BİLGİSARAY MEKANINDA, “SANAL MİMARLIK” DÜŞLERİ -3-

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya
Published in
4 min readSep 18, 2016

İşbu makale TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin yanını Mimar.ist dergisinin 2. sayısının 153–156 sayfasında yayınlanmıştır. Evet, 2001'de. Evet, yaşlandık ama o zaman için çok taze konular, kavramlardı…

Derginin bu sayısı http://www.mimarist.org/images/pdfler/2.pdf adresinden okunabilir, indirilebilir.

Makalenin ilk bölümü: https://medium.com/ayasofya/bi%CC%87lgi%CC%87saray-mekaninda-sanal-mi%CC%87marlik-d%C3%BC%C5%9Fleri%CC%87-1-18e6de698e2b#.1fd2gzm6r okunabilir.

Makalenin ikinci bölümü: https://medium.com/ayasofya/bi%CC%87lgi%CC%87saray-mekaninda-sanal-mi%CC%87marlik-d%C3%BC%C5%9Fleri%CC%87-2-3d96d37cde23#.gb00lbxtv

Ve “Yassıyer”

Bu kavram Carl Sagan’ın “Kozmos” isimli mükemmel kitabında geçiyor. Ithaca’da Cornell Üniversitesi’nde tanıdığım biri Carl Sagan’ı tanıdığını nasıl bir adam olduğunu anlatmıştı. Sonra onunla çekilmiş resimlerini kanıt niyetine gösterdi. Bu Carl Sagan’ın ne kadar değerli olduğunun göstergesi. Bir de Roger Penrose var. O da Stephen Hawking beraber çalıştığı halde onun kadar popüler olmasa bile bana sorarsanız ondan daha iyi. Gerçekten 1’lerle ve 0’larla ilgileniyosanız “Kralın yeni usu adlı kitabını okuyunuz.

“Kozmos”taki “yassıyer” kavramı, biz mimarlar için çok çok önemli bir kavram. Öyle bir yer düşünün (“sanal bir yer” diyelim popüler olsun) herşey iki boyutlu. Yani bütün herşey yassı. Bazılarımız dikdörtgen, bazılarımız kare, bazılarımız daire şeklinde olsunlar mesela. Ancak hepimiz yassı olduğumuzdan birbirimizi sadece bir çizgi olarak görebiliyoruz. Bir kağıdı tam göz seviyemizde tutup kalınlığına bakmak istercesine. Herkes birbirini sadece çizgi olarak görüyor. Ve sadece uzun çizgi, kısa çizgi diye farklılıklar tanımlayabiliyor birbirleri arasında. Sanal ama ne kadar da banal değil mi.

Sonra biri birgün içlerinden biri bir yerden tekme yiyor. (İlahi bir tekme belki de) Sonra olanlar oluyor o birey havalanıyor. Farkediyor ki kimse sadece bir çizgiden ibaret değil herşey çok farklı, mekanlar, dolular, boşlar, büyükler, küçükler, içi delikler, neler neler var. Nasıl şekilller var. Ve hayran kalıyor yassıyer’in aslında bütünüyle yassı olmadığını farkediyor.

Sonra yere düşüyor tabii. Ve diyor ki aslında sen karesin, sen de dairesin diye herkesin şekillerini betimliyor. Yani farklı bir olgu tanımlıyor kurguluyor ve sunuyor. Çizgi şeklinde algılayanların belki de hiç kavrayamayacağı şekilde.

İşte bana sorarsanız “sanal mimarlık” işte böyle farklı mekan algılayışlarının mantıksal şekilde kurgulanmış algoritmalarının tanımı ile mümkün. Yukarıda anlattım kavramları, bir araya getiriniz. Tabii bu tanım “bana sorarsanız” geçerli oluyor. Yani ne evrensel olarak kabul görmüş ne de arkasında yüzlerce kişinin olduğu fikirler, sadece benim bunlar. Bunu kesin olarak söylemem gerekli. Ama eğer bana sormazsanız o zaman bu kadar yazıyı neden okudunuz.

Not 0

“Yassıyer”de farklı boyutları bulan birey vardı ya. Arkadaşları onu hep çizgi olarak görüyorlardı. Hah, o ilahi tekme sonucunda havalanıp da farklı şekillerin olduğunu farketti ya. Tekme yiyip havalandığında arkadaşlarının görüş açısından çıktığından havada kaldığı sürece hiçbir arkadaşı onu görmedi. Ancak yere düştüğünde “neredeydin kayboldun yok oldun ne oldu” diye sordular. Yani sanal mimarlık arayışları içinde olduğunuzda, olağan görünüşleri kabul edenler tarafından yok sayılmak ciddiye alınmamak ve değerli sayılmama da var. Sanal mimarlık yapmanın gerçekten ilahi bir tekmeye nasip olamamışsanız sonuçsuz kalacağı tehlikesini bilmeniz şart. Böyle tehlikelere sahip konularda kavram kargaşaları ile boğulmak başarısızlık riskini ikiye katlar. Uyarmadı demeyin.

