İnsanlığın İnsanlığına Ne Oldu? — Nerede hata yaptık?

Manifesto
3 min readAug 15, 2015

By the Photographer

Her şey belki de Adem ile Havva ile başladı. Kurulu bu dünya düzeninde her şeyimizi daha ileri taşımaya ve ferah seviyemizi arttırmaya çalıştık çünkü; “Her şey bizim için.”di.

Yerleşik hayata geçmeden önce, toplu olarak avlanmalarımızda avcılık ve toplayıcılık sistemiyle hareket ederken güçlü erkekler avlandı kadınlarsa topladı.

Yerleşik hayata geçtik, verimliliği arttırmak için yine insanlar sadece belli bir ürün üzerinde yoğunlaşarak üretim yaptı. Peki daha sonra ne oldu? Organizma haline gelen toplu yaşam alanlarımıza adaleti sağlamak için kurallar çıkarıp, kuralları uygulayacak insanlar atadık. Verimlilik üzerindeki mühendislik sadece makineler ya da tasarımlar üzerinde değil her şey üzerine uygulanıyordu. Her şey çok masumaneydi. Her şey bizim içindi. İnsanlar — güdüsel olarak ve olması gerektiği gibi — yine aynı toplum içerisinde bir araya gelerek sınıfları ve locaları oluşturdu. Yine oluşturduğumuz toplum içerisindeki toplumlarda, “Her şey bizim için!” diye diye oluşturduğumuz toplum altı gruplarda paylaşmaya başladık ekmeğimizi, evimizi, yurdumuzu. Bulunduğumuz toplum altı grubumuzu daha ileri taşımak için sadece kendimize Müslüman bir şekilde yaşamaya başladık. Bizden olanı koruyor, besliyor, büyütüyor; bizden olmayanı görmezden gelmeyi bırakın yok sayar duruma geliyorduk...

“Farklılıklarımızın bizi daha ileri götürebilecek bir güç olduğunu hiç bir zaman anlamadık.”

Bu durumun farklında olmadığımız gibi bırakın farklılıklarımıza saygı duyarak bir toprak üzerinde birlikte yaşamayı, artık fanatik tavırlar sergileyerek bulunduğumuz toplumu kutsallaştırma ya da benzersizleştirme algısı yaratma çabalarına girdik. Ama gerçek şu ki — kendi coğrafyamızdan örnek verecek olursak — ne bir Türk dünyaya bedeldi, ne de ölenler geri geliyordu. Yıllarca kendimizi kendimize kırdırdık. Üzülmeyin(!) zaten dünyanın düzeni de buydu.

“Savaşta askerler ölür, krallar konuşulur.” (Troy 2004)

Bu bakış açısı aynı zamanda şunu da ortaya koyarki; — bu durum günümüzde de aynı şekildedir — anaların babaların onca emek vererek büyüttüğü, toplum için — bütün aileler bunu düşünür mü tartışılır — ve kendisi için faydalı olsun, mutlu bir hayat sürsün, aman gözüne çöp kaçmasın diye bakarken; yöneticilerin aldığı savaş kararları ne onların ocağına ateş düşürür ne de üst tabakanın canı yanar. Olan yine halk olur. Peki neden bunu görmemize rağmen savaşıyorduk? Çünkü birey artık ya kendini bir topluma, örgüte, ırka ya da dine dahil hissederek hareket etmeli ya da karşısındakileri öyle hareket etmeye zorlamalıydı.

“Savaş: dudaklarda gülümseme ile ve severek oynanacak bir oyundur.” (W. CURCHILL)

Bir diğer taraftan, toplum içerisi farklılıklar aynı zamanda farklı görüşleri de temsil etmekteydi. Herkesin ayrı telden çaldığı düzen içerisinde bize en çok benzeyen kişileri desteklemeye, toplumu onların yönetmesi içinse çaba sarf etmeye başladık. Ne yazıktırki tüm bu çabalar sadece kurduğumuz “Çağdaş medeni düzen içerinsinde(!)” sadece oy kullanmaktan ibaret bir durumda değildi. Verim ve ferah üzerine, insanlığın daha iyi yerlerde olması için kurulan bu düzen artık çuvallamaya başlamıştı.

Tabi daha toplum altı gruplar arasında görüş farklılıkları varken, her toplum diğer toplumla gül gibi geçinemezdi. Her şeyin bizim için(!) olduğu şu dünyada artık diğer toplumları yok sayar ya da yakar, yıkar duruma gelmiştik. Zaten problem de buydu. Biz diye bir şey yoktu… Kimileri dahil olduğu toplumda fanatiklikten de beter bir vaziyette ırkçı hareketlerle kanunu ve insan canının değerini yok sayarak hareketler ederken, kimi de yazdığım bu durumun farkında olarak sağ duyu ile hareket edip kendi çizgisinde hareket etmekte.

PEKİ SİZCE HANGİSİ DURUMDA OLMAK DAHA KÖTÜ?

Yorum atarak hem fikrinizi beyan etmekten çekinmeyin.

SAYGILAR.

--

--