Ocak Ayında Okuduklarıma Dair

Yeni yılın gelişi ile beraber yeni bir hayata başladım. 2021 benim için geride kaldı. Aldığım yeni kararlar, yeni bir iş ve yeni bir ev arkadaşı. Lakin aksiyon hayatımın her zaman bir parçası olacağını kabullendim. Yeni yıla hastanede girdiğimde bunu anladım.

Cem Sultan N.
Türkçe Yayın
6 min readFeb 7, 2022

--

Photo by Alfons Morales on Unsplash

İnişli çıkışlı, dolu bir ocak ayına bir kaç kitabı sığdırabildim. Roman, araştırma, deneme gibi farklı konulardan seçtiğim kitapları sizler için derledim.

Madeline Miller-Ben Kirke

İngiliz ressam George Romney’in 1782 tarihli Kirke tablosu

Geçtiğimiz yıl İthaki yayınevinin mitoloji kitaplarına yönelmesiyle beraber kadın ve mitoloji kategorisi revaçtaydı. Amatörce eleştirmenlik yaptığım bir toplulukta Madeline Miller’ın kitapları üzerine çok konuşulunca merak ettim ve iki kitabını da aldım. Akhilleus’un Hikayesi yıllar önce izlediğim Troya Savaşını konu alan filmin ardına çok güzel gelmişti. Belki de bir savaş bu kadar iyi anlatılabilirdi.

Genelde bir kitaba başlamadan evvel yazarlarını bir süre araştırma yaparım. Bu kitaplara dair fikirlerimi şekillendirir. Bir bakış kazandırır. Miller’ın edebiyat ve mitoloji üzerine bir akademisyen olması kitaplarının ardından ki başarısını göstermektedir kanımca.

Ben, Kirke aslında bölük pörçük, parça parça olan bilindik Helen tanrılarının hikayelerini bir bütün şeklinde sunmaktadır bize. Kirke, titanların lideri Okeanos’un bir zamanlar gözde kızı iken gözden düşmüş bir cadıdır. Aşk zehrinden aldığı bir yudum, kötülüklere gebe kalacaktır.

Sürgün edildiği adada bir yandan kadının iç dünyasına dair bir şeyleri anlatırken, diğer yandan yıllar ve yüzyıllar geçtikçe Helen hikayelerini anlatacaktır bize. Denizcilerin korkulu rüyası Kalipso, Güneşe yükselen İkarus, Meşhur ve bilge komutan Odysseus ve daha niceleriyle tanışır, tanışırız.

Berna Moran-Edebiyat ve Kuramları ve Eleştiri

Edebiyat ya da İngiliz filolojisi öğrencisi değilim. Aslında uzmanlığım Politik-bilim ve Karşılaştırmalı Ekonomi. Kitaplara olan ilgim yalnızca merak ve tutkudan ibaret. Bunu yalnızca romanlar ile sınırlandıramam. Denemeler, araştırmalar, makaleler, akademik eserler, bilim kitapları ve daha fazlası. Fizikten anlamam pek ama Evren Avucunda kitabını zevkle okumuş ve kuantum teorisi, görecelik kuramı üzerine az kafa yormadım değil.

İyi bir yazar mıyım bilmiyorum. Açıkçası bu konuda hüküm verecek konumda olduğumu hiç düşünmüyorum. Lakin zamanla kitap okurken onlara dair aldığım küçük notlar, eleştiriler, denemeler ve kısa yürüyüşler ardından bir yazardan ziyade bir eleştirmenliğe soyunduğumu itiraf etmem gerek.

Bir kaç yıl evvel beta okurluğuna başlamam ve yazı ve edebiyat topluluklarında amatör yazarlık girişiminde bulunanlara olan yardımım sonrasında dışardan gelen yorumlar dahilinde girdim bu işe. Sadece salt okuma ve biraz deneyimle olacak iş değildi bu. Bu işe soyunacaksam, hiç değilse ustalardan bir şeyler öğrenmek gerek dedim.

