“Kimlikle ilgili hayatî meseleler” ve “kariyer” denen şey

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
7 min readMay 14, 2020

Pandemi öncesinde bir sanat galerisinde çalışıyor olduğunu bildiğim Deniz’le* şimdilik askıya alınan özel bir sanat galerisinde, ziyaretçi ilişkileri yaptığı son işinden ve nereye ilerleyeceği belirsiz karantina sürecinden başlıyoruz konuşmaya. Sevdiği ve 4 yıl yaptığı baristalık ve hizmet sektörü, konuşmamızın akışında asıl odaklandığımız konuya dönüşüveriyor.

Deniz üniversitede sinema okumuş ama o sektöre “fazla bulaşamamış.” Film sektörüyle ilişkisi olan pek çok insanın da tahmin edebileceği ve önceki yazımda da bahsettiğim, ayarsız çalışma saatleri, muhtemel cinsiyetçi, fobik ve na-trans[1] erkek ağırlıklı çalışma ortamı bu sektörde çalışmaması için yeterli sebepler olmuş.

Okulu bitirip 2015’te baristalığa başlamış. Sanat galerisinde ziyaretçi ilişkilerinde çalışmaya başlayana kadar, uzun bir süre bu işi yapmış. Sık sık bu işi aslında ne kadar sevdiğini ve geri dönmeyi istediğini söylüyor. Sonra romantik bir şekilde ekliyor: “…Kahveyi hep çok sevdim, çok değerli şeylerden biri. Yaptığım işe saygı duymayı da seviyorum ve kahve denen meyveye baya saygı duyuyorum.” Şimdilerde işsiz ve biraz ortada kalmış hissettiğini söylüyor.

Sanat galerilerinde, süreli sergilerde ziyaretçi ilişkileri ya da sergi görevlisi gibi görev tanımlarıyla çalışmak yarı zamanlı çalışan, birkaç işle jonglörlük yapanlar için biçilmiş kaftan. Galerilerde ziyaretçi ilişkilerinde çalışmak, değişen ders ve iş saatleri dolayısıyla özellikle öğrencilerin dönem dönem tercih ettiği bir iş kolu olabiliyor. Galerilerde sözleşmeler kısa dönemli yapılıyor, insanlar genelde taşeron firmalar üzerinden işe alınıyor, herhangi bir sebeple ve tazminatsız işten çıkarılabiliyor. Güvencesizliği tam da buradan geliyor. Deniz de galerideki işini öğrencilerin yarı zamanlı yapacağı bir iş gibi görüyor bir kariyer gibi görmektense: “Ama ben çok uzun süre ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Kaldım ortada, baristalığa da küstüm. Çünkü çalıştığım yerler fobik ve mobbinge maruz kaldığım yerlerdi.” Tüm bunların yanında esasında kimsenin çok da seçme şansı olmayabileceğini, para kazanmak için istemediğin şeyleri yapmak zorunda kalabildiğinin de farkında olarak anlatmaya devam ediyor: “Bazı şeyler de şans, o kadar çok işsizlik var ki neye tutunursan onu kabul ediyorsun.” “İdeal”i kurgulanan kariyerlerle, gerçekte bulunabilen işler arasında koca bir uçurum olabiliyor bazen, özellikle işssizliğin yüksek ve ekonomik krizin azılı olduğu Türkiye gibi ülkelerde.

Koronavirüs sürecinde büyük sergilerin önemli bir kısmı çevrimiçi sergilerle ziyaretçileriyle buluşmaya başladı. Arter’in ve İstanbul Modern’in sürekli sergileri, Salt’ın film gösterimleri artık bir tık uzağımızda. Bu durum, bu alanda ve sektörde çalışanların iş gücüne ihtiyacın şimdilik minimuma indirilmesine ve belirsiz bir işsizlik durumuna sebep oldu. Kültür sanat alanında çalışan, gazetecilik yapan pek çok insan salgından sonra ekonomisi ziyeretçilerine, seyircilerine bağlı, sürekli sponsorluğu olmayan sanat alanlarının geleceğinin tehlikede olduğundan, dayanışma için yeni yollar bulunması gerektiğinden sıklıkla bahsediyor.

