Ekrem Düşeş’le Yeni Türkiye’nin Keşfi

Kerem Güneş
10 min readApr 26, 2015

--

Bölüm Bir: Sokak Sanatı ve LDP

Seçimlere 45 gün kala, sabah uyandım ve kime oy vereceğimi bilmediğimi fark ettim. CHP diye düşünüyordum, lakin yeni reklam kampanyasıyla (her zamanki gibi) hayal kırıklığına uğratmıştı beni. HDP sempatik geliyor — Demirtaş’ı Kennedy’ye benzetiyorum, üstelik enstrüman çalıyor!— ama Kürt halkına oy verecek kadar tanımıyorum onları. AKP’dense çoğu insan gibi nefret etmiyorum- inatlarını ve hırslarını takdir ediyorum- ama 3 dönem kuralından dolayı emekli olacak Ali Babacan, Bülent Arınç ve zaten ayrılmış olan Abdullah Gül gibi isimlerin yerine gelen ikinci nesile güvenemiyorum. Şu anda herkes hesaplar peşinde, oy vermek matematiksel ve çok ciddi bir oyuna döndü. Ciddi ve sıkıcı bir oyuna.

Kime oy vereceğimi karar vermeden önce barajı geçemeyeceği tahmin edilen 16 partinin genel başkanlarıyla buluşmaya karar verdim ben de. Onlarla- ve seninle, sevgili okuyucu- kendi Yeni Türkiye’mi keşfedeceğim. Son 3 yıldır, önce BookSerf, sonra da Bitti Gitti sayesinde hepimize umut verecek kadar çok şey gördüm, ki daha neler neler var! Konya’da Arduino’yla robot yapan liseliler var artık! Gelecek heyecanlı. Bakalım diğerleri nasıl düşünüyor:

I.

İstanbul’da Şişhane metrosunun Kasımpaşa durağından çıktığında Galata Kulesi’ne doğru yürü. Işıkçıların sarı laciverte boyadığı sokağın sonundaki merdivenlerden in ve sola dön. Girilemez gözüken inşaat çitindeki aralıktan içeri gir.

Gördüğün manzara nefesini kesecek.

Eren Aslanhan, İstanbul’dan milletvekili adayı; ve Cem Toker, LDP’nin Genel Başkan’ı.

16 Nisan Perşembe günü, Liberal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Cem Toker ve Başkan Yardımcısı Eren Aslanhan da büyümüş göz bebekleriyle etraflarına bakıyorlar. Seçimlere girecek tüm partiler arasında onlarla başlamaya karar verdim, çünkü Oy ve Ötesi’nde sandık gözetmeni iken onların kartıyla girebildim salona, bu güzel hareketlerini unutmadım. Bir de logoları olan yunus çok fiyakalı. (Tahmin edin kim çizmiş onu. O kadar absürd ki şimdi söylemek istemiyorum, yazının sonunda söyleyeceğim.)

‘’İstanbul’da böyle bir yer mi varmış?’’ diye soruyor Cem Toker, hayret içinde. Eren’se telefonunu çıkarmış, fotoğraf çekiyor bile.

Var. Er ya da geç anlaşmazlıklar çözülecek, pazarlık bitecek ve birileri el sıkışacak. Tüm bu güzel resimlerin olduğu binalar yıkılacak, ılık güneşin altında Efes Extra’dan sızmış evsizler gidecek ve değişim gelecek. (Olsun, geldiğinde başka yerler buluruz. Şimdi buradayız ve çok şanslıyız.)

Bu boş aramide sevdiğim birçok insana ait eser var, lakin EN sevdiğim Ruben Sanchez’in Dönerhead’i. Ruben Dubai’de yaşayan bir kaykaycı ve sokak sanatçısı. En yakın arkadaşım ve bana sokak sanatı merakını bulaştıran Arda Dubai’ye gittiğinde tanıştı onunla, Ruben de İstanbul’a geldiğinde Arda’nın koltuğunda yattı ve bol bol etrafı boyadı. Bu meydan dışında Moda’da, Garipçe’de, Adalar’da Ruben’in resimleri var.

