Ekrem Düşeş’le Yeni Türkiye’nin Keşfi

Kerem Güneş
8 min readApr 30, 2015

Bölüm İki: Barış Manço ve HAP

11 yaşındayken hayatım boyunca pişman olacağım bir şey yaptım. Ailemle beraber İstanbul’a yeni taşınmıştık — okyanus ötesinden — ve oturacağımız evi bulana kadar bir aile dostunun evinde kalıyorduk. Bir akşam ben, kardeşim Ozan ve arkadaşımız Can Playstation oynarken annem merdivenlerden çıktı ve kulağıma fısıldadı:

‘’Çok tatlı bir adam var aşağıda, seninle tanışmak istiyor. Çok seviyorlar onu burada.’’

Ben elimdeki kumandayı bırakmadım ve oynamaya devam ettim, o gece hiç aşağıya inmedim.

Barış Manço birkaç hafta sonra öldü, 31 Ocak 1999'da…

I.

Seçimlere 39 gün kala, Hak ve Adalet Partisi’nin genel başkanı Yiğit Zeki Öztürk telefonumu arıyor. Meltem TV’de bir programda konuşmak üzere İstanbul’a gelmiş, Haydarpaşa Garı’nın misafirhanesinde kalıyormuş. ‘’Yarın sabah 10'da bu taraflara gelebilir misin?’’ diye soruyor. En sevdiğim profesörlerden olan Jale Parla’nın dersini kaçırma pahasına evet diyorum. Seçimlere 39 gün kaldı, ve daha buluşacağım 15 genel başkan var.

Yiğit Zeki Bey’i birinci katta buluyorum, şoförü Ahmet’le kahvaltı yaparken. Yeşilçam filmlerindeki patronlar gibi, sözleri ciddi lakin gözleri gülüyor, kravatı mendiliyle aynı renkte, yürüdüğünde bir uçak gibi etrafındaki basıncı değiştiriyor. Masa başında sıkıcı bir roportaj yapmak istemediğimi söylüyorum ona.

Peki diyor,

ne yapalım?

II.

Moda sokaklarında Barış Manço Müzesi’ni ararken.

İnanamıyorum gördüklerime. Haydarpaşa’dan plakasında 06 HAP Genel Başkan yazan makam aracına bindik, Kadıköy’ün içinden geçtik ve renkli duvarlı pastaneden düz gittik. Hiçbirimiz Barış Manço Müzesi’nin nerede olduğunu bilmiyor.

İnanamadığım kısım o zaman başlıyor: Yiğit Zeki Öztürk kayıp olduğumuzu kabul ediyor ve dış dünyadan yardım istiyor. ‘’Şunlara soralım Ahmet’’ diyor. Köşeye çekiyor Ahmet. Arka kapı yana doğru açılıyor, soruyoruz. Doğru rotaya girmenin keyfiyle Yiğit Zeki Bey arkasına yaslanıyor ve sorumu cevaplamaya devam ediyor:

1952'de Burdur’da doğdum. Bursa’da iktisat okudum, aynı zamanda konservatuvarda Türk Halk Müziği eğitimi aldım…

Sonra içinde bir sigorta atıyor ve tekrar doğruluyor. ‘’Ahmet, Ahmet, şurada iki hanımefendiye soralım, çek, geçtin Ahmet geçtin, geri git biraz, tamam yeter!’’ ve tekrar soruyoruz. Babam dahil tanıdığım çoğu erkek kaybolduklarında yol sormak yerine açlıktan ve susuzluktan bayılana kadar sürmeye devam ediyorlar, ben yolcu koltuğunda ‘’Durup sorsak mı?’’ dediğimde hem vejeteryan hem ateist hem de eşcinsel olduğumu ilan etmişim gibi şüphe içinde bana bakıyorlar. Gerçek bir erkek yol mu sorar? HA!

Her yol sorduğumuzda defterime not alıyorum. Toplam 7 kere yol soruyoruz. Daha HAP’ın siyasi inançları hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ama itiraf etmeliyim ki çok etkilendim.

Musa da bu kadar yol sorsaydı 40 sene sürmezdi denize ulaşmak?

Politika sevdasına nasıl kapıldığını soruyorum.

‘’Babamdan’’ diyor.