Berna Moran hakkında fazla bir şey söyleyemem. Dediğim gibi alanımın çok dışında bir yazar. Ancak kitabını okuduğumda daha önce okumalıymışım dedim. Temel teknikler ve sıkıcı argümanlar ile tanışacağımı sanırken, felsefe, mitoloji, edebiyat ve daha fazlası ile karşılaştım. Okuma eylemi yalnızca bir ölçü birimi değildi. Fazlasıydı. Daha ilk sayfalarda bunu iliklerime kadar hissettim. Bir edebiyat öğrencisi olmaya gerek yok. Edebiyata biraz ilginiz varsa okumaktan keyif alacağınız bir şaheser. Hele böylesine güzel bir eserin kendi topraklarınızda, dilinizde yetişen bir ustaya sahip olmak. İşte ben buna define derim.

John William-Stoner

Geçtiğimiz yılın sonbahar mevsiminde yapılan bir kitap fuarında öylesine elime aldığım bir kitabın canlanmasına şahit oldum. Zamanını bekleyen bir kitap. Yeni yıla böyle güzel bir kitapla başlangıç yapmak içimi biraz daha umutla doldurmadı değil.

Stoner, iki dünya savaşı arasında Amerika'nın California eyaletine bağlı küçük bir kasabada çiftçi bir ailenin tek çocuğu. Stoner soyadını taşıyan ilk üniversite öğrencisi olacaktır. Kasabadan kente, yokluktan varlığa, cehaletten akademiye uzun bir seyahate çıkan Stoner’a eşlik etmek, duygularımı doruklarda yaşamak gibiydi benim için. Çaçaronluk edip kitabın büyüsünü bozmak istemem. Stoner ile Kısa Bir Yürüyüş adlı yazıma linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.. Birazcık önbilgi içermektedir. Önceden uyarayım.

Byung-Chul Han-Şeffaflık Toplumu

Yeni yıl ile beraber aldığım ilk kararlardan biri, yüksek lisansı mı Sosyoloji üzerine yapmak oldu. Bilhassa siyaset sosyolojisi üzerine odaklanmak istiyorum. Lisans sürecinde düşündüğüm, karaladığım bir takım şeyler vardı. Toplum gerçekten kafamda bir ton soru işareti bırakıyordu.

Başarı, özgürlük, eşitlik, teşhir, sosyal medya, haber medyası, tabu, statü gibi kelimeler kendi tanımını inkar ediyor ve çok farklı tanımlara giriyordu. Özgürlük daha bir kısıtlayıcı, özel mülkiyet teşhir edilmiş, eşitlik egale, sosyal medya ise adaleti tekeline almış, kitle iletişim şeffaflıkta yoksunluğu aklımdan bir an olsun çıkmadı. Farkındalık beni sürekli sarsan bir eşik.

Şeffaflık. Tam şeffaflık demokrasiyi geliştirir diye düşünürdüm. Ütopyaların acımasızlığıyla karşılaştım. İnternet özgürleştirir dedim. Her geçen gün düşüncelerime, hareketlerime, adımlara hareket eder hale geldim. Bunları fark ettikçe anlamlandırmakta güçlendim.

Kafanızda tuğla etkisi yaratacak bir şeyler arıyorsanız. Okumaktan zarar gelmez. Yoksa gelir mi?

Robert Seethaler-Tütüncü Çırağı

Yeni yıl hediyesi olarak arkadaşım için internetten sipariş ettiğim bir kitap. Tabii okumadan vermek olmazdı. Bir süredir ağır kitaplar okumak zihnimi biraz yormuştu. Hastane yokuşlarını arşınlamak, iş, yeni bir hayat kurmaya çalışmak biraz yorucuydu. Hafif, dinlendirici bir kitap arıyordum.