İllustrasyon: Aslı Alpar

Konuşmamızın bir noktasında saat 9 oluyor ve dışarıdan dalga dalga yükselen alkış seslerini duyuyoruz: sağlık çalışanlarını alkış saati. Onunla konuştuğumuzda, yaklaşık 1 ay önce, sağlık çalışanlarını alkışlıyorduk, üzerine 23 Nisan ve 1 Mayıs’ta da alkış tuttuk, onlar da karantinada geldi geçti. Bu bol alkışlı garip döneme bıyık altından gülüp konuşmaya devam ediyoruz. Galerideki işinden bahsetmeye ve onu baristalık tecrübesiyle kıyaslamaya devam ediyor. Ayrımcılık karşıtı politikaları olması sebebiyle çalıştığı galerinin LGBTİ+ bireyler için ideal bir çalışma ortamı oluşturduğundan bahsediyor. İş arkadaşları açısından, birçoğu zaten “kuir[2]” ya da “kuir dostu” olduğu için problem yaşamadığından bahsediyor: “Ekip arkadaşlarımda da birkaç hata dışında hiç sıkıntı yaşamadım, yanlış yaptıklarında deli gibi özür dilediler ve kendilerini düzeltmek için çok çabaladılar.” Ama bunun yanında yönetim kadrosuyla ilgili gerilimleri olduğunu ekliyor: “Mesela ben yöneticimi transfobik buluyorum. Çünkü bana ‘hanım’ diye hitap etmekten geri kalmıyor. Sürekli özür diliyor ama sürekli yapınca özrün anlamı kalmıyor.” Pek çok insan için küçük detaylar olarak ‘idare edilebilecek’ hitap biçimleri, ‘heteroseksüel olduğun sanılarak’ yapılan espriler LGBTİ+ bireyler için toplanıp bir araya geldiğinde kocaman bir ayrımcılık bulutu haline dönüşebiliyor (Leman, Demir). Ayrımcılıkla, ya da ‘hanım’ varsayılmakla nasıl baş ettiğini merak ediyorum. Bir noktadan sonra alıcılarının çok geliştiğini, fobileri “kategorize edebildiğini” söylüyor: “Alışıyorsun. Alışmazsan kafayı sıyırıp sinir krizi geçiriyorsun.” Özgüvenle ve çok net bir tavırla anlatmaya devam ediyor: “İşyerlerimde hep açıktım ben. 15 yaşımdan beri bir daha geri dönmedim, hep açıktım her yerde, işyerinde dersanede…” Bu kadar açık olmanın yorucu ve yıpratıcı da olabileceğini tahmin ediyorum. LGBTİ+ bireyler her seferinde sıfırdan başlayan, tahammül gerektiren bir açıklamalar zincirine girebiliyor “neyi, kimi, nasıl sevdiğine” dair.

Bu açık olma halinin aktivist bir tarafı olup olmadığını, aktivizmle ilişkisinin nasıl olduğunu merak ediyorum: “Aktivizmimi çok kişisel yaptım, gittiğim her yerde açık olmak benim için çok büyük bir aktivizmdi. En bilgisiz ortamlarda bile fobi ihtimallerini göze alarak ‘bakın kardeşim’ demek…Örgütlü aktivizm zor geldi ama…” Konuştuğum, tanıdığım birçok insanın aktivizmi bireysel karşılaşmalarla, kişisel bir görünürlükle devam ediyor aslında. Birçok LGBTİ+ birey için açık olmamak bir seçenek bile değil; çok “erkeksi” ya da “kadınsı” olmak, ya da hiçbirine benzetilememek dış dünyanın şüphelenmesi için yeterli olabiliyor. İlk açıldığı dönemi hatırlıyor sonra. “İlk lezbiyen olduğumu keşfettiğim dönem, ne olduğumu bilmek sonunda, bana çok iyi gelmişti. Bir şeylerin kafamda oturmasının özgüveniyle, ben buyum ve bu olmaya devam edeceğim dedim…O zaman açıldığımda kuir muir yoktu…Biz de kendimizi butch lezbiyen sanıyorduk.” Cinsiyetin de toplumsal cinsiyetin de kocaman bir yelpaze olup elimizde salınadurduğu bugünlerde, açılmanın, kendi kendini tanımanın bitmeyen bir süreç olduğunu farketmiş ve artık kendini na-binary[3] olarak tanımlıyor.

