Bu Yazıyı Okumayın!

Mehmet Engin Ayatar
Türkçe Yayın
Published in
3 min readApr 21, 2024

--

“İnsan, yazan hayvandır.” adlı denemede “yazmak” konusuna değinmiştik. Dilerseniz biraz da “okumak” ile ilgili konuşalım. Okumanın faydalarını burada yinelemeye gerek yok sanırım. Hepimiz okumanın, neden, nasıl ve ne gibi faydaları olduğu tam olarak bilmesek de yararlı olduğunda hemfikiriz. Bilgiye ulaşım sağlaması, her türlü fikir düşünce sistemi ideoloji doktrini algılamak için yapılacak en uygun pratik olması, hayatı anlama yeteneğini geliştirmesi, insanı toplumu doğayı anlamlandırmak için düzenli olarak izlenmesi gereken yegâne yol olması okumanın şu an aklıma gelen faydaları. Bütün bunları hatta daha fazlasını bilmemize rağmen okumuyoruz.

Photo by Cristina Gottardi on Unsplash

Yapılan istatistiksel çalışmalara göre en çok okuyan ülkelerde günlük okumaya ayrılan süre yaklaşık bir saat. Gelişmişlik düzeyi azaldıkça bu süre bir saatten çift ve hatta tek haneli dakikalara düşüyor. Burada aktarılmak istenen okumayanların gelişmemişlikleri değil elbet. Konu; en ileri -ya da öyle olduğu düşünülen- toplumlarda bile gün içerisinde okumaya ayrılan sürenin kısıtlı olması ve nüfusun önemli bir kısmının okumaya çok az vakit ayırması ya da hiç okumaması.

Geçmiş çağlarda örgün eğitim olanaklarına sahip olmayan insanlığın zaten okumak gibi bir derdi de yoktu. Okumak belirli sınıfların -saray, ruhban, aristokrasi- tekelindeydi. Gelebilecek itirazları dert ederek; aslında insanlığın genelinin son yüzyıllarda okuma ile tanıştığını, kanıyla teriyle emeğiyle yazdığı tarihi okumayı bilmediğini söyleyebiliriz. Yazının M.Ö 3200 yıllarında icat edildiği verisiyle bugüne kadar geçen zamanı bir saat ile tanımlarsak insan toplumunun okumaya ayırdığı sürenin son iki üç dakika ile sınırlı olduğunu görürüz. Tıpkı bugünlerde hepimizin yaptığı gibi. Belki de okumak doğamıza uygun değildir.

Photo by Jan Mellström on Unsplash

O zaman biraz insan tabiatı üzerinde duralım. Okurken genel olarak bünyeye aykırı bir şekilde hareketsiz kalırız. Uzun süre masa başında okuma durumunda kalan kişilerin boyun ve sırt rahatsızlıkları çekmesi kaçınılmazdır. Evrimsel açıdan uzaklara bakmak üzere -av, yiyecek aramak, tehlikeleri gözetmek gibi işlevler için- tasarlanmış gözlerimiz okuma eylemi içerisindeyken sürekli yakına bakar ve bir müddet sonra bozulmaya başlar. Kitap kurtlarının hep gözlüklü olması bir tesadüf değildir anlayacağınız.

Şimdi okumak konusunun ruhani boyutuna gelelim. Okumak kişinin kendisine yönelen bir eylem olduğu için bir nevi ruh madenciliği olarak tanımlanabilir. Derine kazdıkça insana değer katacak cevherler ruhun dehlizlerinde damar damar belirir fakat bu tünellerde sadece onur, erdem, sevgi, bilgi, saygı, fikir, güzellik, adalet gibi tözler bulunmaz. Karanlığın içinde ruhun sefaleti ile karşılaşmak kaçınılmazdır. İnsan ruhundaki kötülüğü bütün detaylarıyla tanıyalım ki düşmanı zaaflarını kullanarak alt edelim, diyebilirsiniz lakin dikkatli olun bu katran üzerinizde yapışıp eylemlerinize nüfuz etmesin. Kütüphane dolusu kitabı devirip en temel değerleri çıkarları uğruna çiğneyen aydınlara, akademisyenlere, gazetecilere, düşünürlere neden bu kadar sık rastladığımızı hiç düşündünüz mü? En fazla okuyan -kendilerini gelişmiş addeden- toplumların dünyadaki sömürüye, adaletsizliklere, katliamlara, çevre kıyımlarına göz yumduğunu hatta bizzat bütün bunların faili durumunda olduklarını kavramak da sanırım zor değil.

Photo by Darwin Vegher on Unsplash

Sen de bütün kabahati okumaya buldun, diye itiraz edeceksiniz. Hatta istatistiksel, bilimsel konuşurken, evrimden bahsederken ruhlar âlemine daldın da diyebilirsiniz. Okumanın zararlarını anlatan bir metni önünüze koymak ve okumanızı beklemek de ayrı bir tezat. Belki de bu yazıyı hiç okumamalıydınız. Başlıkta sizi uyarmıştım ama beni dinlemediniz. Bu noktaya kadar geldiyseniz metindeki fikirleri ters düz edip bir ömür okuma çilesine katlanmaya ve ancak okuyarak açılacak kapıları zorlamaya devam edebilirsiniz.

--

--