de göze aldıklarını gösterir.

Sıkıldınız biliyorum ama yazmak daha zor vallahi. İsteyen denesin hem de bu film hakkında ben de yorum okumuş olurum. Bir ara vereyim diyorum. Dördüncü yazıda buluşmak üzere.

Yazının devamı şuradadır. Tıklayınız.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com