Premier Lig — 5 Unutulmaz Sezon

Bazı sezonlar vardır… Üzerinden seneler geçse de konuşulmaya, tartışılmaya devam eder. Sürekli alternatif senaryolar hazırlanıp yorumlar yapılır ya da o başarıya ulaşmaya yaklaşan takımlarla kıyaslanır. İngiltere Premier Ligi de böyle sezonlar açısından oldukça cömert ve bol malzemeye sahip bir lig. Şimdi sizlere 2000‘den sonraki en unutulmaz 5 sezonu kısa bir anımsatalım.

Nebi Salih Küçük
Finish Ink
14 min readJan 21, 2020

--

ARSENAL 2003–2004 SEZONU

Arsenal’in bu sezonda gösterdiği başarı 1889 yılında Preston North End takımından bu yana tekrarlanamayan bir olay. 2003–04 sezonunda 38 maçı namağlup bitiren Arsenal’in bu başarısı, aradan geçen 17 seneye rağmen hâlâ konuşulan ve diğer takımlarla kıyaslanan bir durum. Wenger’in aşılamaz 4–4–2 görünümlü ve 4–2–3–1’e de evrilen formasyonu hâlâ başta İngiltere basınında olmak üzere sürekli tartışılır. Peki, bu takımı bu kadar özel ve yenilmez kılan neydi?

Alex Ferguson ile İngiltere Liginde hükümdarlık sınırlarını genişleten Manchester United imparatorluğunun 2. döneminde, Arsene Wenger bu takım ile başa çıkmaya çalıştı ve kısmen de başarılı oldu. 97/98 ve 01/02 döneminde gelen iki adet şampiyonluk Sir Alex’in tadını kaçırmış ve onu daha mükemmel bir takım kurmaya itmişti.

Arsene Wenger ve Alex Ferguson İngiltere ligindeki serüvenleri boyunca pek de iyi anlaşan bir ikili olmadı. Wenger, Ferguson’ı sürekli hakemleri ve medyayı baskı altına almakla suçlarken, Ferguson da onu mızmız ve şikâyetçi olarak adlandırdı. Hatta Alex Ferguson’ın kendi otobiyografi kitabında, Wenger’in Arsenal takımına hakkını verirken haddinden fazla Manchester United ile uğraştığı için takımını lige motive etmekte sıkıntılar yaşadığını ve bu gibi durumlarda, düşünmeden iş yaptığını çekinmeden vurgulamıştı. Wenger’in son 5 senede aldığı 2 lig şampiyonluğuna karşı sezona son şampiyon rütbesiyle başlayan Manchester United sezonun yine favorisiydi. Hatta Guardian dışında sezonu Arsenal’in lider bitireceğine inanan tek basın organı dahi yoktu.

2003/04 sezonunda Arsenal kalede tecrübeli eldiven Lehmann, savunma dörtlüsünde Cole — Campell — Toure — Lauren, dörtlü orta sahada Pires — Gilberto — Viera — Ljungberg ve ileri uçta da Henry — Bergkamp dizilişiyle sahaya çıktı. O dönem Arsenal’i yakından takip eden ve Invincibles hakkında sürekli araştırma yapan gazeteci Michael Fox aslında tüm sezonu özetleyen Arsenal analizini yapıyordu;

‘‘Herkes Henry-Bergkamp ikilisini markaj etmekle uğraşıyordu. Wenger ikisini tamamen yem olarak kullanıyordu. Ne zaman forvetlere adam adama markaj gelse, Wenger direkt Bergkamp’ı 10 numara pozisyonuna çeker ve takımı direkt 4–2–3–1’ çevirirdi. Eğer buna da bir önlem gelirse Ljungberg ve Pires’e yaratılan alanlarla sonuca gidilirdi. O takımı durdurmak imkânsızdı.’’

Orta sahada Viera’nın takımın liderlik pozisyonuna soyulması, ribaund toplarını en hızlı ve direkt şekilde oyuna sokması, Cole ve Lauren ikilisinin hem ofans hem de defans anlamında verdiği inanılmaz katkılar, Henry’nin rakip ağlara bıraktığı 30 gol, Ljungberg ve Pires’in hem sıfıra inip hem de içeri kat edip adam eksilterek sonuca gitmesi gibi kusursuz dişlilere sahip çarklar sayesinde Arsenal sezonu çok rahat bir şekilde şampiyon bitirdi. Sezon içinde en unutulmaması gereken donelerden biri de takımın sadece ve sadece 26 gol yemesiydi.