Ruben Dönerhead’i yaparken benim gözcülük yaptığımı söylüyorum. (Bina sahibinden izin aldık tabii öncesinde.) Tam 7 saat sürmüştü yapması.
‘’Polis gelmedi mi?’’ diyor Cem Toker.
‘’Geldi.’’
‘’Öyle durumlarda hangi kanuna dayanarak geldiğini soruyoruz, cevap bulamayıp gidiyorlar.’’ diyor. Eren gururlu bir şekilde başını sallıyor.

Oysa o gün polis yanımıza geldiğinde — ki aslında biraz abartıyorum, polis değil de yandaki metro köprüsünün bekçisiydi, belinde iri bir cop vardı ama ve kızgındı — tartışmaya ihtiyaç duymadım onunla. Evet, kızgın bir şekilde geldi yanımıza, sonra merdivenlerin tepesinde boyama yapan Ruben’e baktı, sonra da duvara, ve… Gülümsedi. Ne kadar güzel oluyor dedi. Döner mi o kafasındaki dedi. Evet dedim, Ruben döneri çok seviyor, bak adamın kucağında da bıyıklı tavuk var. Güldük, sonra şehrin güzelleşmesini izledik. Akşama kadar sık sık yanımıza geldi bekçi, araziyi sığınak olarak belirleyen tinercilerden koruma bahanesiyle. Ona da gerek kalmadı ama, bekçi yokken tinerciler de geldi yanımıza. Merdivenlerin tepesinde boyama yapan Ruben’e baktılar, sonra da duvara… Gerisini tahmin edebiliyorsunuz. Onlar da yanıma oturdu, şehrin güzelleşmesini izledik beraber.

II.

Liberal Demokrat Parti 1994 yılında Besim Tibuk tarafından kuruldu. İsmine yakışır şekilde ilginç birisiydi Besim Bey. Turizm rehberi olarak başladığı iş hayatında yükseldi, an itibarıyla değeri 1 milyar 100 milyon lira olan Net Holding’i kurdu ve büyüttü. Turgut Özal’ın danışmanlığını yaptı, onun ölümünden sonra da LDP’yi kurarak siyasete girdi.

Demirciler Çarşısındaki iken

Karaköy’ün ara sokaklarından yürürken Cem Toker Besim Bey’le ilgili bir anısını anlattı: ‘’Besim çok farklı bakıyor olaylara. Mesela Mısır’da bir konferanstaydık ve bizimkisi Mısır toplumunda mezar hırsızlarının çok önemli bir yere sahip olduklarını söyledi. Herkes şaşırdı, çok kızdı, en büyük toplumsal suçlardan biri mezar soymaktı çünkü. Nasıl oluyor diye bağıranlar oldu. Besim de dedi ki adamlar toprağa gömülü hazineleri, altınları alıyor dolaşıma sokuyor! Piyasaya çok faydalı bir iş yapıyorlar, o paralar ekonomiyi güçlendiriyor, mezarda paslanacaklarına. Tam bir liberal hareketi. Bunu dedi, herkes ikna oldu. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi!’’ Gülüyorum, ben oradaki Mısırlılardan olsaydım ben de ikna olurdum.

Besim de dedi ki adamlar toprağa gömülü hazineleri, altınları alıyor dolaşıma sokuyor!

Sonra seçimler oluyor ve LDP %0.41 oy alıyor. 2002’de de %0.28. Besim Tibuk istifa ediyor ve 2005'de yerine Cem Toker geçiyor. 2007 seçimlerinde %0.1 oy alıyor, 2011'de şaha kalkıyor ve %0.36'ya çıkıyor. Yani bin kişinin 3.6'sı LDP’ye oy veriyor 4 sene önce.