Babam Demokrat Partiliydi. Menderes döneminde. O zamanlar halkımız çok fakirdi. Kaput bezini ilk defa Menderes döneminde gördüler. Çarıktan lastiğe ilk o zaman geçtiler. Çok şey değişti. Ben de etkilendim o değişimden. Mezun olduktan sonra memur oldum. 7 bakanlıkta görev aldım. DYP’nin kurucu kadrosunda yer aldım. O zamanlar siyasetçiler bugünkülerden farklıydı. Yanlış anlama, onlar da çalıp çırpıyordu. Hep olmuştur böyle şeyler. Ahmet! Sola girmeden birisine soralım. Şuradaki bakkalın önünde dur. Ama yine de işlerin bir adabı vardı. Süleyman Demirel klas adamdı mesela. Özal da. Tansu Çiller de iyidi. Şimdi yalısında oturuyor, boğazdan geçen gemilere el sallıyor. Ahmet, ekmekli dayıya sorsana! Menderes, İnönü, Erbakan, Türkiye’yi seven insanlardı. Efendim? Ee, tabii olur öyle ufak kavgalar. Önemli olan Türkiye’yi sevmek. Ha, geldik! Ahmet, sen park et, haydi Ekrem inelim biz.

T.C. Kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşları, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes,Bülent Ecevit, Turgut Özal ve 9. Cumhurbaşkanımız, Sn. Süleyman Demirel’in ,Nejmettin Erbakan, Alpaslan Türkeşin Misyon ve Vizyonlarının devamı olan , Atatürkçü ,Tek Merkez VE Milli Çatı Partisi dir. partimiz… HAP, internet sitesi

III.

Eskiden geceleri uyuyamadığımda Woody Allen’ın filmlerini izlerdim. Stardust Memories, The Purple Rose of Cairo, Hannah And Her Sisters. Sonra yetişkin oldum ve Woody Allen’ı biraz ben merkezli bulmaya başladım. Kitaplarını hala çok seviyorum, ama artık gecenin karanlığında bir gün öleceğimi fark ettiğimde Barış Manço’nun Japonya konserini izliyorum.

Ve her defasında- her defasında!- Barış Abi üniversitenin rektörü olan Japon’a sarıldığında ağlıyorum. Başka bir ülkede kendi dilinde şarkı söylemek, kalabalığın ülkenin bayraklarını sallaması, durgun olarak bildiğimiz bir milleti hoplatabilmek, çok gurur duyuyorum onunla, ve ölene kadar yapılacak ne kadar çok şey olduğunun farkında, hayal kurarak uyuyakalıyorum çoğu zaman.

IV.

Barış Manço’nun evi Yusuf Kamil Paşa sokak, numara 5'de. Karşısında hoş bir kilise var, kediler insanlardan korkmuyor, öğrenciler bahçede koşuşturuyor, paralel bir evrende evli olduğumuzu hayal ettiğim güzel öğretmenleri yorulmuş bir şekilde Instagram hesaplarına bakıyorlar.

İçeri giriyoruz ve galoşlarımızı giyiyoruz. Müze girişini ödemek için hamle yapsam da Yiğit Zeki Öztürk erken davranıyor.

‘’Ayıp ediyorsun, sen gençsin!’’

Salondan başlıyoruz gezmeye. Balmumu heykel ve piyano. Barış Manço’nun gezilerinde beğenip getirdiği mobilyalar. Unutulmuş ressamlar tarafından çizilen resimler. Geçmesi yasak olan kordonlar. Oğlu Doğukan’ın, Barış Manço’nun öldüğü gece masada duran defterine yazdığı kalp kırıcı yazı: Babam dünyaya veda etti. 11:30 / 23:30 31.1999. Ve ödüller.

O kadar çok ödül var ki 72'de saymaya bırakıyorum. İkimiz sessizce hepsine bakıyoruz, ve emin olamasam da, aynı anda hayatlarımızı sorguluyoruz. Yiğit Zeki Bey’in aklında önümüzdeki seçimler, ve geride bıraktığı 2 aylık sancılı süreç var.

‘’Ana Parti’yle neredeyse birleşecektik. Sonra, genel kuruldan bir önceki gün, Ahmet Özal geri çekiliyor, şuralara bizim adamlarımızı koyalım, falan filan, kapris. (Turgut Özal’ın oğlu mu?) Evet evet, 2 ayımızı harcadık resmen. Sonra gitti, Leyla Zana’yla yemek yemeler…’’ (Başını sallıyor.)