Thierry Henry’nin İmzalı Plaselerinden Biri… Dudek Çaresiz!
Thierry Henry’nin sanat eserine dönüşen imzalı plaselerinden biri… Dudek çaresiz! Arsenal 4–2 Liverpool

Arsenal için o sezon adına belki de tek eksik kalan nokta diğer kupalarda gelen başarısız sonuçlardı. Sezon başında Community Shield karşısında Manchester United’a penaltılarla boyun eğen Gunners ekibi, yine FA Cup yarı finalinde 1-0’lık skorla SAF’a başka bir tur daha hediye etti. Lig kupasına da yarı finalde veda eden Arsenal, şampiyonlar liginde de Chelsea karşısında turnuvaya veda etti.

38 maç sonunda alınan 12 beraberlik ve 26 galibiyetin ardından Arsenal, Arsene Wenger ile 3. Premier Lig şampiyonluğuna ulaşırken, 100 yılın üstünde bir süredir görülmeyen bir başarıya imza attı. Sezonu yenilgisiz bitiren Arsenal’in bu başarısı, aradan geçen onca yıla rağmen henüz tekrarlanamadı.

Wenger bu sistemi şüphesiz bir gecede kurmadı. Son yıllarda alınan şampiyonluklar, takımın topu olabildiğince efektif kullanması ve direkt olarak kaleye hızlı bir şekilde gitmeye çalışan oyun oynaması, yer yer 2009 Barcelona’sını kıskandıracak şekilde (hatta bazen daha seri şekilde) topa sahip olup oyuna hükmetmesi — seneler içerisinde gelişen bir dinamikti. Sürekli doğru ve yerinde transferler, astronomik paralar yerine kilit oyuncuya yönelme ve mevkisine monte edilen oyuncunun, takımın yapısına adaptasyon sağlama sürecinin minimize edilmesi de yenilmez armadanın kurulması kaçınılmaz oldu.

Bu satırları yazdığımız şu günlerde Liverpool hâlâ mağlubiyet almış değil ve bu yük her geçen gün omuzlarına binecek. Ada basını şimdiden Liverpool’u Wenger’in Arsenal’i ile kıyaslamaya başladı. Bakalım Klopp senelerdir gösterilemeyen başarıyı tekrarlayıp, daha da kırılması imkânsız bir tablo ortaya çıkaracak mı?

CHELSEA 2004–2005 SEZONU

Bazen öyle bir takım izlersiniz ki uzun bir süre yaptıklarının tekrarlanamayacağını, hatta yanına dahi yaklaşılamayacağını düşünürsünüz. Oysaki Arsenal’in rüyalar âleminde geçirdiği sezonun ertesinde, Londra’dan bir takım bu rüyayı kâbusa çevirecekti. Üstelik bunu yapacak kişi de oraların yabancısıydı.

Sivri dilli Jose Mourinho, İngiltere’de teknik direktör & basın ilişkilerine de yeni bir soluk getirdi

2003 yılında Chelsea, Rus milyarder Roman Abramovich tarafından satın alınmış ve takımın başına İtalyan çalıştırıcı Claudio Ranieri getirilmişti. Arsenal’in namağlup şampiyon olduğu sezonda Ranieri aslında hiç de fena olmayan bir sene geçirdi. Yılı 79 puanla ikinci sırada bitiren mavililer, uzun süredir orta sıralarda gezdiği cetvelin üst sırasına tırmanarak, geleceğe dair başarı sinyalleri vermişti; ancak kulübün yeni sahibi sabırsız Roman Abrahimovic, ilk kıyıma Ranieri ile başladı. Daha sonra teknik adam kıyıcı olarak görev yapacak Rus milyonerin, Ranieri sonrası tercihi Portekizli Jose Mourinho oldu. Porto ile şampiyonlar ligi şampiyonu olduktan sonra ilk basın toplantısında ‘‘I think I am a special one’’ cümlesi ile kendisine yıllarca yapışacak sıfatı dillendiren Jose Mourinho, Chelsea ile başladığı sezonda kırılmadık rekor bırakmadı.

