Eğlence sektöründe çalışmanın dayanılmaz güvencesizliği

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
8 min readMay 28, 2020
Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Güneşin ve vapurun çok güzel ve kucaklayıcı olduğu bir haftaiçi günü Ceren’le iş hayatı tecrübelerini konuşmak için Kadıköy’e geçiyorum. Bir süre kimse elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor: röportaj heyecanına koronavirüs gerilimi karışmış gibi.

Ceren de eğlence sektöründe etkinlik ve operasyon sorumlusu olarak çalışırken koronavirüs salgını ve karantinasıyla işine son verilen insanlardan olmuş. Kısa dönem çalıştığı için ne tazminat ne de işsizlik maaşı gibi seçeneklerden faydalanabilmiş. Kültür sanat alanının güvencesizliği salgınla iyice büyürken, dönemlik sözleşmelerle, festival başı ya da proje başına iş yapan, para kazanan insanlar ilk gözden çıkarılanlar olmuş. İşinin kapsadığı alan geniş; türlü yerlerden gelen konukları ağırmak, organizasyonun problemsiz akışını sağlamak. İşini çok sevdiğini, işinden bahsederken “tutku” kelimesini çok sık kullanmasından anlayabiliyorum. Sahneye yakın olmayı ve organizasyonun arka planında olmayı da sevdiğini ekliyor: “Müzik seni o ana çeken, iyi hissettiren ve enerji veren bir şey. Bunu herkes için yapabilmek çok keyifli. Sahnede değilsin, spotlar sana çevrilmiyor, ama oradasın ve o işin bir parçasısın. Bunu bilen tek insan sen olsan bile bu seni besliyor, müthiş mütevazı bir şey.”

Ceren kültür-sanat ve eğlence sektöründe 2014 sonundan beri aktif olarak çalışıyor. Aslında Bilgi Üniversitesi’nde AB İlişkileri okumuş ama diplomasinin çok da ona göre olmadığını gömlek ve ceketiyle işe gitmek zorunda kaldığı bir stajda farketmiş. Mezun olduktan sonra 1 ay petrol ticareti yapan bir firmada çalışmaya başlamış. Bir gün yemeğe gidilmiş ve LGBTİ+’lardan bahsedilmeye başlanmış. O zaman Lambdaistanbul’daki örgütlülüğün de gazıyla başlamış anlatmaya: “Hepsi okumuş eğitimli ya, bir durakladılar. ‘Şu an açık fikirli olup olmadığımız, dünya görüşümüz sınanıyor’ dediler içlerinden bence. Hiçbir şey söyleyemediler, ‘haklısın tabii’ diyebildiler.” Bu konuşmanın o zaman bir açılmaya dönüşmediğini, onlar için sadece bu konulardan bahseden bir insan hakları aktivisti olduğunu ekliyor.

Müzik-eğlence sektöründe organizasyon işlerine nasıl düştüğünü merak ediyorum. Ceren aslında hep müzik seviyormuş, bir dönem bateri de çalmış: “Organizasyon işini o kadar seviyordum ki, sürekli konserde kim çalışıyor, ne yapıyor diye insanları izlerdim. Ama sektörle ilgili hiçbir şey bilmiyordum.” Hayal kırıklığı yaşatan ve ona uymadığını farkettiği işlerden sonra bir arkadaşı aracılığıyla sanatçı temsil eden bir organizasyon şirketinde çalışmaya başlamış. Orada çok şey öğrendiğini ve kendini çok geliştirdiğini,böylece bu alanda olmaya karar verdiğini söylüyor. Sonra yine o tanıdıklardan oluşan ağlar sayesinde !f Bağımsız Filmler Festivali’ne asistan olarak girmiş. !f’in açık fikirliliğinin, yaratıcı enerjisinin ona çok iyi geldiğini anlatıyor. Hem işin kendisine, hem de LGBTİ+ olmaya dair bir açıklık söz konusuymuş orada. İşe duyulan sevginin, para kazanmanın önünde olduğunu da ekliyor: “İnsanlarla rekabet ederek değil, birlik olarak iş yapmanın daha geliştirici olduğunu öğrendiğim bir süreç oldu. Orası olmasaydı bu sektöre o kadar tutunmazdım.” !f Bağımsız Film Festival direktörleri Serra Ciliv ve Pelin Turgut’un Ekim 2018'de markanın yasal hak sahibi CGV Mars Entertainment Group tarafından görevlerine son verilmişti. Bu durum, sinema çevresinde pek çok insanın tepkisini çekmiş ve festivalin bağımsızlığına uygulanan bir sansür olarak da görülmüştü. Canı sıkkın bir şekilde !f’in bitişinin ve kültür sanat sektörünün tekelleşmesinin yakın dönemde gerçekleştiğinden, diğer organizasyonların !f’ten ne kadar farklı olduğunu o zaman farkettiğinden bahsediyor.

