Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
9 min readJun 4, 2020

--

Cinsiyetçilik ve Fobiler Kıskacında Sağlık Sektörü

Haber dosyasının bundan sonraki yarısı daha kurumsal, düzenli işlerde LGBTİ+ olmaya ve beyaz yakalı alanlardaki güvencesizliklere daha çok yer veriyor olacak.

“İş Hayatında LGBTİ+” dosyasını yazmaya başladığımdan beri alanının ve meselelerinin daha az görünür olduğunu düşünen pek çok insanla konuşma fırsatı buldum. 7 yıldır diş hekimliği yapan Büşra[1] da onlardan biriydi.

Büşra 17 Mart’ta, koronavirüs pandemisi başlarken, çalıştığı hastaneden çıkarılan 2 hekimden biri. Çıkarılmasa da para kazanamayacağının, çünkü “özel hastanelerde yaptıkları işten yüzde ile para kazandıklarının” altını çiziyor. İşten çıkarıldıktan sonra işsizlik maaşı aldığını ve ev sahibiyle kirayı birkaç ay vermemek üzere konuşacağını söylüyor. Mart ortasından beri biriktirdiği parayı harcadığını 2–3 ay daha böyle devam edeceğini varsaydığını ekliyor: “Diş hekimliğinin devam ediyor olması ve benim de iş bulmuş olmam lazım hayatıma devam edebilmek için. Aslında çeviri yapabilirim, daha önce de medikal çeviri yapmıştım.” Sağlık sektörü, özellikle diş hekimliği alanı pandemi başlangıcından beri en çok hastalık riski barındıran iş alanlarından biri oluverdi.

Büşra aslında diş hekimliğini puanı boşa gitmesin diye, biraz tesadüfen, biraz da ailesinin telkinleriyle okumuş. Aslında diş hekimliği alanıyla ilgili sıkıldığı çok şey olduğunu ama şimdilik gönlünün kaydığı başka bir şey olmadığı için devam etmekte beis görmediğini anlatıyor: “Tecrübem de kazandığım para da artıyor, zaten yaşlanıyorum. Şimdi işin sevdiğim yanları da var onları da görebiliyorum. Sevmediğim yanları da var onları da kabul ediyorum, bir yerde barıştım gibi.” Yapılan işlerin insanları o kadar da tanımlamadığını, işi olduğu gibi kabul edebilmenin olgunluğunu hatırlatıyor söyledikleri. Üniversite sınavına girdiği zamanlardan bugüne anlattığı kısacık bölüm, ergenliğin kafa karışıklığını, başarılı olma, yüksek puan alma baskısını ikimizin de gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiriyor.

İllüstrasyon: Aslı Alpar

Kurumsal çalışılan iş yerlerinde açık olmak, LGBTİ+ bireyler için serbest çalışılan, kısa dönemli işlerden daha zorlayıcı olabiliyor. Kaos GL’nin Aralık 2019 tarihli Türkiye’de Özel Sektör Çalışanı Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İntersekslerin Durumu raporu da benzer şekilde özel sektörde çalışan LGBTİ+ bireylerin sadece %17’sinin iş hayatında açık olabildiğini, LGBTİ+ bireylerin toplumsal olarak gizliliğe zorlandığını ortaya koyuyor. Raporda sağlık sektöründe çalışan LGBTİ+ bireyler, iş arkadaşlarının, patronlarının LGBTİ+ bireylerle ilgili aşağılayıcı söylemleri olduğunu, dini referanslar vererek ayrımcılıklarını meşrulaştırdıklarını aktarıyorlar(sayfa 36,37,40). Pek çok insan için açıklık, sonraki iş ihtimallerini de etkileyecek bir çeşit bulaşıcılığa sahip. Büşra da benzer bir kaygıyla hiçbir işyerinde açık olamadığını ve bunun “kanayan bir yara” olduğunu söylüyor: “Şu anda da açık olmayı düşünmüyorum, sektörde güvende hissetmiyorum. Camiamız küçük, birbirimizi kurslarda, eğitimlerde, kongrelerde görüyoruz. Ben bir yerde açılsam, hepsine açılmış olacağım. Bunun önemli olmasını istemiyorum.” Güvende hissetmeyişinin işini kaybetmekten, başka iş bulamamaya uzanan bir skalada türlü sebepleri var. Aynı sektörde çalışmaya devam ediliyorsa bu bilginin yayılmaması ihtimali, her ne kadar kimseyi ilgilendirmese ve yaptığı işle ilgisi olmasa da, oldukça düşük görünüyor. Aşama aşama nasıl hisler yaşadığını anlatıyor bu açıklıkla ilgili olarak.