Not 1

“Bilgiçizer” kavramı daktilodan geliyor. Araç yani. IBM’in ilk ürettiği makineler hesaplayıcılardı yani hesap makineleriydi. Bu biliniyor ama bilgisayarın ofislere ilk gelmesinin önemli sebebi de “yazı” yani dokümantasyondur. “Typewriter” denilen ilk hafıza modülüne ve basmadan önce yazıyı kontrol edip düzeltebileceğiniz bir ekrana sahip elektronik daktilolar, bilgisayarların atalarıdır. O zaman da böyleydi şimdi de böyle; Yazıyı elektrikli daktiloda yazmak da elle yazmak da yazının değerini düşürmez. Çünkü araç olan makine yazıya etki etmez. Aynı şekilde araç olan (düşman) AutoCAD, plotter hatta hep aynı ucuz görüntüleri veren 3 boyutlu modelleme araçları da tasarıma etkimez. Olsa olsa aynı ucuz komutlarla ucuz şeyleri tekrarlarlar. O yüzden “bilgisayar mimarisi” denilen kavram zaten mümkün olamaz. Bilgisayar aracı bir mimari değer ya da tanımlanmış mimarlık şeklini tek başına yaratamaz. Olsa olsa rapido tutmayı bilmeyen, jiletle aydınger kazımayı elini kesmeden beceremeyen bir kuşak yetişir. Bence pek büyük sorun değil.

“İşte ben bu yazıyı elle yazdım da dergidekiler bilgisayara geçti” desem sizin için bir şey farkeder mi?. Daha oturaklı olmaz değil mi yazı. Yazı zaten oturaklı olmadı çünkü!!!

Sonuçta her ne sebeple olsun “bilgisayar mimarisi” kavramı doğuştan yanlıştır. “Bilgisayarların donanım mimarileri” kavramı dışında, kıyısından köşesinden de olsa başka herhangi bir kavramı betimleyememektedir. Kullanılmasa iyi olur.

Matrix Not’u:

A.M. dergisinde Matrix isimli filme gönderme yapılmış. Önce tabii “Neuromacer” isimli bilim kurgu romanına. O roman çok başarılı olmamış aslında ama bazı terimler mesela sihirli “siberuzay” direkt ondan alındığı için popüler. Romanı pek beğendiğimi söyleyemem. Neyse Matrix ise sevilen bir film oldu. Güzel cici bir film. Kahramanlık, aşk, cesaret, kötü ve güçlü olanla savaşmak, esaretten kurtulmak, dini öğeler, kurtarıcı mesih, kahin, mutlu son, kavga gürültü, dövüş sanatları, bilgisayar efektleri gibi çoğu şeyin yanyana geldiği popüler bir yapım. Tabii bunlar biraraya gelirken dünyanın tepesinde çok çok büyük bir enerji kaynağı güneş dururken, makinelerin, insanları pil niyetine kullanması ve onlara aslında dünyada yaşıyormuş gibi sanal bir düşünce vermeleri. Aslında herkesin aklında kaldığı ve az da olsa bu şekilde bir şeyler düşündürdüğü için iyi bir film. Üzerinde yazı yazılsa bir konu olur. Ama konu sanal mimarlık ise Matrix çok “Hollywood”vari bir yapım kaçıyor.

Yıllar öncesinin sanal mekan yaratımı konusunda mükemmel filmi “Blade runner” dururken kadroya Matrix’in alınması bana haksızlık gibi geldi. Matrix çok denenmiş, çok konu olmuş bir sürü öğeyi barındıran şiddet öğeleri içeren bir film. En iyi sahnesi denilen sahnede kahramanımız kurtarıcı mesih, 100’e yakın adamı katlediyor. Asıl amacı insanları makinelerden kurtarmak olanın yapmayacağı iş bence. “Blade Runner” ise en son sahnesi ile film bittikten sonra başınızı ellerinize paranoyakça alıp “yoksa herkes makine mi” dedirten biraz karamsar bir film.

Yok, mekan yaratımı konusunda daha ileri bir çalışma görmek istiyorsanız “Kayıp çocuklar şehri” isimli filmi tavsiye ederim. Bu kadar iyi mekan yaratılmış film görmedim. Hem bir seyredin bakalım Matrix bundan ne kadar çok şey çalmış. Ancak dikkat filimdeki küçük kız “Miette”e vurulmayın.

Not 2:

Bu yazı kesinlikle kimseyi hedef almıyor. Alıntılar alarak yorum yaptığım yazarları da tabii. Bu yazım hakkında bana bir geri dönüş olursa sizlerle paylaşmadan kendime saklayacağım. Çünkü bir daha değerli sayfalarımı sakız gibi çiğnenmekten bir hale gelmiş zavallı “sanal” kavramına harcayamam. Okuyan herkese sabrı için teşekkür ederim.

--

--

Ahmet Turan Köksal
Ayasofya

İstanbul. Dr. Mimar. YTÜ. Yarışmalarda ödül alır-almaz. Ustura, Tuhafiyedeki Hafiye, İnternet Sizden Korksun, Kimkorkar intenernetten kitap yazarı. ayasofya.com