İkinci dünya savaşı arifesinde bir genç köyünden kalkıp Viyana’ya gider. Annesinin eski arkadaşı Viyana da tütüncülük işi ile uğraşmaktadır. Onun yanında çıraklık etmektedir. Bu sırada şehir hayatını tanımaya başlar. Dünyaya olan bakışı değişmektedir.

Bir süre sonra tütün dükkanının müdavimi olan Sigmund Freud ile tanışacaktır. Ve bir gün bir kadınla tanışır. Bu tanışmadan sonra Profesör Freud ile görüşmeleri sıklaşacaktır. Ve bir gün Almanya'da Hitler iktidara gelir.

Çok aman aman bir eser değil. Ancak okurken keyif aldım. Bazı kısımları biraz düşündürdü. Freud ile olan konuşmaları oldukça hoştu. Bir yandan Franz’ın iç dünyasındaki değişimleri izlerken diğer yandan Viyana şehrinde ki insanların tutumlarının nasıl değiştiğini, bir savaşın insanlara neler yapacağını görmek. Dünya da yaklaşmakta olan savaşın, gruplaşmaların, ötekileştirmenin ve kötülüğün sıradan bir hale gelmesini görmek. İnsan yüzyıllar geçse dahi yine aynı insan, hele yaptığı şeyin kötülük olduğunu bilen bir kasabın süreçte büyük bir faşizm taraftarı iken, yolun sonunda hareketlerinin sonucunu görünce sessizliğe gömülmesi. İşte propaganda, partizanlık ve romantik bir atmosferin insanlara neler yaptırabileceğinin bir portesi.

Aptal gençlik hataları ve yeni bir dünya. Ancak bir şeyi kabul etmek gerek. Hangi dönem olursa olsun. Okumak insana farklı kılıyor.

Yazıyı yayınlamadan önce kitabı hediye etsem iyi olur.

Paul Auster, Cam Kent

Bir kaç gün evvel başladım. Bir süredir uyku problemi çekiyorum. akşamları on ila gece iki arası uyuyorum. sabah beşe kadar bir şeyler okuyor ya da karalıyorum. Ardından bir iki saatlik gece uykusu ve uyandığım gibi işe gidiş.

Yazıyı yazmadan bir kaç dakika önce kitaplığıma geri koydum. Tek kelime, Enterasan. Kitabın ilk sayfalarını çevirirken, Jim Carrey’nin Truman Show adlı filmini okuyormuş gibi geldi. Birden atmosfer değişti. Dünya gerçeğinden kaçmak için kendi yapay gerçekliğini inşa etmiş bir adam. Gerçek dünya içerisinde yeni bir gerçeklik içinde bulur kendini.

Bir gün bir telefon gelir.

“Alo, Bay Auster ile mi görüşüyorum, Paul Auster siz misiniz?”

Şimdi nereye geldik. Polisiye yazarı olan ancak mahlas kullanan otuzlarının sonunda yalnız bir adam. Kendisini alışılmadık bir vakanın dedektifi olarak bulur ve kendini yazmakta olan yazar ile yer değiştirir.

Birden yazarı kitabın içerisinde görürsünüz. O enfes buğulu felsefi diyaloglar, teoriler, yeni bir dünya. Ve bir anda gerçeklik tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkar. Saklanılacak bir gölge yoktur. Şimdi ben kimim, var mıyım, adım ne, nerede oturuyorum.

Seri bir üçleme. Oldukça uygun bir fiyata ikinci elden almıştım. İyi ki de almışım. Diğer kitaplarını şubat ayında okuyacağım. Geçenlerde internete baktığımda filminin çekildiğini öğrendim. Üzerine tatlı niyetine onu izlemeyi düşünüyorum. Belli mi olur, bunun üzerine geniş bir değerlendirme yazısı da gelebilir.

Ocak ayı benim için inişli, çıkışlı, beklenmedik şeylerle doluydu. İyisiyle kötüsüyle geride kaldı. Kitaplar olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. Şimdilik bu kadar.

Kitaplı günlerde kalın…

--

--