Seneler sonra yaptığı bir söyleşide ‘‘bu adam neler saçmalıyor’’ şeklinde bahseden Sir Alex Ferguson, Jose’nin ilk basın toplantı anısını biraz da komik bir dille şöyle anlatıyor:

Televizyonu açtım ve Jose’yi gördüm. Zaten kendisi ile bir sene önce şampiyonlar liginde eşleşmiştik. Porto ile yaptıkları inanılmazdı ve kendisini Chelsea başında görmek enteresan bir deneyim olacaktı. Mikrofonlara eğilip I think i am a special one dediğinde ‘‘aman tanrım bu mankafa neler saçmalıyor’’ dedim. Kendisini Portekiz’de bir sahil yerinde sanıyor olmalıydı. Ona gereken dersi vermek için sezonun açılmasını sabırsızlıkla bekliyordum ama, çocuklar inanın, o sene kesinlikle onun senesiydi.

Senelerdir Wenger ve Alex Ferguson çekişmesine ‘‘adam lazım mı’’ şeklinde oturan ve oyuna ortak olan Jose Mourinho o sene İngiltere’de kırılmadık rekor bırakmadı.

  • En fazla clean sheet maç (25)
  • Sezon içinde en fazla galibiyet sayısı (29)
  • En fazla puan (95)
  • En az gol yeme (15 — hâlâ aktif)

başta olmak üzere birçok rekoru tarihe gömen Chelsea, sezonu en yakın takipçisi Arsenal’in tam 12 puan önünde lider bitirirken tek mağlubiyetini Manchester City deplasmanında aldı.

Sezona; Cech, Drogba ve defansa da Jose’nin de çok yakından tanıdığı oyuncular olan Carvalho ve Ferreira takviyeleri ile başlayan Chelsea, sezonun ilk maçlarında gol atma sıkıntısı yaşasa da; Mourinho, bu sıkıntıyı hızlıca çözerek takımının haftalarca kalesini gole kapatmasını sağladı.

Kalede Cech’in güven veren performansı, Carvalho-Terry tandeminin hatasız bir şekilde işlemesi ve Lampard önderliğindeki orta sahanın topun arkasında olduğu oyun diliminde dünyanın en tehlikeli takımı haline dönüşmesi, Jose’nin takımına unutulmaz sezonu yaşatan etkenlerin başında geliyordu. Defans önünde görev alan Makelele’nin kazandığı toplar Lampard süpervizörlüğünde Duff — Tiago — Gudjohnsen’e (yer yer Robben’e) servislenip, sırtı kaleye dönük anlarda bile çok iyi iş çıkaran Didier Drogba önderliğinde skorla sonuçlanıyordu. Eğer top Chelsea’de değilse tüm takım (Drogba dâhil) topun arkasına geçiyor, kapılacak ilk topta hatlar halinde ve olabilecek en hızlı şekilde kaleye iniliyordu.

50 yıl sonra gelen Premier Lig şampiyonluğu Jose Mourinho’nun özel bir adam olduğunu ispatlarken, Liverpool karşısında kazanılan Lig Şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi’nde gelen Yarı Final de sezonun diğer başarıları oluyordu. Mourinho’nun kurduğu bu harika takım; bir sonraki sezon da SAF ve Wenger’in önünde kupaya uzanarak — 3.ortak olarak lige damga vuracaktı.

MANCHESTER CITY 2011–2012 SEZONU

Chelsea gibi senelerdir şampiyonluk yüzü görmeyen ve kupa törenlerinde genelde ezeli rakipleri United’ı ekran başında izleyen bu takım; belki de asla unutulmayacak bir sezon finali ile, 1968'taki son şampiyonluktan tam 34 yıl sonra şehrin mavi tarafına şampiyonluk sevinci yaşattı.

Sezona Agüero ve Nasri transferleri ile başlayan Manchester City, Arap baharı ile Premier Lig’de söz sahibi bir takım olmak istiyordu. Takımın 2009 senesinden beri başında olan Mancini ile devam edip etmeyeceği sürekli gündemin üst sıralarını meşgul ederken, City’nin son sezonda aldığı üçüncülük; ona gelecek sezon da takımın başında olma biletini vermeye yetiyordu.

