Adalet ve Doğruluk

Kaybetmenin Adaleti

Osman Tırak
Türkçe Yayın
Published in
12 min readJan 9, 2020

--

“Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir… (Toplumda yaşayan) insanlar birbirlerine ‘ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince civitas olarak adlandırılır. Bu büyük Leviathan‘ın doğması demektir.” Thomas Hobbes

Eski çağlardaki hukuk ve dinler bakımından yapılan değerlendirmelerden bu yana toplarlarsak, insan ne değildir?

1.çocuk 2.kadın 3.köle 4.deli 5.vahşi 6.barbar 7.hayvan 8.melek 9.tanrı (1)

Onbinlerce yıllık insanlık medeniyetinden günümüze kadar, daha sadece geçen yüzyılda kadınlara oy hakkı verilmiş, erkeklerle eşit görülmeye başlanmıştır. Bildiğimiz anlamda kölelik de benzer bir sürece sahip. Zaten köle de, kadın da insanın (erkeğin) birer eşyası olarak nazara alınmıştır. Çocuk da öyledir, babaya aittir. Delilerin cezai ehliyeti yoktur, onları öldürmek de eski medeniyetlerde cezasızdır. Çünkü onlar insan değildir. Vahşiler şehirde yaşamayan, belki dilimizi biraz konuşabilen topluluklardır. İnsan şehirde yaşayan, toplumsal, medeni ve uygar bir canlı olduğu için vahşiler de insan olamazlar. Barbarlar ise bizden olmayan demektir daha çok. Aynı dili konuşmayan, konuştuğu anlaşılmayan olduğu için barbar denmiştir.

İlk 7 kategorinin insan olmamasının ortak özelliği akıllı canlı olmamalarıdır. Onları akılsız birer varlık olarak görürler. Ama bunun yanında insan tanrı veya melek de olamaz. Zira insan saf akıl veya saf iyilik de değildir. İnsanın tercihleri vardır, iyi veya kötüyü seçebilir; insanın arzuları vardır, saf akıl gibi hareketsiz ve eksiksiz değildir. Melek veya tanrı olamayan insan şeytan olabilir mi peki? Yani saf kötülük… Bu da mümkün değildir. Neyse bu başka bir konu.

The Island (2005)

Şu an geçiş krizini yaşadığımız yapay zeka çağında, ben 10. bir kategori daha eklerdim: İnsan bitki değildir. Çünkü artık gelişen teknolojiler sayesinde bilincini kalıcı olarak kaybetmiş bir insan uzun yıllar yaşatılabiliyor. Bu ister bitkisel hayatta tutmak olsun, ister organları başkaları için koruma niyetli olsun. Hatta muhtemelen yakın bir gelecekte insana tam dönüşmemiş organik yaratıklar, hastaların kendi genetik kodlarından yaratılarak organ tedarikinde kullanılacak. Fakat asıl bitkileşmenin, modern köleliğin de evrildiği şu zamanda gerçekleşmekte olduğu kanaatindeyim. Yapay zeka sayesinde artık birçok fabrika işçisine, hatta avukat, doktor gibi yüksek öğretim gerektiren meslek gruplarının bir kısmına olan ihtiyaç ortadan kalmakta. Çoğunluğu eğitimsiz zekalar olan, fakir, faydasız bu kitleler ne olacak? Dünya nüfusunun en üst seviyeye ulaştığı çağımızda artık kambur haline gelmiş bu yığınların “azaltılması” planları var. Aralarında nispeten eğitimli, varlıklı ama sosyal ve mesleki anlamda yarar getirmeyenler ise gönüllü bir bitkileşmeye doğru gidiyorlar. Japonya’da başlayan, evden çıkmadan sadece oyun ve eğlence ile ömrünü tüketmeye çalışan genç nüfusların artışını kastediyorum.

İnsan ne değildir, sorusuna bir de tersten bir soru ekleyelim. Yapay zeka insan mıdır? İnsan gibi akıllıdır diyebiliriz belki, tercihleri de vardır. Peki bu tercihlerini nasıl, hangi ilkelere göre belirler? Neyse bu da bir başka konu.