Ben de seçimleri düşünüyorum. 1 hafta içinde 2 partinin genel başkanıyla buluşarak ilk adımları attım, ama bu ay çok az uyumam gerekecek. Nasıl daha fazla kişiye ulaşacağım? Bu yazılarım siyasetin sıkıcı ve matematiksel olmak zorunda olmadığını gösteren bir akımın başlangıcı olacak mı?

Sonra Barış Manço’yu düşündüm. En azından kimse otobüsüme dinamit atmıyordu daha.

Çıktıkları Anadolu turnesinin Kütahya ayağında Manço’ya göre uzun saçları yüzünden tehdit edildikten sonra tur otobüslerine dinamitle saldırı düzenlendi.-Vikipedi

V.

Dinamit demişken: Türk ordusu ve Azerbaycan ordusu birlikte Karabağ’a girecektir Türk toprağı yapacaktır. Tarihten gelen iki devlet tek millet birlik beraberliğimizi kardeşliğimizi pekiştireceğiz bunu fiilen her alanda göstereceğiz hissettireceğiz. — HAP internet sitesinden

‘’Biraz… tepki çekmez mi bu işgal?’’ diye soruyorum, Barış Manço’nun kostümlerine bakarken.

‘’Amerika yüz yıldır yabancı topraklara müdahale ediyor, gittiği her yerde kan ve gözyaşı bırakıyor, kimse ona karşı çıkamıyorsa bize de çıkamazlar. Avrupa dışarıdan demokratik gözüküp göçmenlerine, yabancılarına faşistçe davranıyorsa, kimse ona karşı çıkamıyorsa bize de çıkamazlar. Tarihi kaynakları incelersen orada hakkımız olduğunu görürsün, Ermenilerin bize yaptıkları katliamı. İktidara geldiğimiz 365 gün içinde- ki ordumuzun durumuna göre daha da çabuk olabilir- yüce Türk ordusu Azeri ordusuyla bir olup bu haksızlığa karşı çıkacaktır. Sonra da Kandil’e gireceğiz, orada Türk bayrağı dalgalanacak, bebek katilini ise sallandıracağız!’’

‘’Türk milletinin idam istediğine emin misiniz? Benim çevremde kimse lafını bile etmiyor artık’’ diyorum.

‘’İstiyorlar. %90'ı istiyor. Hatta %95'i!’’

Bunları konuşurken arkada Gülpembe çalıyor. Yiğit Zeki Bey savaş ve idam konuşmalarını unutuyor, gülümsüyor.

‘’Bu şarkı ilk çıktığında dinleyip ağlardım hep, çok güzel bir şarkı…’’

VI.

‘’Apo’yu idam etmek istiyorsunuz, çözüm sürecini alt etmez mi bu?’’ diye soruyorum.

‘’Ne çözüm süreci! Kürt halkının öyle bir sürece ihtiyacı yok ki!’’ diyor Yiğit Zeki Bey. ‘’Kurtuluş Savaş’ında Nene Hatun, Kara Fatma, nice kahraman hanımlar ve beyler, yiğitler ve kahramanlar, ayaklarında ayakkabı yok, hayvan pislikleri içinde, yiyecek yemeklerini bile o pisliklerin içinden ayıklıyorlar, Sakarya’da, Dumlupınar’da, aynı siperde ölmüşler, aynı kaptan yemek yemişler, Lazlar Çerkesler Kürtler Egeliler, hepimiz Türküz, Türkiye hepimize ait!’’

Yiğit Zeki Bey bu uzun konuşmalarını yaptığında her yeni gelen cümle, sanki o an aklına gelmiş gibi konuşuyordu, halbuki eminim bininci kez söylüyordu. Ona iyi bir hatip olduğunu söylüyorum.

‘’Teşekkürler’’ diyor, ve konuyu BOP’a çeviriyor. Kürt sorununun İsrail ve Hristiyan ortak manipülasyonu olduğunu söylüyor.

Şövalye odasında

VII.

İlk başta BOK diye anlıyorum. Tam defterime ilk küfreden genel başkan diye yazacaktım ki dank ediyor: B.O.P. Doğru ya! Büyük Ortadoğu Projesi. 11 Eylül sonrası Amerika’nın ortadoğuya ‘’demokrasi’’ getirme projesi.

Belki benim düşüncem bu- ve Yiğit Zeki Bey’e tüm saygılarımla karşı çıkıyorum- ama B.O.P’un Türkiye’yi Amerikan kölesi yaptığı düşüncesine katılmıyorum.