Facebook’daki 4 profil resmimi sırasıyla 12,10,3 ve 11 arkadaşım beğense sadece, bir şeyleri yanlış yaptığımı düşünüp kendimi sorgulamaya başlarım. Oysa Cem Toker’in geleceğe inancı sarsılmaz.

‘’Bundan sonraki seçimlerdeki hedefimiz en az %3 oy almak, böylece hazine yardımı alarak teşkilatımızı güçlendirebiliriz’’ diyor. Dur bir dakika, devletten daha az şey bekleyip kendi şansımızı kendimiz yaratmalıyız diyen bir partinin umutlarını devlet desteği üzerine kurması garip değil mi?

III.

Medeniyeti kurmak için her şeyi bulabileceğin Perşembe Pazarı’nı geçiyoruz ve sahile doğru yürüyoruz. Yürüdüğümüz her sokakta kepenkler ve duvarlar boyalı, hepsinin bir hikayesi var.

Şuradaki duvarı Bok Crew Pera Müzesi’ndeki sergi için gelen Ad No için ayarladı, ondan dolayı For Bok Crew yazıyor. ‘’Bok Crew kim?’’ Bizim çocuklar. Leo var, Hure var, Olihe var, Punch var, Hero, Repus, Mury’s; senelerdir şehrin her yerini boyuyorlar, gördüğün ve görmediğin sokak sanatının yarısı onlarındır. Mesela bu Hero’nun, çok iyi değil mi? ‘’İyimiş…’’ Bunu Johannes yaptı, sevgilisi Sophie’yle. Yandaki camiin imamı geldi ve tavsiye verdi. Esnaf dürüm ve ayran ısmarladı onlara. Ama Mr. Hure’nin işinin üstüne yaptığı için onlar da sonraki gün gelip geri yazdı adını. Cross’lamak deniyor buna sokak sanatı dilinde. Bunu Arda yaptı, Johannes deminki duvara yapıyorken sokağın aşağısındaki dalgıç dükkanı ondan boyamasını istedi, bu nahoş dalgıcı yaptı. Aslan dalgıç çok sevdi, ben de üstteki kemençe ustasıyla çay içtim, müzik çaldı. Bunu da Esk Reyn yaptı, tuğlaların sınırları içinde yapması çok doğal göstermiyor mu, sanki hepimizden önce bu resim buradaymış gibi. ‘’Hep spreyle mi yapıyorlar bunu?’’ Genelde, ama kağıdı tutkalla da yapıştırıyorlar bazen, bazen de stencil yapıyorlar. ‘’O ne?’’ Bir kağıtta yapmak istediğin görüntüyü maket bıçağıyla kesiyorsun, kağıdı duvara tutup sprey yapınca aynısı çıkıyor. ‘’Biz de bizim logoyu mu yapsak?’’ Yapın tabii. Ama sadece yunus gözüksün. Ve izin alın duvar sahibinden. İzin almazsan vandalizm oluyor. (CHP’nin yeni reklamına en büyük kızgınlıklarımdan biri de alkışlayan eller yapanların duvar sahiplerinden izin almadan yapmaları, demokrasi demokrasi diye bağırıyorlar ama özel mülkünü boyadığın insanın iznini almamak yapabileceğin en sinsi hareketlerden biri.)

Ama evet, LDP sokak sanatına ilgi duymaya başlarsa fevkalade olur bence. Türkiye’de güzelleşmeyi bekleyen çok duvar var, hevesli bir sürü genç, ve biraz destekle mucizeler yaratacak daha da fazlası. Belediyeler bunun farkına varmaya başladılar bile, İstanbul’un Güngören ilçesinde mesela. (Başka bir gün bir parti başkanıyla da orada buluşursam siz de görürsünüz.) Ya da Kadıköy’de, Cem Toker sonra Kanal D’yle bir roportaj yapacağı için vapurla karşıya geçmiyoruz lakin orada devasal, aklını alan resimler var, tüm binayı boydan boya kaplayan, belediye tarafından desteklenen ve yurtdışından gelen sanatçıların yaptığı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü aracılığıyla trafolarını ve alt geçitlerini boyatıyor, gençlerin sanatla para kazanmasını sağlıyor.