Manchester City — Eylül 2011

Sezon başında City tarafı ‘‘şampiyonluk’’ kelimesini pek kullanmasa da haftalar ilerledikçe bu durum oldukça değişmeye başladı. Takım ilk mağlubiyetini Aralık ayında Chelsea’ye karşı alırken, Kompany’nin defansta gösterdiği liderlik ve yüksek motivasyon, Yaya Toure’nin orta sahayı tek başına sürklase etmesi, Silva — Nasri — Agüero üçgeninin rakip defansları çaresiz bırakması derken City, ligin ilk bölümünü oldukça iddialı kapattı.

Özellikle Old Trafford’da ezeli rakibine karşı aldığı 6-1’lik galibiyet; hem senelerce biriken duygularda bir patlama hem de şampiyonluk yolunda United cephesine çok büyük bir mesaj oldu. Bakalım o karşılaşma sonrası City’e yenilmeye pek de alışık olmayan Sir ne demiş;

Hayatımın en kötü günü! Ne futbolcuyken ne de teknik adamken bu kadar kötü bir gün yaşadığımı hatırlamıyorum. Bugün benim için bir utanç kaynağı!

Devam eden haftalarda hem Mancini hem de Ferguson, son haftaya kadar yarıştan kopmayıp bu unutulmaz yarışın rekabetin bir hafta daha süreceğini bizlere müjdelemiş oldu.

Manchester City ve Manchester United 86 puanla son haftaya burun buruna bir yarışla girdi. City, evinde düşme hattının hemen üzerinde yer alan Queens Park Rangers ile karşılaşacakken, Manchester United ise Sunderland deplasmanında gidecekti. İngiltere Ligi’nde ikili averaj yerine genel averaja bakıldığından; eğer maviler evinde kazanırsa diğer karşılaşmanın skoruna bakılmaksızın seneler sonra şampiyonluğunu ilan edecekti. Şimdi 13 Mayıs 2012 tarihine, yani o unutulmaz güne ve o unutulmaz ana bir kez daha yolculuk edelim.

Son haftaya girilirken puan durumu. Cidden nefes kesici!

Etihad Stadyumu karşılaşma öncesi yaklaşık 50 senedir yaşayamadıkları şampiyonluk günü için, şölene tamamıyla hazırdı. Taraftarlar ilk düdükten itibaren takımlarını bir saniye bile ara vermeden desteklemeye başladı. Kırmızı şeytanlar ise Sunderland deplasmanında son derece isteksiz ama kazanmak zorunda oldukları bir karşılaşmaya çıkarken, oyuncuların herhangi bir mucize beklemedikleri televizyon ekranlarından bile rahatça okunuyordu.

Stadium of Light kısmında dakikalar 20’yi gösterdiğinde Wayne Rooney takımını 1-0 öne geçirirken, henüz City cephesinden bir gol haberi gelmemesi Ferguson’un saha kenarından ‘‘oyunu stabil tutun’’ taktiğini vermesi — takımını ateşlendirmesine yetiyordu. 39. dakikada ise Zabaleta City’i 1–0 öne geçirirken stad, tabiri caizse yakılıyor ve aynı anda United cephesinde suratlar asılıyordu.

Zabaleta’nın takımını 1–0 öne geçiren vuruşu

İki tarafta da devreler 1-0 sonuçlanırken, ikinci yarılarda özellikle City cephesinde farkın daha da çok açılacağı ve rahat bir şampiyonluk geleceği nerdeyse herkesin ortak olduğu bir hissiyattı, ancak işler hiç de öyle gelişmedi. Cisse 48‘de QPR adına skoru eşitlerken mavilerde hiç beklenmeyen ve tahmin edilemeyen bir gerilim başladı. Taraftardan takımını desteklemesi beklenirken, statta oluşan sessizlik pek iyi bir haber değildi. Aynı anda Sunderland deplasmanındaki United seyircileri çığlıklarla atılan golü takımlarına haber verirken Fergie saha kenarında oyuncularına ‘‘sakin olun!’’ çağrısı yapıyordu.

Dakikalar 55'i gösterdiğinde, Barton kırmızı kartla atılıp QPR takımını 10 kişi bıraktı. Ardından dakikalardır nefesini tutan City seyircisi yeniden tezahürat yapmayı aklına getirdi ve takımını ateşlemeye başladı. 66. dakikada Mackie QPR’ı 2-1 öne geçirdiğinde ise Manchester şehri için The Shining filminden bile daha gerilim dolu dakikalar çoktan başlamıştı.