Kaderin öngörülemez ve önlenemez tarafını simgeleyen bir tufan düşünün. Doğayı alt üst edecek. İnsana ait bütün planları, olağan imkanların dışına iterek boşa çıkaracak. Böyle bir tufanda, sadece yüksek dağlarda yaşayan barbarlar hayatta kalırlar. (Eğer varsa, bir de gemisiyle suyun üstünde kalmayı başaran medeni topluluklar. ) Tufandan sonra sular çekildikçe hayatta kalanlar ormanlara (vahşiler) ve daha sonra ovalara doğru inerler. En son sahillere… Yani medeniyetin geliştiği, diğer toplumlarla ilişkilerin başladığı yere. Şehir ve devlet burada kurulur. İş bölümü, yasalar ve kölelik başlar. (2) Zamanında dağların tepelerinde çobanlık yapan barbarlardır genelde devletleri kuran ve diğerlerine hükmedenler. O nedenle, geri kalmış ülkelerde toplumlar hala koyunlar gibi yönetilir. Medeni ülkelerde ise devlet gemi gibi yönetilir, tıpkı sahillerdeki antik şehir devletlerinde olduğu gibi. Çobanın amacı sadece koyunlarını bir arada tutmaktır, bunun için de köpeklerini ve kurtların tehdidini kullanır. Bir olmaktan, birlikten söz eder devamlı; çeşitliliğe ve çok sesliliğe tahammülü yoktur. Oysa birliğin sonu hep uçurumdan aşağı topluca intiharla biter. Ahenkli, medeni bir çeşitlilik, eleştiri kültürü ve verimli bir çatışmacılık ise sürekli gelişmenin anahtarıdır. Kaptan ise mürettebatını değil gemiyi yönetir; amacı kişiler üzerinde hakimiyet değil birlikte bir hedefe ulaşmaktır. Dalgalar ve rüzgar (yani “dış güçler”) ne düşmandır ne de dost; aklını kullanmasını bilen bu güçleri lehine çevirir, bilmeyen Zeus’u, Posedion’u veya “üst akıl”ı suçlar kendini aklamak için. Gemideki hiyerarşi liyakata göre olmalıdır. Eğer kaptanın zaafları varsa liyakat yerine sadakat ve yalakalık üzerine hareket eder. Ehil olmayanların elinde, gemi ilk fırtınada batar.

Tufanı kaderin büyük kırılmalarına benzetmiştim. Deniz de kaderin bütününe yakındır. Eğer özgür bilincinizi harekete geçiremezseniz, dalgaların ve rüzgarın belirsizliğine teslim olursunuz. Her insanın kaptanı aklı, mürettebatı ruhun diğer yetileri (arzu ve öfke), kuralları ise erdemler ve adalettir. Adalet yoksa insan da, devlet de yaşamaz.

Adaletsiz İnsanlar: Zalimler ve Tiranlar

“Adaletsiz insanlar çıkarcı insanlar olduklarından sadece iyilerle ilgileneceklerdir. Tabii ki bu tüm iyiler değildir. Bu iyiler kadere bağlı olarak değişen iyilerdir. (Bir önceki yazıda iyileri kategorilendirmiştik.) …Adaletsiz insanlar iyilerde daha fazlasını, kötülerde kendileri için daha azını isterler.

…Yasalar herkes için geçerlidir, yani herkesin ortak çıkarını ya da en iyilerin veya yönetimde bulunanların çıkarlarını korumayı amaçlar. Kısacası bir toplumda insanların mutlu olmalarını sağlayacak ve mutluluğu koruyacak şeylere hak adını vermekteyiz.” (3) Buradaki en iyilerin ve yönetenlerin çıkarlarından kasıt toplumun zararına olan ve haksız bir çıkar türü değildir. Bu kişilerin özel sorumluluklarından doğan çıkarlarını korumak kastedilmektedir. Bu sorumluluklar yine topluma hizmet amaçlıdır.

Terazi, adalette tek tarafın olmadığının simgesidir.