IV.

Leo Lunatic’in dünyaca meşhur pandalarının birinin olduğu çay bahçesinde mola vermek için oturuyoruz ve Cem Toker bana bir seçim broşürü uzatıyor. Karıştırıyorum, ve gözüme hoşuma giden bir cümle çarpıyor: 5 kişinin altındaki şirketlerden vergi almayacağız! Esnafımız büyüyecek ve zenginleşecek!

Şu an Türkiye’nin güzel günler görmesini istiyorsak daha çok şirket kurmalıyız. Şirketlerimizle yurt dışına da oynamalıyız. Sonuçta güzel bir şey yapıyorsan, Kayseri’deki insan da sever, Hong Kong’daki de Tahran’daki de. Ülke olarak ihracatta pek iyi değiliz, hem euro ve dolar da yüksekken yurt dışına satış yaparak bunu lehimize çevirebiliriz. Şu an bunu yapmak için önümüzdeki en büyük engellerden biri ufak şirketlerden de vergi alınıyor olması. Küçük şirketlere 1 senelik bir vergi tatili versek, daha hızlı büyürler ve verdikleri vergiler daha çok olur.

Ama- tıpkı LDP’nin dediği gibi- bunu devletten beklememize gerek yok. Yeni bir şirket kurmanın şartları zor olabilir, her geçen günle düzeliyor lakin. (Yazının sonunda KOSGEB’in linkini koydum.) Kendin koyuluyorsun yola, belki tutkunu paylaşan bir arkadaşınla, uzun bir süre öyle idare ediyorsun sonra 3. birisi ekleniyor, sonra 4., belki para kaybediyorsun ailen ve akrabaların ezik olduğunu düşünüyor, mücadeleye devam edersen ama eninde sonunda sesini duyurabiliyorsun, hem Türkiye’de hem de dünyada.

Devleti vergi konusunda ikna edene kadar yapmamız gerek çok şey var daha. ‘’Girişimcilik endeksinde sonuncuyuz’’ diyor Cem Toker. Girişimcilik konusunda sonuncu olan ülkede ne vergi indirimi? Adı üstünde, bizim girişmemiz gerek ki bizden sonra geleceklerin önünü açalım.

Tabii bunun sorumlularından biri bürokrasi. ‘’Bir turşucu bile açmak istersen 26 çeşit bedel ödemen gerek, farklı farklı dairelerden izin alman gerek.’’

Evet, ama artık turşucuyu hemen açmak zorunda değilsin. Evinde turşu yaparak başlayabilirsin, Instagram’da turşularının fotoğraflarını çekersin, belki tariflerini yazarsın, turşu günleri düzenlersin ilk başta kimse gelmez sonra daha fazla turşu sever gelir, sen de turşularını sürekli geliştirmeye çalışırsın ki turşu sevmeyen insanlar bile ilk seninkilerle sevsinler. Blog’unu İngilizce’ye çevirirsin, başka ülkelerden turşu severler yazar sana, birkaçına turşularını kargolarsın bile.

Sonra birisi sana der: ‘’Bence bir turşu dükkanı açmalısın.’’

Düşünürsün, araştırırsın, ve anlarsın ki o zamana kadar en zor kısımları atlatmışındır bile, 26 çeşit bedel çok eğlenceli olmasa da vermenin bir çaresini bulacaksın, çünkü turşu yoluna koyulmuşundur. İvmen vardır.

LDP hayatımızı zorlaştıran kuralları değiştirmeye çalışıyor. Cem Toker’in de ekibinin de benim daha mutlu, daha zengin olmamı istediğini anlıyorum. Ama bunun için neden meclise girmeyi beklediğini anlamıyorum. Değişim üstten alta yayılmaz, alttan üste çıkar.

