Kitapçı Ufuk: Açılma ve pandeminin yarattığı belirsizliğin katmanlarıyla mücadele

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
8 min readJul 3, 2020

Uzun süre sonra dışarıda, çok sevdiğimiz bir barın kapısının önünde bir şeyler içerken buluşuyoruz 20 yıldır kitapçılık yapan Ufuk’la. Aslında öncesinde iç mimarlık okuduğunu, üniversite sırasında kitapçılık yapmaya başlayınca onun sürüp gittiğini anlatmaya başlıyor. Konuşmamıza sık sık kolonyaların fısfısları, etraftan yükselen post-pandemi teorileri eşlik ediyor. “İşe ilk başladığımda heteroseksüeldim. 25 yaşımdan sonra açılmaya başladım, şu an 43 yaşındayım.” Açılmanın zamanının ya da yerinin olmadığını hatırlatıyor söyledikleri. Geçiş süreci, bazen insanlar çevrelerini, onların hassasiyetlerini gözetmek durumunda kaldığı, bazen de ameliyat veya hormonlar için gereken para toparlanamadığı için yıllara yayılan şeyler olabiliyor. Ufuk da durumunun benzer olduğunu açıklıyor: “Pandemiden önce ameliyatım için dayanışma partisi yapalım diye konuşuyorduk. Tamamen kalktı tabii gündemden. Ama çevrim içi olarak yapabiliriz belki, bakalım. Herkesin ekonomik olarak durumu zor ve belirsiz.” Pandemiyle pek çok insan için askıya alınan tatile çıkma, konsere veya partiye gitme planları, trans bireyler için geçiş süreci ameliyatlarının ileri bir tarihe ertelenmesi durumuna tekabül edebiliyor. LGBTİ+ komünite içinde dayanışma mekanizmaları birbirine yakın ekonomik ya da sosyo-kültürel statülerde olan insanlar arasında gerçekleşiyor, dolayısıyla ekonomik kriz, pandemi, yasakların etkisi kolektif olarak daha büyük oluyor.

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Ufuk, açılmaya başladığı dönemde, bilgisayar ve internetin daha az yaygın olduğunu hatırlatmadan edemiyor. Malum şimdi herkesin elinin altında olan teknolojiler, bir dönemin erişilmesi daha zor lüksleriydi. LGBTİ+ örgütlere ya da LGBTİ+ dostu mekanlara fiziksel olarak kapılarını çalarak ulaşılabiliyordu. Bunlar dışında Gabile, Lezce ve nice irili ufaklı site üzerinden tanışılıyor, açılma ve kimlikle ilgili sorulara cevap bulunabiliyordu. Ufuk da o zamanlar, Lezce’ye girmeye başladığını, bu sürecin 5 yıl kadar devam ettiğini anlatıyor.

Henüz trans erkek olarak açılmadığı o dönemde, çalışma hayatının ne kadar zor ve türlü şekillerde tacizlerle dolu olduğunu hatırlıyor anlatırken. Belki de bu zorlukların bir kazanımı olarak, 2 yıldır mutlu olduğu ve ayrımcılığa uğradığını hissetmediği bir kitapçıda çalıştığını, orada kitap piyasasına açılacak cesareti bulduğunu söylüyor: “35 yaşında trans erkek olarak açıldım, 38’imden sonra hormon kullanmaya karar verdim. Bir noktada cesaret geldi artık. Kitap piyasası çok dar olduğu için çok korkuyordum açılmaktan. Yayıncılar, dağıtımcılar… 20 yılda tanımadığım insan kalmadı. Hormon kullanmaya başladığımda çalıştığım yerde açık değildim. Ama şu an çalıştığım yere, trans erkek olduğumu söyleyerek iş başvurusu yaptım.” Çalışma alanı ya da sektörün darlığı pek çok durumda LGBTİ+’ların açılmasına engel olabiliyor. Çünkü LGBTİ+ bireyler, açılmanın dalga dalga yayılacağı onlarca iş ihtimalini de göz önünde bulunduruyorlar. Aynı ortamda başka LGBTİ+’ların olduğunu bilmenin onu rahatlattığını ekliyor. Kapalı olmaktan, bir şeyleri gizlemeye çalışmaktan sıkıldığı anlaşılıyor anlattıklarından. Daha önceki röportalarda da sık sık gündeme gelen, açık-kapalı olma hallerini, açılmadan da farkedilme hallerini hatırlatıyor söyledikleri. Ozan’ın da dediği gibi bazılarımız uzaydan belli olmuyor mu? 2 yıl önce çalıştığı kitapçıda açık olmadığını ama buna rağmen “kadın mısın erkek misin belli değil” diyen bir çalışan tarafından saldırıya uğradığını söylüyor. Esasında hormon kullanmadığı ve yeni açılmaya başladığı bu dönemde bunu yaşamış olması, trans bireyler için kapalı olmanın o kadar da mümkün olmadığını anlatır nitelikte. Kaos GL ve Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi’nin 2019’da hazırladığı Türkiye’de Özel Sektör Çalışanı Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İntersekslerin Durumu Raporu’ndan referans vermek gerekirse; “özellikle cinsiyet geçiş süreci ve cinsiyet kimliğinin hukuken tanınması konusunda güçlendirici politikaların bulunmadığı ülkelerde, translar arasında işsizlik oranlarının daha yüksek olduğuna işaret edilmektedir.” Bu durum kayıt dışı ve sosyal güvencesiz çalışma durumunu artırmaya devam ediyor.