Sektörün Değişimi: Kültür sanatta tekelleşme

2012’de One Love Festivali’ne 11 yıl boyunca sponsor olmuş Efes Pilsen, Eyüp Belediyesi, Yeşilay gibi kurumlar tarafından hedef gösterildikten sonra festivalde içki satışını durdurmuştu. Festivallerde ve umuma açık yerlerde içki sponsorlukları ve marka görünürlüğü tartışılmaya başlandı ve AKP’nin sunduğu yeni yasa tasarısıyla bu sponsorluklara sınırlama gelmiş oldu. Pek çok küçük müzik festivali ve organizasyon bu yasaktan ve baskıdan nasibini aldı, küçülmeye gitti ya da kapandı. Dolayısıyla müzik ve eğlence sektörü büyük sponsorluklar çalışabilen büyük organizasyonların alanında tekelleşerek daralmış oldu[1]. 2013’te Zorlu PSM’nin büyük prodüksiyonlar için tasarlanmış sahnesinin açılmasıyla özellikle müzik sektörü Zorlu ve İKSV’nin müzik organizasyonlarına teslim oldu. Bu süreç sadece müzik alanında değil, küçük, butik sinema salonlarının taşınması (Emek Sineması süreci) ya da kapanmasıyla sinema sektöründe de yaşandı[2]. Ceren’le konuşurken de konu azalan, tektipleşen festivallere, alanın daralışına doğru ilerliyor: “‘Babylon ruhu’ diye bir şey anlatılır ya, 3 arkadaş bir şey hayal ediyor ve yapıyor gibi. Bunu zorladığında yapabildiğin bir ekonomik ortam vardı o zaman, hayal kurabiliyordun. Şu an bunlar olamıyor.” Ekonomik durumun eğlence sektörü için oldukça belirleyici olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Tekelleşme var şu an, kimin parası varsa sektörü de o yönetiyor. O ne sunuyorsa ona amenna olman gerekiyor.” Birbirinden farklı pek çok organizayonda serbest çalışmasının ona çok deneyim kattığını, çok kötü organizayonlarla iyiler arasındaki farkı artık rahatça tartabildiğini söylüyor. Kültür sanat ve eğlence sektöründe çalışmanın kendi içinde sanatın ne için, kimin için yapıldığı tartışmasını da barındıran, çelişkilerle dolu bir halet-i ruhiyesi var: ‘kâr için sanat mı, sanat için sanat mı?’ Ceren de bu çelişkiye dair şunları ekliyor: “Sürekli sanatsal üretimden bahsediliyor, ama bakınca kimsenin hiçbir şey üretmeye gücü, hali kalmamış.” Çalışma koşullarının ağırlığı ve yoğunluğu sanat yapma arzusuyla çalışıyor da olsalar insanları tüketen bir hale gelebiliyor.