Partnerler, eşler ve ev hayatı iş arkadaşlarıyla gayri ihtiyari konuşulan şeyler olduğunda, “kendiliğinden gelişen bir yabancılaşma ve yalnızlaşmaya düştüğünden” bahsediyor. Sevgilisi olmadığını söylediğinde insanların “iyi niyetlerle” kendisine sevgili ayarlamaya çalıştığını da ekliyor. “Hastalar dahil…Bir hastamla çok sohbet ediyorduk, oğlu ekledi geçenlerde sosyal medyadan.”Doktor olmuş” ve “başarılı” bir kadının, bunu seçmiş olsa bile, yalnız olmasını anlayamadıklarını düşünüyor. Bir diğer durum da, mutlu ve birlikte yaşadığı bir ilişkisinin olduğunu partnerinin cinsiyetini açık etmeden söylediğinde, insanların merakla hikayenin devamını beklemesi olabiliyor: “‘…adı ne, fotoğrafını göster, ne iş yapıyor, neden şirket etkinliklerine gelmiyor…’ Tabii ki böyle sorular oluyor.” İş hayatı, sosyal yaşamdan tertemiz kesilerek ayrıştırılabilecek bir şey olmuyor çoğunlukla: iş arkadaşları bazen yakın arkadaşlara dönüşüyor, ortak konular, meseleler insanları yakınlaştırabiliyor. Tüm bu mesafeli tavrı ve kendisiyle ilgili detay vermeyişinin yanı sıra bir şeylerin tahmin ediliyor olabileceğinin de farkında ama bununla bir problemi yok: “Bunu teyitlemeyeceğim. Üzerine konuşabilirler bunun, emin olmadıktan sonra bana zarar veremezler. Üzerime şüphe çekmek istemiyorum.” Büşra’nın kendince geliştirdiği bu kendi kendini görünmezleştirme hali LGBTİ+ bireyler için bir savunma mekanizması olarak çoğu zaman kurtarıcı olabiliyor. Trans olsaydım ya da daha görünür bir performansım olsaydı belki bu yaptıklarımı yapamazdım. Burada biraz lezbiyen görünmezliğine de sığınıyorum. Biri bana baktığında ‘lezbiyendir’ demiyor. Bu belirsizliğin konforuyla da kendimi iyi hissetmeye çalışıyorum. Ama ne kadar konforluyum tartışılır tabii.” Büşra maruz kaldığı, tepki gösteremediği ayrımcılık durumlarının bu “konforu” sarstığını eklemeden edemiyor.

Açılma, kapalı olma hallerinin türlü ihtimallerini barındıran bu pazarlıklar içinde zaman zaman yakın ilişki kurabildiği iş arkadaşlarının olduğundan da bahsediyor. “Bir sefer yakalandım mesela gökkuşağı bayrağıyla hekim bir arkadaşıma…Zaten arkadaşlık kurabileceğim biriydi, hala görüşüyoruz arada.” Arada sırada da olsa tatlı anlar yaşanabildiğini, insanların desteğini hissettiğini söylüyor. Sonra açılmayı tercih etmezken birden bir Onur Haftası etkinliğinde ya da Onur Yürüyüşü’nde birileriyle karşılaşıp açılmış oluverdiğinden bahsediyor: “Bir hastamla da son Onur Yürüyüşü’nde (2014) karşılaştım. Büyük bayrağın altından çıktım bir yerden, ‘aa siz de buradasınız,’ dedik birbirimize.” Sonuç olarak başka insanlarla karşılaşmadan, tesadüf etmeden yaşamak çok da mümkün olamıyor.