Aktivist ruhlar ve duyarlı antenler

Daha önce konuştuğum insanların da bahsettiği bir şeylerden birine ilerliyoruz sonra: insanın işi hayatından soyutlayıp sadece iş olarak yapabilmesi lüksü. “Biz yapamayız öyle şeyler, ruhumuz aktivist…” diyor gülerek. Kulakları, seninle ilgili fikirler zincirleri oluşturan insanların söyledikleri şeyleri anlamlandıran tüm sistemleri kapatıp “sadece çalışabilmek” çok da mümkün olamıyor LGBTİ+ bireyler için: “…sadece LGBTİ+ değil azınlık olan herkese dair bir şey duyduğumda ‘ding’ diye antenlerim çıkıyor ve ‘sen ne diyorsun’ diye başlıyorum,” diye ekliyor.

Baristalıkta yaşadığı mobbing ve ayrımcılıktan bahsetmeye dönüyor sık sık. Belli ki sevdiği, aslında değer verdiği bir şeyden uzaklaştırılmış olmaya içerlemiş: “Bir yerde bar şefim 2 hafta boyunca makineye dokundurmadı, temizlik yaptırdı ve bu yüzden işi bıraktım. Fobisinden değildi belki de sadece taktı, bilmiyorum. Bulaşık yıkadım sürekli.” Ya da başka durumlarda, işlerde açık konuşulamadığı için tam olarak anlamlandıramadığı bazı tuhaf anlar yaşamış: “Birinde bar şefi fobikti. Normalde baristanın görevi kahve yapmak ve servis etmek. Benim elime faraşla süpürge tutuşturup sigara izmaritlerini temizlettiler. Olay çıkarınca da göze battım tabii ki.” Esasında temel bir görev tanımı tartışması/gerilimi sayılabilecek bu vaka da onu baristalıktan, o sektörde çalışmaktan soğutan şeylerden olmuş.

Açık olmak, olmamak, bununla ilgili ne yapacağını, nasıl pozisyon alacağını bilememe hallerinin üzerine sık sık çalışma koşullarının güvencesizliği ekleniyor. Aslında açık olmaya karar verdikten, ya da mecburen birilerinin ifşasıyla açıldıktan sonra pratik olarak LGBTİ+ların yüzyüze geldikleri her şey uzun vadede neler yapıp neler yapamayacaklarını belirliyor.

Ailen seni kabul ediyor mu, ediyorsa maddi desteğe devam ediyor mu, topyekün red mi ediyor, okula devam edebiliyor musun yoksa ailen desteğini çektiği için çalışmaya başlamak zorunda mı kalıyorsun… Deniz, açık olmanın ve bununla ilgili değişen dinamiklerin trans komüniteyi, özellikle trans kadınları çok etkilediğini düşünüyor: “…trans erkekler toplumsal erkeklik algısı içinde kaybolup daha konforlu yaşayabiliyorlar, bunu seçerlerse. Na-trans bir adam olarak görülüyorsa toplum tarafından, hayatına devam edebiliyor. Trans kadınların böyle bir şansı daha az oluyor. Belki yeni jenerasyon daha güçlü geliyor ama eskiler hep üç kuruşa berbat yerlerde çalıştılar. Bunun tabii ki kimliğimizle ilgisi var. Bunun kişilerin yetersizliği, karakterlerinin kötülüğüyle filan ilgisi olduğunu düşünmüyorum…” Trans kimlikler iş bulma, işi sürdürebilme, ayrımcılıkla burun buruna gelme gibi konularda, risklere na-trans bireylerden daha açık oluyorlar. Sonra geçekten çok vurucu, insanın içine oturuveren birkaç cümleyle devam ediyor: “Uğraşmamız gereken bambaşka ve kendi adımıza hayati olabilecek konular olduğunda işe odaklanmak ve kariyer yapmak da çok kolay olmuyor. Ben bu yaşa gelene kadar kendi kimliğim ve yolculuğumla uğraştım, bu arada kariyer yapmak biraz geri planda kaldı. Çünkü ben kimim sorusuna cevap bulmak açıldığım andan itibaren 13 yılımı aldı.” Kimlik, insanın kendi kendisiyle rahat edebilmesi o kadar temel ve mühim bir mesele ki, hayatî görünen başka şeyleri ikinci plana iteleyebiliyor. Bu hisle pek çok insanın empati kurabileceğini düşünüyorum.