Cem Bey’e kendi kişisel servetini sorduğumda pek mütevazi olduğunu söylüyor. ‘’İnsanlar bizi zengin sanıyor, oysa benim şuradaki gibi bir arabam var.’’ Arabalarla pek aram iyi değil ve gösterdiği araba biraz uzak, pek lüks bir model olmadığı belli ama.

‘’Nerede oturuyorsunuz?’’ diye soruyorum.

‘’Mecidiyeköy.’’

‘’Zengin olsanız daha ikna edici olmaz mısınız?’’ diye soruyorum.

Soru ağzımdan çıktıktan hemen sonra pişman oluyorum. Kendimi Enver Aysever gibi hissediyorum, haklı ama ukala. Üstelik Besim Tibuk zengindi, o da çok düşük oy aldı. Başka bir nedeni olmalı bunun. Ne, inanın bilmiyorum. Uzun bir süre sessiz kalıyor Cem Toker.

Çayı Cem Toker ödedi, bu cömertliğiyle kafamdaki ‘’liberal’’ kavramı iyice allak bullak oldu

‘’Daha hazır değil bize Türk milleti’’ diyor. ‘’Bize destek veren çok insan var aslında, ama barajı geçmeyeceğiz diye başka partiye oy veriyorlar.’’ Buradan LDP’ye destek verenlere sesleniyorum: Sevgilinizle sevişiyorken de başka birisini mi düşünerek orgazm oluyorsunuz? Madem seviyorsun, oyunu da ver, tıpkı demin vergi meselesinde konuştuğumuz gibi, ne kadar parti barajı geçmeye yaklaşırsa, onu indirmeyi o kadar düşünebiliriz halk olarak.

Şimdi tabii ki barajı indirmeyi ciddiye almıyoruz — en azından ben almıyorum — çünkü barajın altındaki partilerin oy durumunu görüyoruz. Eğer benim gibi kararsız değilsen, LDP’ye gerçekten inanıyorsan, bas oyunu balığa!

Ahmet Kenan Türker anlattı: “LDP yüzde 36 oy alırken rakibimiz BDP yüzde 39 oy aldı. 200 oyla seçimi kaybettim. Daha önce AKP’den aday adayıydım ama seçilmedim. LDP ne sağcı, ne solcu. Bu yüzden seçtik. Tabii bir de balık önemli. LDP’nin amblemi. Biz, buradaki seçmen LDP’yi tanımadığı için amblemini, yani yunus balığını anlattık. Balığa basın dedik. Aday göstermeyen partiler içinde amblemi en kolay olanı oydu. (Oğuz Yeter haberi, Vatan Gazetesi, 2014)

V.

Karaköy’ün merkezine varıyoruz. Ardı ardına dizilmiş cafeler, her biri dopdolu, haftaiçi ve iş saatlerinde olmasına rağmen. Cem Toker eskiden burasının tavuk pazarı olduğunu söylüyor, babasının çiftliğindeki tavukları sabahın 4'ünde kamyona bindirip buraya gönderirlermiş. İkisini hayal ediyorum, şafak ayazında baba oğul kafesleri taşırken. Küçük Cem erken uyanmak zorunda kaldığı için babasına kızgın mıydı? Yoksa böyle önemli bir işe dahil edildiği için mutlu mu? Büyük ihtimale ikisi birden, insan olmanın en eğlenceli kısmı benim için içimizdeki farklı hislerin ebru gibi iç içe geçmesi. Şimdi de hepimizin babası gibi olan devlete hem kızgın, hem de siyaset oynuna dahil olabildiği için mutlu. Bir yere gitmeye niyeti yok, Don Kişot kadar inanmış yoluna. İnsanların mantıklarını olduğu kadar hislerini de harekete geçirmeyi öğrendi mi bir sonraki seçimlerde hayaline ulaşabilir belki. Ekonomik olarak zor günlere giriyoruz gibi gözüküyor, bunu engellemek ve krizden çıkmamız için elinden geleni yaparsa-kimseyi suçlamadan- fırtına dindikten sonra çok daha sağlam çıkabilir meydana.