“Adalet kendisine ulaşılmasını amaçlayan bir erdemdir. Ayrıca bu erdem diğer insanlarla olan ilişkileri düzenlediği için en önemli erdemdir. Diğerleri onun kadar güzel değildir. Şöyle bir söz vardır: Adalet tüm erdemleri kendisinde toplar. Adaletin kendi amacını içinde taşır ve erdemin tam olarak kullanılmasını gerektirir. Bu erdemin sahipleri sadece kendileri için değil aynı zamanda diğer insanlar için de bunu kullanabilirler. Çoğu insan sahip olduğu erdemi kendisiyle ilgili konularda kullanır, ancak başka insanlarla ilgili olduğunda bu erdemi kullanmaz.

…Bütün erdemler arasında sadece adalet diğer insanların iyiliğiyle ilgili bir şeydir, çünkü başkalarıyla kurulan ilişkide ortaya çıkar. …Kısacası adalet erdemin bir parçası değildir, ta kendisidir, aynı şekilde adaletsizlik de kötülüğün bir parçası değil ta kendisidir. Erdem ve adalet arasındaki ilişkiyi bu şekilde belirtmiş olduk. Adalet ve erdem aynı şey olsalar da ikisinin de bulundukları şeyler farklıdır. Adalet diğer insanlarla ilişkilerde ortaya çıkarken, erdem böyle bir huyun kendi başına bulunması durumudur.” (4)

Adalet kavramı diğer insanlarla ilişkilerde ortaya çıkıyorsa, bir kişi hem etkileyen hem de etkilenendir demektir. Yani bir kişi adaletli veya adaletsiz olma durumunun yanında, aynı anda kendisine karşı da adaletli veya adaletsiz davranılandır. Günümüz dünyasında genellikle kendisine adaletsiz davranılan kişiler de adil olmadığı için kargaşa çıkmaktadır. Çünkü aynı anda herkes hem haklı hem de haksızdır fakat hepsi de kendilerinin haklı tarafını karşıdakilerin ise haksız oldukları konuları konuşur. Bu nedenle de asla uzlaşma ve adalet gerçekleşmez. Şimdi genel adalet kavramından, erdemin bir parçası olan adalete dönelim. “Böyle bir adaletin yanı sıra kötülüğün parçası olan bir adaletsizlik de vardır. Örneğin biri bir kötülük yapıyor ama yaptığı şeyden kendisine hiçbir çıkar sağlamıyor. Yani korktuğu için savaşta silahını bırakan, kızdığı için küfreden, cimri olduğundan para vermeyen insanları düşünelim. Bu tür eylemlerde bulunan insanlar kötülüğün bütününden dolayı değil belli bir kötülükten dolayı bu şekilde davranırlar ve ortaya adaletsizlik çıkar. Bu durumda adaletsizliğin bir parçası olan başka bir adaletsizlik ve yine buna bağlı olarak haksızlığın bir parçası olan bir başka haksızlık var demektir. Biri para karşılığı seks yapıyorsa, bir diğeri ise para vererek bunu gerçekleştiriyorsa, para veren haz düşkünüdür, para alan ise adaletsiz. Çünkü bu eylemi para için yapar. Yine adaletsizlik ve kötülük arasında da bir ilişki vardır. Örneğin zina hazza düşkün olmakla, silah bırakmak korkaklıkla, şiddet göstermek kızgınlıkla, çıkar elde etmek adaletsizlikle ilgilidir. Buradan hareketle tüm adaletsizliklerin yine adaletsizlik başlığı altında ancak farklı özel koşullar taşıdıkları için birer alt sınıf olarak değerlendirilmeleri gerekir. Neticede bunlar farklı şeylere etki ederler. Bu alt sınıfların hepsi erdemli insanları da ilgilendiren para, onur, kendini kurtamaya ya da buna benzer amaçlara ulaşma arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda adaletin de farklı türlere sahip olduğu görülür ve erdem dışında başka bir adalet daha vardır.