Ufuk resmi ismi olmadığı için, önceden 6 ay çalıştığı sivil toplum kuruluşunda resmi yazışmalarda kimlik ismini kullanmanın onu çok zorladığını anlatmaya başlıyor. “Benden sonraki iş ilanlarında kadın eleman aradıklarını özellikle yazmaya başladılar. Bana bunun üzerinden de ayrımcılık uygulandığını düşünüyorum. Beni erkek olarak kabul etmemişler.” Yarı zamanlı olarak başladığı sivil toplum kuruluşunda mobbing uygulanması, “işlerin acilliyeti dolayısıyla” fazla mesai yaptırılıp parasının verilmemesi ve tazminatını alamamak gibi hak ihlalleri de yaşamış. Sivil toplum, önceki röportajlardan birinde Demir’in de bahsettiği gibi, LGBTİ+ bireylerin yoğunluklu olarak çalıştığı ve haklarını alamadığı alanlara dönüşebiliyor.

Ufuk, gözle görülür bir rahatlıkla, kendisine “abla” denmeye çalışılması, bazı yayınevlerinin fobik gerginlikleri dışında şimdiki iş yerinde bir problem yaşamadığını ve kendisine “Ufuk Bey” demekte kimsenin beis görmediğini söylüyor: O yayıneviyle de ilişkiyi kestim, ve sokmuyorum o yayınevini çalıştığım yere, satılmıyor artık. Gerginlik çıkarıyor, yokuş yapıyorlardı. Fobik bir gerginlikti. Şimdi rahatça fobik olduklarını söylüyorum soranlara… Burada da sorumlu kişi olmam başta zorladı insanları ama sonra alıştılar.” Geldiği konum ve iş yerinde çalışanların çeşitliliği onu rahatlatan şeyler olmuş gibi görünüyor. Patronunun personel tarafından ayrımcılığa uğradığı bazı anlarda onu kollamasının kendisini ne kadar iyi hissettirdiğini de söylemeden edemiyor.

Hissettiği rahatlığın ve korunup kollanma hissinin yanında insanların bakışları, bazı tavırları onu rahatsız edebiliyor. Özellikle 8 Mart, 25 Kasım ya da Onur Yürüyüşü gibi politik ağırlığı olan günlerde biraz daha zorlandığını, çünkü insanların pozisyonunu anlamadığını anlatıyor. 8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü için özel bir şey yapmanın onlara çiçek vermekle ya da indirimli ürünler satmakla eşdeğer görüldüğü garip kapitalizm, onun çalıştığı kitabevine de uğramış tabii: “’Kadınlara ‘siz çiçeksiniz’ diyorsunuz ve bundan hoşlanmıyorlar’ dedim. ‘İndirim fikri de, fazlasıyla kapitalist, zaten kadınlar da sizden pozitif ayrıcalık beklemiyor,’ dedim. ‘Kadın çalışmalarını, yazınını desteklemek daha iyi olur’ dedim. Cevap veremediler.” Bunların yanında kendisine ve aktivizmin türlü biçimlerine alan tanındığını, bunun onu rahatlattığını da ekliyor: Onur Haftası zamanları LGBTİ+ kitapları masası yapabiliyor, 8 Mart, 25 Kasım ya da Onur Yürüyüşü zamanları kitapçıya bayrak asabiliyormuş.