Çalıştığı bir organizasyondan bahsederken sinirini gizleyemiyor: “32 saat çalıştırıp bayat ekmekli köfte verdiler, gerçekten bu kadar kötü bir organizasyon hatırlamıyorum.” Ceren için en önemli iki şey, çalışanların tatmin olması ve kâr odaklı olunmaması.

Vahşileşen çalışma koşulları ve güvencesizlik

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Organizasyonların tekelleşmesi çalışma koşullarında yaşanan zorluklarla mücadelenin önünü tıkıyabiliyor. Çünkü kültür sanat organizasyonu sektöründe çalışılacak kurumların azalması, alanın daralması, artan baskı ya da mobbing karşısında dayanışmayı, hak ihlallerine ses çıkarmayı zorlaştırıyor. Çalışma saatlerinin ve koşullarının halihazırda ağır olduğu bu sektör için de durum farklı olmamış. Ceren bir festival organize ettiği dönemki rutininden öfke ve sıkıntıyla bahsetmeye başlıyor: “Gece 3’te eve geliyordum, 1 saat ağlıyordum, sabah 9’da yine işin başına dönüyordum. Beni çok travmatize etti bu süreç, kendime güvenim kalmadı. Bu alana tutkusu olan, bundan keyif alan, üretmek isteyen insanların bir araya geldiği bir şey değil miydi bu?’ diye düşünmeye başladım.” Bu cümle Leman’la setlerle ilgili yaptığımız konuşmayı hatırlatıyor. Çalışma koşullarının sertliği, o alanlarda bir kadın ya da LGBTİ+ olarak varolmanın zorluğu işin kendisinin verdiği keyif ve mutlulukla çoğunlukla çelişiyor. Ceren özellikle festival süreçlerinin ne kadar yorucu olduğunun ve çalışan herkesin hissettiği çaresizlik ve seçeneksizliğin altını çiziyor: “Koca bir festival yapılıyor mesela bir sefer ve 3 kişiydik. Kimsenin başka bir hayatı olamıyordu. Çalışan herkes kendi arasında işin ne kadar zor olduğunu, yorulduğunu konuşuyor, ama bir şey değişmiyordu. Kimse bu konuda bir şey yapmıyor, söylemiyordu. Çünkü senin yerine geçebilecek çok insan var.”

Çalışma koşullarının zorluğunun üzerine bu iş alanında rekabetin de yüksek olduğundan dolayısıyla iş yapmanın bir kat daha zorlaştığından bahsediyor: “Robotik çalışman gerekiyor, hata payın yok…Senin bilmemkaç kademe üstündeki biri, bir şeyleri yanlış yaptığında seni düşmanı belleyip İnsan Kaynakları’na şikayet edebiliyor. Pozisyon farketmiyor.” İnsanların hayatta kalmak, çalıştıkları yerlere tutunmak ya da pozisyonlarını korumak için kendilerince farklı yollar geliştirdiğini tahmin ediyoruz. Ama Ceren kurum içinde yaşanan rekabetin, gerilimin yine kurumlar tarafından dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Bu sektörde çalışanlar, iş hayatındaki pek çok insanın da aşina olduğu bir hiyerarşi ve mobbing zincirinde, aynı şiddetin, tahammülsüzlüğün tekrar tekrar üretilmesine katkıda bulunabiliyor. Anlatmaya devam ederken gülerek sinirini gizlemeye çalışıyor: “Bu iş deli işi. Neden 18 saatini ayakta koşturarak, mesai almadan ve sosyal hakların minimumda tutularak çalışasın ki? Başka iş mi yok? Bunun bir sendikası, topluluğu yok, başına bir şey geldiğinde dayanışma kuramıyorsun kimseyle. Ses çıkarabileceğin bir alan yok.” Sık sık film setlerinde de duyduğum bir cümleyle burada da karşılaşmak sektörlerin süregiden benzerliği üzerine düşünmeme sebep oluyor.