Büşra, ayrımcılıktan ve bunun sağlık alanındaki yansımalarından bahsederken, esasında bu alanın ne kadar hiyerarşiye dayalı bir yapısı ve eğitiminin olduğunun altını çiziyor: “Sorgulamanın, itirazın çok da kabul görmediği, usta çırak ilişkisinin köklerinde olduğu bir alan. Eğitimden başlayan öyle bir kapalılık var. Hiyerarşi, cinsiyetçilik, homofobi hepsi çok var. Dolayısıyla kendin olarak var olmak çok kolay değil.” Sağlık alanının ve muhtemelen pek çok iş kolunun da, içinde halihazırda var olan bu bileşenler LGBTİ+ bireylerin, kadınların mücadele ettiği ayrımcılık, LGBTİ+ fobi gibi şeyleri normalleştirebiliyor. Sağlık alanındaki LGBTİ+ görünmezliğinin bu alandaki baskıyla doğrudan ilişkisi olduğunu söylüyor. Bu durum aklıma 1970’lerde Harvey Milk ve öğretmenlerle başlayan San Fransisco’daki açılma dalgasını hatırlatıyor. LGBTİ+’ların toplumun her alanında olduğunun ve aslında azınlık olmadığının altını çizmişti bu dalga. Büşra anlatmaya devam ediyor: “Sağlıkçı LGBTİ+ çok görmüyoruz mesela. Daha çok sosyal bilimci, akademi alanlarında varmış gibi LGBTİ+’lar. Görünebilir olanlar öyle aslında muhtemelen….Ben başka LGBTİ+ sağlıkçılarla karşılaşınca seviniyorum mesela.” Genellemekten hoşlanmasa da, görünür olabilen LGBTİ+ aktivistlerin kurumsal alanlarda daha az çalışan, dolayısıyla kurumsallığın ona hissettirdiği baskıyı üzerinde hissetmeyen insanlar olduğunu söylüyor.

Büşra, saklayabildiği, üzerine konuşmadan geçiştirebildiği özelliklerinin yanı sıra göstermekten çok da kaçınamadığı başka özellikleri olduğunu da ekliyor. İş hayatında prensipli biri olduğunu, doğru olduğunu düşündüğü şeyleri söylemekten kaçınmadığını, dolayısıyla yönetim ve patronlarla ters düşebildiğini söylüyor: “Biraz çıkıntı ve sevimsiz kadın oluyorum. Lezbiyenliğimi göstermiyor olabilirim ama bunu saklayamıyorum. Sert bir mizacım var. Kadın çalışanlardan gülmen ve tatlı olman beklenir ya, onu yapmıyorum yönetime karşı. İşini iyi yapıyor olmak ön planda olmuyor ve tat kaçıran tarafı bu zaten.” Bu sevimli olma performansının iş hayatında var olmaya, tutunmaya çalışan pek çok kadın tarafından empatiyle karşılanacağına eminim. Son çalıştığı yerin dindar olduğundan, lezbiyen olarak açık olmasa da, dövmeli ve Ramazan’da oruç tutmayan bir kadın olarak kendini saklayamadığından, dolayısıyla “makbul” olmadığını bildiğinden bahsediyor.

Farklı karakterdeki özel şirketlerin farklı dinamikleri, farklı odakları olduğunu, bunlara uygun davranmayı önemsediğini açıklıyor: “Biraz daha seküler şirketlerde nispeten daha açık olabiliyor insanlar, ama konservatif yerlerde böyle olmayabiliyor. İkisinde de çok rahat değildim ama seküler olanda ‘insanlar tahmin ediyor mu’ diye daha rahat olabiliyordum. Son çalıştığım yer daha dindar olduğu için umurumda oluyordu.

Birkaç kanaldan yükselen ayrımcılık: yönetim, meslektaşlar ve hastalar

Konuşmamız ayrımcılığın farklı veçhelerine doğru aşama aşama ilerliyor. Büşra, kendi durumunda yönelimiyle ilgili açık olmadığı için, kadın olmasına yönelik ayrımcılığın, zaten halihazırda her an karşısında dikildiğini, açılarak işini zorlaştırmayı tercih etmediğini söylüyor. Kadın bir diş doktoru olarak en çok cinsiyetçilikle boğuştuğunu; bunun hem yönetim, hem meslektaşları hem de hastalardan kaynaklandığını ekliyor. Hastaların erkek hekim düşkünlüğünün yönetimlerin elini rahatça cinsiyetçilik yapabilmeleri için güçlendirdiğini de ekliyor: “Erkeklerin bir işi yapabildiğini ya da daha iyi yaptığını düşünüyorlar. Kadın olacaksa da genç olmasın, tecrübeli olsun istiyorlar. Hastalar ilk beni gördüğünde, genç gösterdiğim için, ‘yeni mi mezunsun, yapabilecek misin?’ diye sormaya başlıyor. Benden 5 yaş küçük erkek hekime ‘siz’ diyor, bana ‘sen’ diyor.” Her alana sirayet eden ve görünmezleşen ayrımcılıklarla mücadele etmek de bir o kadar zor olabiliyor. Bir hastanın daha muayene ederken, ya da ismini duyduğunda irkildiğinden, anında ‘bayan hekim istemediğini söyleyebilme lüksünün olduğundan’ bahsediyor sonra: “‘Neden peki?’ dedim, ‘daha önce dolgu yaptırmıştım bayan bir hekime, dolgularım düştü, o yüzden erkek hekim istiyorum’ dedi. Dolgunun düşmesinin bir sürü sebebi olabilir, dolgunun düşmesi cinsiyetle bağlantılı değil. Kadın bir hekimin yaptığı hata kadınlığına bağlanıyor, erkek hekimin yaptığı dolgu düşüyor demez. Bu dünyanın her yerinde var ama çok yıpratıcı oluyor.” Daha liberal ve seküler görünen bir özel hastanede çalışırken, hastanede 3 kadın hekim olduğunu, çıkan bir hekimin yerine hemen erkek hekim almak istendiğini, bunun gerekçesinin de “hastaların erkek hekim tercih etmesi” olduğunu anlatıyor. Bu durumda kadınlar ya da lezbiyen, biseksüel, trans, kuir bireyler için nasıl eşit bir istihdamdan söz edilebilir ki?

