BİLGİSARAY MEKANINDA, “SANAL MİMARLIK” DÜŞLERİ -1-

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
4 min readSep 18, 2016

İşbu makale TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin yanını Mimar.ist dergisinin 2. sayısının 153–156 sayfasında yayınlanmıştır. Evet, 2001'de. Evet, yaşlandık ama o zaman için çok taze konular, kavramlardı…

Derginin bu sayısı http://www.mimarist.org/images/pdfler/2.pdf adresinden okunabilir, indirilebilir.

Yayıncıya not: Başlıkta “Bilgisaray” yazıyor. “Bilgisayar” değil

Bu yazımızdaki konu nereye çeksen oraya gelecek kadar yayvan gevşek. Açıkça söylemeliyim Arredamento Mimarlık Dergisinin Kasım 2000 sayısı yüzünden bu konuyu seçtim. Konu derginin dosya konusu olarak seçilmiş; “Sanal Mimarlık”. Yani dergideki yazılar söz konusu konuyu iyi açıklamış ya da bilgi vermiş olsalar dahi ben de kendi düşüncelerimi burada sunmak isterdim. Ancak açıklama ve bilgi vermeyi bir kenara bırakalım, o sayıdaki yazılar çok değişik saptamalara ve yanlış yollara gittiğini düşündüm de benim yazım elzem oldu gözüme. Felsefi bir yazı ile devam etmek istemezdim ikinci yazıma…

“Sanal” mı yoksa “Banal” mı?

“Sanal” lafını “banal” olarak düşünüp hafifçe gülümseyip sonra gerçekten sıkıldığımızda öfleyip püflediğimiz zamanları zor hatırlayacak kadar çok geride bırakmışken, temelden bir geri dönüş yapmak lazım. Sanal “zannet” mekten yani zannedilmekten geliyor. Kimse sorsanız “gerçek olmayan” der. Ancak “sanal gerçeklik” diye bir olgu var şaşırtıcı. Yani “kara beyazı” gibi birbirine zıt iki kavram yanyana gelebiliyor. Ve bu olgu “Canım ne var gri diye bir şey çıkıyor” diye homojen birleştirilebilen bir şey değil.

“Sanal” kardeş ile “Multimedya” kardeş elele tatile “Kavram Kargaşası Çiftliği”ne gittiler.

Öncelikle “sanal” lafı neden irite ediyor onu açıklayayım. Bu şekilde kavram yozlaşmaları o kadar kafa karıştırıyor ve boyundan büyük karmaşıklıklara yol açıyor ki, kafa yormayı bıraktığınızda aslında bir arpa boyu ilerlemediğinizi ve bu kadar tartışmayı dinlemenin size hiçbir şey katmadığını görüyorsunuz. Bir güzel örnek yine bilgisayarvari terim. “Multimedya” Biz “Çoklu ortam” demişiz. Hatırlar mısınız bilemiyorum ama inanılmayacak kadar çok üzerinde konuşuldu, yazılar, kitaplar yazıldı. Hiç kimse de o kadar patırdı gürültüden bir şey çıkartamadı. Ha patladı ha patlayacak dendi. Yeni bir sanat olgusu oluverdi tartışanların gözünde. Kavram kargaşaları çıktı, “bizimkisi multimedya öğesidir ya da ürünüdür sizin yaptığınız değil” şeklinde kavgalar çıktı. Sonra birileri çıktı “ses görüntü ve başka medyalarla yapılan etkileşimli iletişim” dediler. E o zaman baş multimedya olayı televizyondur dedik. Hayır olmaz dediler. İlla içinde bilgisayar mı olacak. Artık çamaşır makinesinde de bilgisayar var. Hatta ben bildiğimiz her gün okuduğumuz “gazete”nin de nahif bir multimedya ürünü olduğunu iddia ettim. Bilgi veriyor, görsel bir sürü malzemesi var. Sonra etkileşimli. Ana sayfada bir paragrafçıkta geçen bir haberin altına “devamı sayfa 14’te” yazılınca meraklı okuyucu hemencecik 14. sayfayı bulabiliyor. Alın size link yapısı. Ses mi yok. Ne yani 14 sayfa çevireceksiniz de kocaman gazeteyi hiç hışırdatmayacaksınız. Bir multimedya CD’sinde bir butona tıkladığınızda gelen yapmacık “click” sesi farklı mı sizce. İşte böyle dalga geçecek kadar anlamsız karmaşıklaştı iş.

Allahtan bu multimedya kavgası erken bitti çünkü bununla kafalarını bozan kimseler şimdi Internet, Flash, Web filan onlara kafalarını gömmüş durumdalar kavram kargaşası yapamayacak kadar meşguller.

Ayıkla mimarlığın “sanal”ını.

Konumuza dönersek, “sanal” kelimesinin “mimarlık” ile yanyana geldiğinde de çok fazla felsefi tanım bırakıp, zihinleri karıştırdığını görüveriyoruz. “Sanal mimarlığın işe yaraması gerekli” şeklinde bir yararcılığına girmem ama bu kadar da işe yaramazsa ufkumuzu gereksiz karmaşalarla kapatacak diye — Böyle birkaç kavram kargaşası fırtınası içinde kalmış ama yararlanacak bir şey bulamamış biri olarak- korkuyorum.