Koronavirüs ve karantina süreçleri daha önce de bahsettiğim gibi pek çok sanat alanını derinden etkiledi; sinema, tiyatro ve sergi salonları kapandı, konserler iptal edildi veya belirsiz bir geleceği ertelendi. Bu süreç sonunda bir şeylerin değişmesine dair umudu olup olmadığını merak ediyorum. Ceren yılların getirdiği tecrübeyle pek umutlu görünmüyor: “Kurumlar çatırdadığında, bu mobbingleri, baskıları yapan birileri kovulduğunda ya da yeni yetişen birilerini bulamadıklarında, neden böyle oldu diye sorduklarında bir şeyler değişebilir.”

Tanıdığı pek çok insanın hâlâ bu kurumlarda çalıştığından ve çok zorlandığından bahsediyor. Tabii koronavirüs süreci ve yarattığı belirsizlik de insanları mobbinge uğradıkları, performans baskısı gördükleri kurumlarda çalışmaya devam etmeye mahkum ediyor.

Kuir dostu eğlence sektörü (?)

Eğlencenin organizasyonunun yapıldığı bu sektörde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa dair tecrübelerinin nasıl olduğunu merak ediyorum. Zor çalışma koşullarına rağmen pek çok LGBTİ+ bireyin bu alanda çalışmaya devam ettiğini söylüyor Ceren: “Eğlence sektörünün kuir pozitif bi tarafı var ve biz kendimiz var edebildiğimizi düşünüyoruz. Kesinlikle böyle. Ama o sektördeki elitizmle mücadele etmen çok zor. Sen ne yaparsan yap hep sınıfsal bir ayrımcılık yaşıyorsun. Sen oraya tırnaklarınla kazıyarak gelmişsin, bunu algılayamıyorlar.” Sonra birlikte çalıştığı ve yaşadığı mobbingleri ona anlatan birinden ve kendisinin bu süreçte onunla dayanışmaya çalıştığından bahsetmeye başlıyor: “Biraz rahatladıktan sonra, ‘lezbiyenler nasıl sevişiyor?’ diye sordu. Bilmesi ve benim kimliğime onay vermesi gerekiyor, ya da ortamlarda bunu biliyorum demek istiyor.” Açık kimlikli ve bununla barışık, rahat görünen bir LGBTİ+ olmanın getirisi, yüze çarpan bu tarz densiz sorulara maruz kalmak olabiliyor. Bu sektörde taciz edildiğinde, mobbinge uğradığında na-trans bir kadın olmasının kuir olmasından daha belirgin olduğunu da ekliyor. Ceren, çalışılan ortamlar büyüyüp kurumsallaştıkça ayrımcılık ihtimalinin artabileceğini de ekliyor.

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Biz bunlardan bahsededuralım, 2 aydır alışmaya çalıştığımız koronavirüs hutbesi camlardan içeri doluyor. Paralel olarak, karantina sürecinin eğlence ve organizasyon sektörünü nasıl etkileyebileceğinden ve onun iş arama sürecinden bahsetmeye başlıyoruz. Ceren sektörün “2022 civarı normale döneceğini” düşünüyor: “Yakın zamanda aşı geliştirilemeyeceği için, normale dönmek çok mümkün olmayacak gibi görünüyor. Bu sektörde ve ortamda varolabiliyor muyum diye bakıyorum. O yüzden şimdi de yapabileceğimi düşündüğüm şeylere başvuruyorum.” Karantina süregiderken, Ceren de ev sahibiyle birkaç ay kira vermemeyi konuşmayı düşünüyor.

Kültür sanat alanında pandemi sebebiyle yaşanan ve etkileri sürecek olan ekonomik krizin karşısında pek çok kültür sanat organizasyonu raporlar çıkarmaya başladı. Ayrıca bağımsız kurumları ya da alandaki emekçileri desteklemeye yönelik pek çok inisiyatif alındı. Kadıköy Sineması Koltuk Destek Kampanyası’nı başlattı. Netflix, İKSV ve Sinema Televizyon Sendikası’nın set çalışanları için geliştirdiği destek programı bunlardan biri.