Jamie Mackie’nin uçarak attığı gol ve City’i umutsuzluğa boğduğu an!

10 kişilik QPR, City deplasmanında 2-1 öne geçtiğinde, United seyircileri Sunderland tribünlerinde akıl sağlıklarını korumakla meşguldü. Senelerdir (öfke atakları dışında) sakız çiğneme devir hızını sabit tutabilen Fergie bile artık hislerini gizleyemiyor, heyecanını an ve an bizlere yansıtıyordu.

69'da Dzeko, 76'da ise Balotelli’yi oyuna olan Mancini — deneyebileceği bütün riskleri aldı ve oyunu adeta QPR ceza sahasına yıktı.

Dakikalar 90+1’i gösterdiğinde City seyircileri hâlâ olanlara inanmakta güçlük çekiyor, kameralar maçtan çok mavilerin ağlayan ya da sinir krizi geçiren taraftarlarına odaklanıyordu. Unitedlı taraftarlar ise şampiyonluğu çoktan kutlamaya başlamıştı bile.

City cephesinde 90+2'de Dzeko skoru 2-2’ye getirdiğinde tribünlerden neredeyse hiçbir reaksiyon gelmedi. Takımını ateşlemeye çalışan tek adam Mancini gibi görünüyordu, hatta dikkat edildiğinde ‘‘Keşke bu golü atmasaydık, en azından mağlup olduk derdik’’ diyen City taraftarlarının bu ifadesini okumak bir hayli kolaydı.

2-2 haberi United taraftarlarının da çok fazla keyfini kaçırmamıştı. Maçın bitmesi için en fazla 1, bilemediniz 2 atak şansı vardı City’nin. Artık şampiyonluk anına saniyeler kalmıştı. Herkes nefesini tutmuş bir şekilde City’nin %99 ihtimalle son atağını izlerken öylesine bir şey oldu ki;

Orta sahadan gelişen atakta Agüero rakibini geçerken topu ceza sahasında sakince sağa çekip QPR ağlarına gönderdiğinde Etihad adeta yerinden oynadı. Mancini kenarda bulduğu her kişinin üstüne atlarken, oyuncular çıldırırcasına golü kutluyor, seyirciler ise adeta birbirlerini silkeleyerek, gelen şampiyonluğu ve yıllardır beklenen bu kupayı büyük bir zaferle kucaklıyordu.

İşte o maç!

United cephesinde ise City’nin 3. gol haberi geldiğinde Fergie olanlara inanamadı. Çok değil sadece 2-3 dakika önce başları ellerinin arasında umutsuzca bekleyen City taraftarlarının yerini şimdi United seyircisi almıştı. Takım dâhil kimse olan bitene anlam veremiyor, iki dakikada gelen iki golü psikolojik olarak sindirmeye çalışıyordu.

Fergie karşılaşma sonrasında olan biteni hazmetmenin zor olduğunu söylerken aslında maç sonu hazırladığı emeklilik haberini bir sene daha erteliyor, City cephesinde ise kutlamalar çoktan başlıyordu.

2011-12 sezonu gerek unutulmayacak finali gerekse de City dominasyonun ayak seslerinin geldiği sene olarak oldukça etkileyici anlara sahiptir. Umarım bir daha böyle bir final yaşayacak kadar şanslıyızdır.

LEICESTER CITY 2015/2016 SEZONU

2014–15 sezonu Leicester City için oldukça gerilim ve heyecan dolu bir finalle kapandı. Takımın ligden düşmesine neredeyse kesin gözüyle bakılırken, göstereceği performansla daha sonra dünyaca ünlü sihirbaz olan Houdini lakabını alacak olan Nigel Pearson son 8 maçın 7 tanesini kazanarak mucizevi bir şekilde takımı ligde tutmayı başardı. Yeni sezon öncesi yönetim, Nigel ile artık devam etmeyeceklerini ve bu birliktelikten bir verim alınamayacağını açıklarken, takımın başına İtalyan teknik adam Ranieri getirildi.