Öncelikle yukarıda bahsettiğim dergideki yazılarda bütün yazarlar söz birliği etmişçesine “sanal” lafının geçtiği yerde akla “bilgisayar kökenli” geldiğini ve bunun da talihsiz bir gelişme olduğunu vurguluyorlar. Sanırım bu yargıya, sanal olanın ucuz basit 3 boyutlu modelleme ve render alma sonucuyla çıktığı düşüncesinin yaygınlığı ve sanal mimarlığın bu yolla çok talihsizce küçümsendiğini düşünüyorlar. Kanımca yazarların dert ettiği kadar basit bir sorunla tanımlanacak bir durum yok ortada. O ucuz şeyleri yani halk dili ile piyasa işi 3 boyutlu canlandırma yapmayı bu kavramdan ayıklayalı çok oluyor.

Etlerimiz buzdolabındadır.

Söz etmeden geçemem. “Bilgisayar mimarisi” denilen bir kavram var yazılarda. Sanırım yanlış bir tercüme. Internet üzerindeki herhangi bir arama servisine “Computer” ve “Architecture” kelimelerini girin bakalım ne çıkacak. Mimari ile bir link bulmanız olanaksız gibi. Çünkü bu kavram bilgisayarların donanım konularında o kadar çok kullanılan bir tabir ki, mimariyle alakası yok. Ama “bilgisayar mimarisi” gibi bir kavram burada sanırım bilgisayarın kolay elde edilebilen özellikleri kullanılarak yapılmış aslında değersiz mimari üretimler olarak tanımlanıyor. “Bir şey kolay çıkıyorsa ya da herkes tarafından kolaylıkla üretilebiliyorsa onu üretmek meziyet değildir” düşüncesinden çıkan bir terim olsa gerek. Ben bu sayıdan önceki sayıdaki yazımda onu “bilgiçizer” diye betimleniştim. (Hemen bir link kurayım; Detaylı bilgi Not:1’de)

Sanal mimarlık konulu bir yazıda ise bu kavrama değinip “aman ha ben bundan bahsetmiyorum” demek biraz, ne bileyim, resim sergileyen bir sanat galerisinin camına “Resimlerimiz kesinlikle Photoshop ile bilgisayardaki suluboya ve yağlı boya efektleri ile yaratılmış fotoğraf çıktılarından değildir” yazısı yazmak gibi bir şey. Daha da abartırsam “Yazımızda bu kavramdan uzak duruyoruz ilk bakışta bunu fark etmeyebilirsiniz.” uyarısı, vitrininde et olmayan kasabın dükkan camına “Etlerimiz buzdolabındadır” yazması gibi bir şey. Üzücü.

Mazeretim var, sanalım ben

Aslında kelime kelime alınınca o yazıdan, bu yazıya, beğenemediğim ve bir cümle için 3 sayfa yazı yazılabilecek çok şey buluyorum. Ama hep vazgeçiyorum. Nedenler: Öncelikle “sanal mimarlık” kavramıyla ilgili ilk dosyalardan. Ve mecburen çok karışık. Yazarlar hem tarihsel bilgiler verme ihtiyacı duyuyorlar hem de kendi yorumlarını katıştırıyorlar. En önemlisi galiba birbirlerinin yazılarını okumamışlar. Kolay bir iş değil tabii. Aynı konuda farklı kişiler olarak yazı yazıp aynı fikirde olmak dosyayı oluşturmak ya da aynı şeyleri tekrar etmemek. Sonra beğendiğim bölümler de var. O yüzden biraz sert giriştiysem affola. Ama içindeki tüm öğeler bana o kadar çok tanıdık bildik geliyor ki sakız gibi çiğnendiği için her “sanal” kelimesini “banal” olarak algılıyorum. Sonra işin içinde sanal olunca herşey mübah oluveriyor. Yani herşey de sanal değildir kardeşim. O zaman ben de şöyle diyeebilirim ; “Siz şimdi bu yazıyı okuyorsunuz sanal olarak benim düşüncelerim etrafında dolaşıyorsunuz.” Bana sorarsanız çok güçlü tamamlamalar bunlar. Herşey bu kadar kolay tamamlanamıyor. Yani “mazeretim var sanalım ben” diyerek mimari eksikliğe hoşgörü ve sonsuz bir rahatlık sağlayamıyorsunuz.

Sanal olsun olmasın bir mimari ürün mekan yaratma açısından ortaya bir şey koyabiliyorsa değerlidir. Yapılma şekli ya da sunulma ortamı pek önemli değil. Kötü bir mimari bilgisayarla yapıldı diye “İşte bilgisayar mimarisi” diye tanımlanmaz Bana sorarsanız “işte iyi olmayan ya da mimari sayılmayacak bir çalışma” diye nitelenmeli.

Eleştirmek kolaydır ama tarafsız sabun gibi kaygan yazılar yazacağıma, derdimi anlatmak için köşeli ifadeler kullanmak çok da kötü bir şey değil. Ama önceden uyarmadı demeyin. Not 2’ye göz atınız.

Devamı şuradadır. https://medium.com/ayasofya/bi%CC%87lgi%CC%87saray-mekaninda-sanal-mi%CC%87marlik-d%C3%BC%C5%9Fleri%CC%87-2-3d96d37cde23#.gb00lbxtv

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com