Ceren’in aslında bu karantina dönemi başlamadan Berlin’e taşınma planı varmış, tabii onu da askıya almak zorunda kalmış. Güvencesiz ve mobbingli çalışma koşullarına sektörün uzun bir süre “eski normale” dönemeyeceği gerçeği de eklenince gidip başka yerlerde yaşamayı denemeye daha sıcak bakmaya başlamış: “Bu iş benim tutkum, çok seviyorum. Bu değişmeyecek. Ne kadar yorulsam da, müziğin ve izleyicinin buluştuğu andaki enerjinin çok özel olduğunu düşünüyorum. Bu her şeyi silip süpürüyor. Burası olmadı başka yer olur…Gücüm yettiğince ben bunu kovalayacağım, o kesin.” Ceren konuşurken, onun işine olan sevgisini hissetmemek mümkün değil. “Ailen de toplum da önüne set çekebilir yapmak istediğin şeylerle ilgili, ama senin içinden yükselen böyle bir şey varsa sen onu dinlememezlik edemezsin. Onu dinlediğinde olduğun insana yakın oluyorsun. O yüzden bu kadar içselleştiriyorum konuyu.” Ceren’in konuşması, neredeyse bir çeşit açılma metaforu, kendinle barışma, kendini bulma süreci gibi tınlıyor.

LGBTİ+’lar üzerindeki artan baskıdan bahsederken konu diyanet 24 Nisan’daki cuma hutbesinde koronavirüs salgınıyla ilgili olarak HIV+ ve LGBTİ+ bireyleri hedef göstermesine geliyor. Kaos GL’nin yakında yayınladığı bir infografikten de görülebileceği gibi, LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterilmeler, nefret söylemleri bu açıklamadan sonra yükselerek artıyor. Bu yazı üzerine çalışırken TRT’nin “Doğrusu Ne?” programının 25 Mayıs bölümünden önce gösterdiği anti-LGBTİ+ propagandası gündeme düştü. Ceren karantina sürecinde Zoom üzerinden etkinlikler düzenlemeye başlayan, eskiden de gönüllülük yaptığı Lambdaistanbul’a tekrar destek olmaya başlamış. Diyanet’in açıklaması üzerine başına gelen bir olayı anlatıyor: “Kamerasını açmayan sesi titreyen bir kız vardı, 19 yaşındaymış. ‘Ben kendime açıldım’ dedi. ‘Çok zorladım dine yöneldim, kapandım, sonra aileme açıldım. Bu süreç böyle inişli çıkışlı ilerledi. Ama diyanetin şeyini görmek beni bitirdi’ dedi. Hepimiz mahvolduk.” Bunun gibi hedef gösteren, suçlayan açıklamalar genç müslüman LGBTİ+ insanların açılmakta tereddüt etmesine, yalnızlaşmasına, içinden çıkılması zor bir ikileme düşmelerine sebep oluyor. Ceren “aslında, komünite içinde daha konforlu ve güvenli alanlar oluşturabildiğimizden ve şanslı olduğumuzu” söylüyor ve devam ediyor: “Bir sürü insan var ve onlar bu açıklamayı görüyor. Görünmez bir kalabalık var, sana karşılar ve seni öldürmek istiyorlar gibi bir his veriliyor.” Bu konuşma üzerine kuir kadın olmanın konuşulacağı bir podcast fikri geliştirmeye başladığını, insanların kendini yalnız hissetmesini istemediğini söylüyor. Böyle minik adımlarla dayanışma ağları örülmeye ve genişlemeye başlıyor.

[1] Müzik festivallerinin büyük organizasyonların akantları altında tekelleşmesi üzerine de tartışmalar yaşanmıştı.

[2] Kapalı Gişe: Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı ve caz ve dahası: caz müziğin türkiye’deki yolculuğu belgeselleri kültür sanatta tekelleşme üzerine izlenecek iyi örnekler olabilir.

--

--