Ranieri ile sezona başlayan Leicester için en gerçekçi hedef ligde kalma korkusunun yaşanmayacağı bir sene geçirmekti. Hatta sezon öncesi teknik adam olarak Ranieri açıklandığında başta Gary Lineker olmak üzere çoğu otorite bu kararla üstü kapalı dalga geçti.

Yunanistan milli takımı ile oldukça kötü bir macera yaşayan İtalyan menajerin Nigel’ın ardından başarılı olmasının neredeyse imkânsız olduğu belirtildi.

Sezona Sunderland ve West Ham galibiyeti ile başlayan maviler sezona oldukça iyi bir giriş yaptı. Evinde Arsenal’e aldığı 5-2’lik mağlubiyet dışında ilk 17 haftada sadece 1 mağlubiyet alan Leicester City herkesi şoke eden bir performans gösterdi ve devreyi lider tamamladı.

Ligin ikinci yarısında da Leicester performans olarak istikrarını devam ettirdi. Dünya N’Golo Kante adında bir yıldızla tanışırken, Riyad Mahrez ve Jamie Vardy’nin bireysel performansları mavilerin ligi önde bitirmesinde en büyük etmenlerden oldu.

Leicester sezonu sadece üç mağlubiyetle tamamlayarak şampiyon olduğunda tüm dünya futbolunun uzun süredir görmediği ve hiçbir şekilde tahmin etmediği bir sürpriz yaşandı. Takım belki 81 puan gibi nispeten düşük bir şampiyonluk baraj puanı alsa da eldeki mevcut kadroya ve diğer takımların isimlerine bakıldığında gelen başarının kesinlikle akıl dışı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Leicester City lig boyunca çoğu maçta skoru bulup, bunu korumaya odaklı bir kontratak futbolu oynamaya çalıştı. Bu tarz, bazı kısımlar tarafından haddinden fazla pragmatik bulunurken, aslında takımın mevcut kimyası içinde de en doğru formülün bu olduğu gayet aşikardı. Kante’nin orta sahada kapıp hızlıca oyuna soktuğu toplar Mahrez ya da Vardy’nin yüksek hızı ile birleşti ve rakip defans hatlarını oldukça zor durumda bıraktı. Maçların çok büyük bir kısmında topun arkasında bekleyerek açık kollayan Ranieri aslında İtalyan ve İngiliz futbolunun en uygun şekilde kaynaşmasını yansıttı.

Leicster City’nin nasıl şampiyon olduğunu özetleyen bir kontratak. Jamie Vardy kaleciyle karşı karşıya…

Mourinho ile olaylı bir şekilde yollarını ayıran Chelsea, Van Gaal ile gol atmayı unutan Manchester United, Pellegrini görevdeyken Guardiola ile görüşen Manchester City, o zamanlar değil maç kazanmak top oynamayı dahi unutan Liverpool sezonun hiçbir anında şampiyonluğa ortak olamadı. Uzun bir süre Leicester’i yakından takip eden Wenger’li Arsenal ise şüphesiz ki sezonun en büyük kaybedenlerindendi. Bu sene için en önemli detaylardan biri de kuşkusuz Mauricio Pochettino ile şampiyonluk yarışından neredeyse hiç kopmayan Tottenham takımı oldu. Tüm sezon Leicester City konuşulsa da Kuzey Londra temsilcisinin gösterdiği performans senenin en önemli olaylarından biriydi.

Yaklaşık üç senedir 100 puan barajını gördüğümüz EPL’de çok değil 5 sene önce böyle bir şampiyonluğun yaşanması daha çok para harcayanlara göre minimalizmin zaferi gibi geliyor. Nigel Pearson ile son anda küme düşmekten kurtulan ve bundan sadece bir sene sonra şampiyonluk kupasını kaldıran Leicester City’nin bu mucizesine yakın bir olay yaşamak gelecek birkaç sene içerisinde imkânsız gibi görünüyor. Ancak biz yine de bir kapıyı açık bırakmakta ısrar edelim. Sonuçta Ada futbolu her türlü deliliğin yaşanabildiği ve bu sebeple bizleri senelerdir kendine kilitleyebilen bir organizasyon. Ayrıca Lineker gibi dillere düşmek de var…