“20 yıllık kitapçıyım karantinada bir kitap okumadım”

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Ufuk bir süredir satın alma yaptığı kitabevinde işten ayrılanlar olduğu için sorumluluğunun arttığını, bunun yorucu olduğunu söylüyor: “İşe giriş çıkışlar, sağlık, yemek aralarının tam kullanılması filan bunlara çok dikkat ediyorum. Karantinada yarım ödeme yapıldı. İşsizlik ücreti alanlar oldu.” Birkaç ay süren karantina sürecinde, mimarlık, bankacılık gibi pek çok alan gibi Ufuk’un çalıştığı kitap sektöründe de maaşlar yarım ödenmeye devam edilmiş. İstediği zaman izin alabilmesi ya da evden çalışabilmesinin bu işin pozitif tarafları olduğunu da ekliyor. Bu avantajlara rağmen, Ufuk İstanbul’da pandemiyle beraber şartların çok daha zorlaştığının ve bu ekonomik durumun sürdürülebilir olmadığının farkında. “Patron eylülde toparlarız diyor ama ben ondan bile korkuyorum. Çok cansız ortalık. Eskiden olsa 250–300 satılan kitaplar, şimdi 25–30’a düştü.” Devlet yardımlarının 22 Haziran’da kesildiğini, devletin vergi konusunda affa gitttiğini ama yine de iş yapmayan yerler için bunu sürdürmenin imkansız olduğunu söylüyor: “Şimdi mevcut kadroyu tutmaya çalışıyoruz. Her gün birini çağırıyorum, ücretsiz izin parası veriliyor. Devlet işsizlik maaşı vereceğini ilan etti. Ama bilmiyorum. 3 ay sonra düzelmezse çıkarmak zorunda kalacaklar.” Yaz aylarında boşalan ve görece daha az insanın kaldığı İstanbul’da işlerin sürdürülebilirliği pandemiden öncenin de meselesiydi: “Eylül’de böyle olursa kaldıramaz burası da,” diyor önüne bakarak. Büyük, küçük demeden çoğu işletmenin bir anda nakit akışının sıfırlandığı bu halde, dışarıdan destek olmadan ayakta kalmak epey zorlayıcı olacağa benziyor. Tabii bu sektörlerde çalışan insanların da işsiz kalması demek olacaktır.

Ekonomik zorluklara ek olarak, hastalanmaktan korktuğunu, çalıştığı ortamın her ne kadar dezenfekte edilse ve az insan çalıştırılsa da virüsün bulaşması için elverişli bir ortam olduğunu söylüyor. “Az insan çalıştırmayı, hem daha az para ödemek için, hem yoğunluk azaldığı için, hem de önlem olarak yapıyorlar. Şimdi o kadar para kazanılamıyor. Dolayısıyla mecburen küçülmeye gittiler.” Haftada birkaç sefer, insanları vardiya usulü çalıştırarak durumu dengelemeye çalıştıklarını söylüyor. Ayrıca bu süreç boyunca çalışan kimsenin yıllık izin kullanamadığını da ekliyor.

Kitabevleri için zor günler yaşandıysa da, yayınevlerinin pandemi sürecinde çok fazla kitap bastığı, bunun için sipariş aldığını biliyoruz. Özellikle her nevi internet siparişinin en üst seviyelere çıktığı, kargocuların süper taşıyıcı olma korkusuyla normalin birkaç katı çalıştırıldığı bu dönemde, çok fazla kitap da satıldı. Yemeksepeti ve Can Yayınları’nın yaptığı işbirliği de ‘2 al 1 öde tarzı’ paket siparişe verilebilecek örneklerden oldu. “Bizim internet sitemiz yoktu, açmayı düşünüyorduk pandemiden önce. Tam çalışmaları yaparken, firmalarla görüşürken ortada kaldık. İşler durmuş şimdi, ama karantina döneminde insanlar çok kitap almış.” İkimiz de bu duruma dair şaşkınlığımızı gizleyemeden konuşmaya devam ediyoruz. Gülerek karantina günlerindeki hislerini anlatıyor: “Ben kaç yıllık kitapçıyım, karantina döneminde bir tane kitap okuyamadım. ‘Abime, anneme bir şey olur mu, bana bir şey olur mu, kira ne olacak, maaş ne kadar yatacak?…’ Bunları düşünmekten odaklanamadım ki…” Başka birilerinin bizden daha verimli karantinalar geçirmiş olmasını takdir ederek konuşmaya devam ediyoruz.