Devletlerin birbirlerinin kuklaları olduğu günler geçmişte kaldı, devletler artık o kadar güçlü değil. CIA bile istihbaratının bir kısmını CNN’den alıyor. Amerika Irak’ı işgal ettiğinde askerlerinin büyük bir kısmı özel bir şirket olan Blackwater’dandı. Google, Facebook ve Apple bizim hakkımızda daha çok şey biliyor Amerikan devletinden.

Ve şirketler uluslararası oldukları için, herhangi tek bir ülkenin çıkarlarını gözetmiyor, o yüzden de… Aman neyse, bilmiyorum. Belki de Yiğit Zeki Bey haklıdır. Ama asıl soru şu: Haklı olmak ahirette önemli olabilir, lakin bu dünyada herkes kendine göre haklı, senin diğerlerinden daha haklı olduğunu göstermek için de etrafındakilere kazanç sağlaman gerek.

Amerika’yı, İsrail’i suçlarsan, onlara kazanç sağlamazsan, barajın altında kalmaya mahkum olursun.

Bunu söylediğimde kararlı bir şekilde söylediklerini tekrar ediyor Hak ve Adalet Partisi’nin genel başkanı.

‘’Kriz geldikten sonra görürüz’’

VIII.

Turumuzu tamamladıktan sonra bahçedeki kafeye oturuyoruz. Ben bir yeşil çay söylüyorum, Yiğit Zeki Bey’se kahve. İkimiz de şeker kullanmıyoruz, buna sevinip şekerlerimizi imzaladıktan sonra birbirimize hediye ediyoruz.

HAP daha çok yeni bir parti, teşkilatlarını genişlettikçe fikirlerini değiştirecekler. Değiştirmeliler de. Bu ay Güneydoğu turuna çıkacaklar, orada yaşayanlarla konuştuktan sonra bakalım çözüm süreci hakkında neler düşünüyorlar? Yiğit Zeki Bey Azerbeycan’a hiç gitmemiş, belki Karabağ’ı ziyaret eder ailesiyle beraber, orada çocukları köydeki çocuklarla arkadaş olur, o da eşiyle tadı pek de güzel olmayan ama kibarlıktan beğenmiş gibi yaptığı yerel bir unlu tatlıyı paylaşırken gün batımını izleyip galeyana geldiği için gülümser.

Vedalaşmadan önce ona getirdiğim hediyeyi veriyorum. Her genel başkanla buluşmamda sevdiğim bir kitabı ödünç vermeye karar verdim, bu sefer kitap değil de dergi aldım yanıma bir tane.

Eskişehir’deki arkadaşlarımın çıkardığı Calling adında bir dergi. İstanbul’da ve İzmir’de de var. Yeni yazarlar ve illüstratörler arıyorlar, para ya da herhangi bir ödeme yapmıyorlar (kitap, t-shirt, konser bileti vs..) ama dağıtım ağları çok iyi, ve deliler gibi çalışıyorlar. Takdir ediyorum çok. Umarım daha çok dergi kurulur.

Vedalaşmadan önce Yiğit Zeki Öztürk’den sevdiği bir şarkıyı söylemesini rica ediyorum. Muzurca gülümsüyor ve mırıldanmaya başlıyor:

yaylalardan ovalara
sarı inek kaybolmuş
yayan değil
kır atına
ay yarim bin de gel
anan geldi
baban geldi
dayın geldi
halan geldi
davul zurna
çalan geldi
hadi gari sen de gel…

Sesi tok ve utangaç. Sözler arasındaki ba ba bam’ları da yapıyor, kendini tamamen veriyor şarkıya. Bitince gülümsüyor. Yanımızdan geçen Suriyeli dilenci bir kıza para veriyor, yanağını sıkıyor, sonra da kafa tokuşturuyoruz ve Ahmet’le beraber Büyük Bilinmeyen’e doğru sürüyorlar, Don Kişot ve Sancho Panza gibi.

Onunla konuşmak isterseniz, telefon numaraları O5352146696, 05422140696 ve 05320616448. Sesinizi duymaktan çok mutlu olacağına eminim.

(Bir serinin 2. yazısıdır. İlk yazıyı okumak için. 3. yazıyı okumak için.)

--

--

Kerem Güneş

Co-Founder of BookSerf, Muzur at Bitti Gitti. Enjoying the world’s craziest city. (Istanbul.)