MANCHESTER CITY 2017–2018 SEZONU

Bazı sezonlarda gösterilen performanslar seneler geçse de asla unutulmaz ve hatta ligin ağırlık dengesinin kaymasına dahi neden olabilir. Daha önce bahsettiğimiz Invincibles ya da Mourinho’nun Chelsea’si ligde oldukça dominant bir şekilde başarıya ulaşan takımlar oldu ve etkileri uzun sürdü, ancak geçtiğimiz sezon Josep Guardiola’nın yaptığının Premier Lig dinamiklerini bütünüyle değiştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Barcelona’da rüya gibi geçen kariyerin ardından Bayern Münih ile anlaşan ve Almanya macerası beklenenin altında kalan Pep Guardiola, 2016–17 sezonunda büyük umutlarla Manchester City’nin başına getirilmişti. Mancini ve Pellegrini ile 2 adet şampiyonluk yaşayan maviler artık Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde de söz sahibi olup, Ferguson’ın United takımında yarattığı etkiye ulaşmak istiyordu.

İlk senesinde ligi 3. bitiren ve Şampiyonlar Ligi’nde sürpriz bir şekilde Monaco’ya elenen Pep, sistemi oturtmanın zaman alacağını söyledi ve takımda, istediği tarzda oyuna adapte olan oyuncu sayısının az olmasından şikâyet etti.

Sezona büyük transfler yaparak başlayan City tüm sene boyunca Laporte, Mendy, Kyle Walker, Bernardo Silva, Ederson, Danilo gibi oyunculara toplam 320 milyon Euro para harcadı. Peki, bunların karşılığı nasıl alındı?

  • 100 puan ile en fazla puan toplayan takım
  • 32 galibiyet ile en fazla maç kazanan takım
  • 106 gol ile en fazla gol atan takım
  • 79 ile en iyi averaj

başta olmak üzere birçok rekor Manchesterlı maviler tarafından paramparça edildi. Aslında; sezon öncesinde Guardiola, basına verdiği demeçle kendine olan güvenini ve kararlılığını bizlere açıklıyor ve sezona dair spoileri kendi cephesinden açıklıyordu:

‘‘Kendi oyunumuzla, kendi felsefemizle şampiyon olacağız. Bunu da size göstereceğim. Benim bunu İngiltere liginde yapamayacağımı ve buraya göre oyun felsefemi değiştirmem gerektiğini söylüyorlar. Bunlar tamamen saçmalık.’’

Daha birkaç yıl önce Leicester City’nin topladığı puan olan 81 sayısına ulaşmasına rağmen Mourinho’lu United, ligin hiçbir döneminde City’e gerçek bir tehdit oluşturamazken, topa sahip olup oyuna hükmetme anlamında City ligde adeta bir devrim yaratmayı başardı.

Topu rakibe asla vermek istemeyen, verdiği anda da üçgen presler yaparak en kısa sürede topu yeniden almaya çalışan Pep ve takımı, kendi istedikleri şekilde mutlu sona ulaşırken rakiplerini oldukları seviyeden çok daha aşağıda gösteren bir performans ortaya koydu.

Pep Guardiola’nın bu sezon ve sonraki sezon gösterdiği performans, Premier Lig’in diğer liglerle (özellikle son senelerde üstünlüğünü kaybettiği La Liga ile) arasını açmasında ve yeniden en çekici organizasyon haline gelmesinde en önemli faktörlerden biri oldu. Onun koyduğu çıtaya yeniden ulaşmak ya da kırdığı rekorların üzerine çıkmak neredeyse herkes tarafından imkânsız olarak belirtilirken, Jürgen Klopp şu sıralar bunları teker teker imha etmekle meşgul…

Ligin ağırlık merkezinin kayması da şüphesiz en çok biz izleyicilere yaradı. Pep Guardiola, Jürgen Klopp, Jose Mourinho, Carlo Ancelotti gibi tarihin en iyi teknik adamlarını izlerken Arteta, Lampard gibi gelecek vadeden menajerleri ve Moyes, Pearson ya da Rogers gibi ligde iz bırakmış taktisyenleri aynı anda izlemek bir futbolsever için tarifi imkânsız bir zevk olmalı. Bakalım kırılmaz denilen kaç şey daha tarihe karışacak ve Klopp önderliğindeki Liverpool çıtayı ne kadar yükseğe koyacak? Bizlere düşen tek şey ise koltuklarımıza yaslanıp bu özel zaman aralığının tadını çıkarmak.

--

--