Kendi istediklerin için vakit yaratabilmek

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Ufuk’un belirsizliklerle ve süregidebilecek pandemiyle ilgili ne hissettiğini konuşmaya devam ediyoruz. Pandeminin sene başına kadar geçeceğini düşünmediğini, en az 6 ay daha ekonomik ve psikolojik olarak zorluklar yaşanabileceğini düşündüğünü söylüyor. Bir yandan da bu kaosun ve mesaili çalışmanın içinde, kitap serisi yazma ve yayınlama planı olduğundan bahsediyor. “Çocuklar için sosyoloji serisi olacak. Mitler ve gerçekler bölümü var, doğru bildiğiniz gerçekler gibi…Sivil vatandaşlık, homofobi, kentler nasıl çalışır gibi konular üzerine bilgiler de olacak içinde. Büyükler için bir şeye başlamıştım sonra çocuklar için bir seri haline geldi. Aslında sivil toplumda çalışırken üzerine çalışmaya ve fon aramaya başladığım bir projeydi bu.” Aslında bu işten para kazanmayı ve sadece buna odaklanarak devam etmek istediğini itiraf ediyor. Çünkü kitabın üzerine çalışmak için kendine vakit yaratmanın zor olduğununun farkında.

Yaptığı işi her ne kadar sevse de, yıllar içinde yorulduğunu gizleyemiyor. Böylece, konuştuğum, yıllardır aynı işi yapan pek çok LGBTİ+ gibi Ufuk da kendisine bir alan açmanın onun için ne kadar önemli olduğunun altını çizmiş oluyor. 49 yaşında resmen emekli olabileceğini, ama bunun şehirde yaşamaya devam edecekse hiçbir şey demek olmadığını söylüyor: “Kitap işinde çalışmayı istedim sonra da bırakamadım. Seviyorum aslında ama biraz yoruldum. Birkaç istifa girişimim oldu, şu dönemde bile.” İstifalarının sürekli reddedildiğini, belki kendisinin de bırakmaya hazır olmadığını gülerek ekliyor. Gelecek yaz için Muğla’ya taşınmayı planladığını anlatıyor. “Küçük bir yazlık kitap satış yeri düşünüyorum. Orada yazın çalışınca bütün sene hayatıma devam edebilirim. İnternetten bir şeyler yapıp satabilirim bir yandan. 43 yaşındayım artık biraz daha yavaş takılmak, doğada olmak istiyorum. İstanbul çok yorucu, aldığımız paranın yarısı kiraya gidiyor.”

Ufuk’la buluşmamız İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın 4. gününe rastlıyordu. Çevrimiçi etkinlikler tüm hızıyla Zoom üzerinden devam ederken, neyi neresinden yakalayacağımıza karar veremediğimizi birbirimize itiraf ettik. Bundan 4 gün sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan canlı yayında çoklu baro sistemine yönelik eleştiriler ve protestolardan bahsederken LGBTİ+ veya Onur Yürüyüşü ifadelerini kullanmadan sapkınlıkların normalleştirilmesine karşı çıkacaklarını belirten bir konuşma yaptı. Bu gündemlerden önce, Ufuk’la Diyanet Başkanı Ali Erbaş’ın 24 Nisan hutbesinde LGBTİ+’ları hedef göstermesi ve özellikle haziran aylarında daha görünür hale gelen LGBTİ+ mücadelesi üzerine konuşmuştuk.

Barolardan, LGBTİ+’lara oradan sosyal medya ve çevrim içi yayın yapan platformlara baskının ve tehditlerin günbegün artışını gözlemleyebildiğimiz son bir haftada, bir araya gelmek ve baskıya karşı eşit hak talebi mücadelesini sürdürebilmek için yeni yöntemler bulmak elzem hale geleceğe benziyor. Ufuk’un sözlerinin genel olarak yaşanan hedef gösterme ve nefret söylemlerinin bütünü için uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. Ufuk öncelikli olarak mücadele edilmesi ve kazanılması gereken hakların eğitim ve sosyal haklar alanında olması gerektiğini söylüyor. İnsanlar LGBTİ+ kimliklerin eğitim hayatı süresince hayatın “normal” bir parçası olduğunu öğrenmiş olsalar hayatın çok daha kolay olacağının altını çiziyor. “Geri kazanılmayacak hak yok, istediği gibi yaşama hakkı herkesin olmalı.”

--

--