Özellikle Özgecan cinayetinden sonra bu kitabı hepimizin okuması daha da önemli oldu. Merak etmeyin, ciddi olsa da çok komik.

Vedalaşmadan önce ona son zamanlarda okuduğum en iyi kitap olan Seray Şahiner’in Antabus kitabını ödünç veriyorum. O da bana amcası Yalçın Toker’in Siz Ona Padişah Derseniz kitabını veriyor. Elini sıkıyorum. Eren’inkini de.

LDP’nin logosunu- da da dımm- SALİH MEMECAN TASARLAMIŞ!!!!! Çok komik değil mi, şu sıralar ülkemizdeki liberaller tarafından en sevilmeyen insanlardan biri olan Memecan aynı zamanda en sevilen sembollerini tasarlamış. Ben çok güldüm duyduğumda. =)

VI.

Bu garip yolculuğa çıkmamın en büyük nedeni, geleceğe olan… Bu kelimeyi kullanacağımı hiç düşünmezdim: İyimserliğim. Belki ben mide kanseri olurum sönüp giderim, masum insanların başlarına üzücü şeyler gelir, kriz gelir sıçarız. Deprem olur, göçük altında ağlayarak gelmeyen bir kurtarıcıyı bekleriz. Bunların olmaması için elimden geleni yapmaya karar verdim ama. Diğer türlüsü- hep bir kurtarıcı beklemek- çok daha sıkıcı. Atatürk öldü. Geri gelmeyecek. Komünizm tarihin en büyük faşist diktatörlüklerine neden oldu. Dine karşı olabilirsin, bir yere gideceği yok ama. Ateistlere karşı olabilirsin, onların da bir yere gidecekleri yok. Baş örtüsünün kadına ayıp olduğunu düşünebilirsin, porno filmlerin de. Bunları kabullenip hepsinden öğrendiklerimizi harmanlayabiliriz. Eğer başkalarının Yeni Türkiye’sine karşı çıkıyorsan, onu oluşturmak için gece gündüz çalışanlara katılmalısın. Etrafımızda olan biten heyecanlı çılgın bir sürü oluşum var, eğer sen de sesini duyurmak istiyorsan, etrafındaki kötümserlikten sıkıldıysan, kendi Yeni Türkiye’ni anlatmak istiyorsan, yaz bana. Hangi şehirde olursan ol, bana ekrem.duses2015@gmail.com’dan ulaşabilirsin. Bu yazıyı beğendiysen de paylaşman süper olur, beğenmediysen de nasıl daha iyi yapabilirim diye anlatırsan daha da süper olur.

Cem Toker’e ulaşmak için: https://twitter.com/tokcem

LDP neymiş bakmak için: https://twitter.com/liberaldemokrat

Fikrini gerçekleştirmek için 30,000 lira karşılıksız yatırım alabileceğin KOSGEB’e göz atmak için: http://kobicep.kosgeb.gov.tr/Pages/Basic/SupportInfo.aspx?i=64

Ve lütfen Seray Şahiner’in romanını oku. Hem çok güleceksin, hem de çok ağlayacaksın. Bazen ikisi bir arada.

Sokak sanatı konusunda buzdağının görünen ucunu gördün sadece, iyice keşfetmek için: http://www.streetart-istanbul.com/ ve https://www.facebook.com/streetartistanbulapp ve https://instagram.com/istanbulstreetart

İkinci yazı: Barış Manço ve HAP

--

--

Kerem Güneş

Co-Founder of BookSerf, Muzur at Bitti Gitti. Enjoying the world’s craziest city. (Istanbul.)