“Benim derdim işimi iyi yapmak, hastaların tedavisini doğru yapmakken bir sürü bunlar gibi mücadele alanı da çıkıyor bana. Zaten işin kendisi yeterince meşakkatli. İşverenler, parayla ilişkiler, ayrımcılık, mobbing bir yandan; zor, hakaret eden, inanmayan, hata arayan hastalar bir yandan insanı yıpratıyor.” Her ne kadar işinin sevdiği tarafları olduğunu vurgulasa da, cinsiyetçilikle mücadele etmekten yorulduğu her halinden anlaşılıyor.

Meslektaşlarının da farkında olarak ya da olmadan ayrımcılık, LGBTİ+fobi yaptığından, bunların karşısında sessiz kalmanın zorlayıcılığından da bahsediyor. Staj sırasında karşılaştığı bir olayı anlatıyor gözlerini devirerek: “…Trans bir kadın gelmişti. İşlemini yaptık. Staj grubundaki arkadaşlardan biri tedaviyi yapan arkadaşa ‘aman iyi dezenfekte et aletleri, hastalık vardır onda,’ dedi.” Bunun ayan beyan nefret söylemi içeren bir transfobi olduğu LGBTİ+ komünite içinde konuşulabilir, ama iş hayatında bu rahatlığın olmayışı Büşra’nın kötü hissetmesine sebep olmuş.

Ayrımcılığa karşı geliştirilen mücadele yöntemleri

Ayrımcılıkla mücadele etmek için nasıl yöntemlere başvurduğunu merak ediyorum; Büşra ilk tepkisinin genelde konuşmaya, açıklamaya çalışmak olduğunu söylüyor: “Uğraştıktan sonra değişmiyorsa bırakıyorum. Ben de kırılıyorum tabii, o koşullarda ben de çalışmak istemiyorum. Bazen de tartışmadan ‘hemen yönlendirelim erkek hekime’ diyorum. Saf cinsiyetçilik çok tat kaçırıyor.” Çoğunlukla açıklamayla, konuşmayla çözülemeyecek kadar sertleşebiliyor ayrımcılığı yaratan koşullar. Çalışarak geçirdiği 7 yılın onu sertleştirdiğini ve güçlendirdiğini de ekliyor.

Bir meslektaşıyla muhabbet ederlerken, komik vakalardan, hikayelerden bahsedilmeye başlanıyor ve arkadaşı bir hikaye anlatmaya başlıyor: “İlk anlattığı trans bir kadındı. Zorluğu trans kadın olması, başka bir şey yok. İkinci zor vaka da lezbiyen bir çift. Varlıkları zor gelmiş belli ki…” Sinir bozukluğuna bir kahkaha eşlik ediyor bunları anlatırken. Bir noktada bu hikayeleri anlatan meslektaşına ifadesiz bir şekilde “bunların normal olduğunu” söyleyebilmiş: “Yapabildiğim bu kadar, daha fazlasını yapamıyorum. Asıl zorluk burada, kapalı olmakta. Gerçekten savunamıyorsun kendini. O önyargıları yıkamıyorsun. ‘Bunu yaparsam, demek ki ben de sorgulanabilir olacağım’ diye düşünüyorum sürekli.”

İş dışında, sokakta rahat olduğunu, partnerleriyle el ele dolaştığını, hatta bazen gözlerini diken insanlara tepki gösterdiğini söylüyor. Büşra daha önce Deniz ve Bulut’la yaptığım röportajlarda da sık sık dile getirilen bir metaforu tekrar ediyor: “kendine ve başkalarına güvenli alanlar açmak.”