Gelecek “güzel” günler

Koronavirüs gündemi içermeyen, “gelecek güzel günleri” nasıl hayal ediyor diye soruyorum. Çizmekten, sanattan para kazandığını hayal ediyor ama bu koşullarda pek mümkün olmayabileceğinin de farkında. Koronavirüs salgını, her şeyin askıya alındığı bu dönem insana hayallerini bile askıya aldırabiliyor. Şu ara plan yapamadığını, geleceği göremediğini ekliyor. Baristalığa dönmeyi ne kadar istediğini tekrar söylüyor bu noktada, hayalleri tekrar canlanıyor: “Kendi mekanımı açamazsam da işletmeci olmak isterim. Şehirde varolmak istemiyorum. Antalya’yı konuşuyoruz şimdi. İstanbul çok zor. Eskiden LGBTİ+ kitle burada gibi düşünüyordum, şu anda çok umrumda değil, daha huzurlu bir hayat istiyorum. Her yerde LGBTİ+ var sonuçta, örgütlenmek mesele.” Bu dönemde 30’larına yaklaşan pek çok insan gibi o da İstanbul kaosundan kurtulmanın hayalini kuruyor. Hayaller, planlara evrilmiş bile bu arada: “Akdeniz Üniversitesi’nin yakınında gökkuşağı bayrağıyla bir kafe açmak isterim mesela. Translar çalışsın, insanların güvenli alanı olsun istiyorum.”

Röportajın sonuna doğru ilerlerken konuşmayı niyet ettiğimizden çok daha farklı konulara daldığımızı farkediyoruz. Sergi-ziyaretçi ilişkileri görevlisi olmaktan bahsedecekken aslında ağırlıklı olarak özlediği, geri dönmeyi, üzerine bir hayat planı kuruverdiği baristalıktan, mekancılıktan bahseder olmuşuz. Şimdiye onuştuğum pek çok insanın da benzer şekilde birden fazla iş alanı olduğunu hatırlatıyor bana bu durum.

*Deniz röportaj yaptığım insanı korumak için kullandığım takma isimlerden biri.

  • Bu yazıyı yazarken denk geldiğim güncel konulardan bazıları da koronavirüs günlerinde LGBTİ+’ların ihtiyaçlarına yönelik yapılan araştırmalar oldu. Ayrıca LGBTİ+’ların istihdamları ve çalışma hayatında karşılaştıkları ayrımcılıkla ilgili Kaos GL’nin anketini doldurarak araştırmaya katkıda bulunabilirsiniz.

[1] İngilizcesi: Cis-gender. Burada “trans olmayan” anlamında kullanılıyor.

[2] İngilizcesi “queer”: LGBTİ+’ların dünyanın çeşitli yerlerinde sahiplendiği, esasında “ibne” anlamına gelen şemsiye terim. Akademik metinlerin Türkçeleşmesiyle dilimize queer ya da kuir olarak da girdi. Detaylı bilgi için şuraya tıkalayabilirsiniz.

[3] Na ya da Non-binary: Kendini ikili cinsiyet sisteminin dışında tanımlayan anlamında kullanılıyor. Detaylı bilgi için şuraya tıklayabilirsiniz.

--

--