“Hepimizin içinde kendimizi rahat hissettiğimiz, iyi hissettiğimiz alanların özlemi var bence. Hem yaşam alanı hem eğlence olarak, işte de güvenli alan kıymetli. Kendi kliniğimi açabilseydim gizlemezdim kendimi, istemeyen gelmesin, çalışmasın diyebilirdim.” Büşra için de bu LGBTİ+ dostu güvenli alanı oluşturmak sadece kendisi için değil, başkaları için de murat ettiği bir şey. LGBTİ+ arkadaşlarının hepsini gönül rahatlığıyla iş yerine çağıramadığını, bunun canını sıktığını ekliyor. LGBTİ+ bireyler için heteronormatif, ayrımcı olabilecek, fobilerin rahatça dile gelebildiği alanlarda var olmak yaralayıcı olduğu kadar mecburi de oluyor. İnsanların ve kurumların değişimi meşakkatli ve uzun bir süreç olacağa benziyor. Ama Büşra yine de geleceğe dair umutlu olduğunu belli ederek konuşmaya, hayal kurmaya devam ediyor: “Keşke insanlara ağzının payını verebiliyor olsaydım. Yaşım ilerledikçe de yüklenme artıyor belki de. Keşke açılsam tabii o da çok kıymetli. Kendimi güvende hissettiğim bir an gelir umarım.”

Koronavirüs ve değişen diş hekimliği

Büşra işten çıkarılmasının ve koronavirüs sürecinde askıya alınan sağlık sektörünün geleceğinin belirsizliğinin onu yıllar sonra ilk kez “iş bulma kaygısıyla” yüzyüze getirdiğini söylüyor. “İyi bir iş bulamayabilirim hatta vasat bir iş de bulamayabilirim. Süreci tahmin etmek zor. Daha önce yaşamadığım kaygılar yaşıyorum.” Büşra’yla konuşmamız göreceli olarak daha güvenceli sayılan kurumsal alanların da kadınlar ve LGBTİ+’lar için bolca belirsizlik ve güvencesizlik barındırdığını açık ediyor.

Haziran’da başlayan normalleşme sürecinin hala risk barındırıyor olduğunu ve diş hekimliği alanında pandemi geçse bile çok fazla prosedürün değişeceğini düşünüyor. “WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) risk listesinde bir numarada diş hekimleri var. Direkt ağızla çalışıyoruz, bulaşma oranı çok yüksek. Tükürük damlacıkları havaya yayılıyor. Koruyucu harika ekipmanlar kullanılsa da, 3 saatte onu çıkarırsan hastalığı kapabilirsin.” Riskin sadece kendisinde bitmediğini, hastadan hastaya enfeksiyon yayılması riskinin de yüksek olduğunu ekliyor. Pandemi süreci geçse ve normalleşilse bile, pek çok yerin küçülmeye gideceğini ya da kapanacağını dolayısıyla yeni işe alımların çok daha az olacağını düşünüyor: “Bunlar beni kaygılandırıyor. Diş hekimliğinin geleceğinin nasıl şekilleneceğini de bilmiyorum. Daha az hasta alacağız muhtemelen, hastalar arası daha uzun aralar verilecek, Baktığın hastadan aldığın yüzde düşecek, artık daha az insana bakmaya başlayacağız,” Yeni gelişmeleri takip etmek için sürekli okuduğunu, webinar’ları takip ettiğini de ekliyor. Pandemi başlamadan önce kolonu çatlak olan evinden taşınmayı düşündüğünü, işten çıkarılınca bunun da havada kaldığını söylüyor: “Temmuz’dan itibaren iş bakınmaya başlayacağım. Benim de küçüleceğim bir dönem geliyor.” Tüm bu belirsizliğin getirdiği gerginlikten bahsettikten sonra durumu kabullenmeye çalışan bir gülümsemeyle “bakacağız artık” diye ekliyor.

Haziran’da hayatın biraz daha normalleşmesini umduğunu, evde olmaktan çok sıkıldığını söylerken pek çok insanın hislerine tercüman olduğunu tahmin ediyorum: “Her şey çok ani oldu, işim gitti, sporlarım gitti, sosyal hayatım gitti. Boş kalıverdim evde. Arada çıkıyorum yürüyüşe, arkadaşlarımla yürüyüş yapıyorum.” Geçtiğimiz haftalarda İzmir’de sosyal mesafe için parkta 1 metre mesafeyle daireler çizilmişti. Maçka Parkı’nda oturmaya duyduğumuz özlemden bahsediyoruz. Daireler İstanbul’a geldiğinde parkta buluşmak üzere sözleşerek konuşmayı bitiriyoruz.

[1] Görüştüğüm kişi gerçek ismini vermek istemediği için, ona Büşra takma ismini verdim.

--

--