Haksızlık yasaya karşı olma ve eşitsizlik, haklılık ise yasaya uygunluk ve eşitlik olması halidir. Adaletsizlik ise yasaya uygun olmama durumudur. Yasaya uygun olmayan ya da eşitsiz şeyler aynı şeyler değildir. Örneğin eşitsiz olan her şey yasaya aykırıdır, fakat yasaya aykırı olan her şey eşitsizlik değildir.” (5)

And Justice for All (1979)

Belki de iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olmak arasında fark vardır.” (6)

“Aslında herkes bir şeyin değerinin karşılığı olarak hakkın elde edilmesi konusunda hemfikir. Ancak insanların değer olarak belirledikleri şeyler birbirinden çok farklı . Örneğin demokratlar için özgürlük, oligarşi taraftarları için para, aristokrasi sevdalıları için soy bir değerdir. Özetlemek gerekirse hakkın bir orantı durumu olduğunu söyleyebiliriz.

…Orantı orta olmadır, hak da orantılı olmaktır. Buna geometrik ortalama demekteyiz.” (7)

Burada Aristoteles’in söylediklerinden şunu çıkarabiliriz sanırım. Bir yerde yasalar eksikse veya eksik uygulanıyorsa ve bunun sonucu olarak adalet tam tecelli etmiyorsa; yasaların bağlayıcılığı dışında kalmış olan durumlarda taraflar kendi değer anlayışlarına göre bir haklılık orantısı iddia edeceklerdir. İyi insan ile iyi vatandaş arasındaki makas bu sayede açılacaktır. Ayrıca tabii erdemli olduğu için yasalara uyanlarla, korktukları için uyanların farkı bu potansiyeli hep içinde barındırır.

Adaletli olmak haksızlık yapmanın ve haksızlığa uğramanın ortasıdır.” (8) “Haksızlık yapan bir insan adaletli olabilir, peki ne tür bir haksızlık yapıldığı takdirde insan aynı zamanda adaletsiz de olur? …Belki de (bir durumda) haksızlık olsa da adaletsizlik olmayabilir. Yani biri, hırsız olmamasına rağmen hırsızlık yapabilir ya da sürekli zina yapan biri olmamasına rağmen zina yapıyor olabilir.

Adaletsizliğin olduğu yerde haksızlık vardır ancak haksızlığın olduğu her yerde adaletsizlik yoktur. Çünkü zaman zaman iyileri kendinize alırken, kötüleri almak istemeyebilirsiniz.” (9) Yani bazen birileri kendi haklarını öncelikli tutmak, sorumluluk ve cezalarda imtiyazlı olmak gibi şeyler yapabilir ama kimsenin hakkına da tecavüz etmemiştir. Bu tür haksızlıklara rağmen halen adalet vardır.

“Bir yönetici adaleti korumalıdır, adaleti koruyan hakkı da korursa, aynı şekilde eşitliği de korumuş olur. Bu insan aynı zamanda adil de bir insansa onurlandırılmalıdır. Bu insanlar iyiden kendilerine daha fazla pay almazlar. Sadece orantının bunu gerektirdiği durumda böyle yaparlar. Hatta diğer insanların daha çok pay almaları için uğraşırlar. Zaten önceden de belirttiğimiz gibi adalet daha çok diğer insanlar için gereklidir. Söylediğimiz şeyin dışına çıkılırsa ve aldığı pay artarsa bu kez yönetici bir tiran olur.” (10)

Lümpenlerin Adaleti

Zeka, yetenek, eğitim alanlarında yetersiz, dolayısıyla liyakatsız insanlar hasetlerinden ve kibirlerinden dolayı bu değerleri küçümserler. Bu değerlere bağlı orantıları da kabul etmezler. Liyakatın karşısına sadakati koyalar ve kendilerince bir “değer” anlayışı geliştirirler. Genellikle zeka yerine kurnazlığı, yetenek yerine saldırganlık ve cüreti, eğitim yerine ilkesiz bir sadakati yerleştirerek erdemliliğin zıttı bir kötülük sistemi geliştirirler. Gerçek manadaki onur, erdemli birine yine erdemli insanlar tarafından verilir. Lümpenlerin krallığında ise erdemsiz bir tirana, cahil ve erdemsiz çoğunlukların verdiği sahte bir onur vardır sadece.

Zarar Vermek

Zararları üç ayrı grupta toplayabiliriz. Bilgi yetersizliğinden kaynaklananlar, örneğin eylemin kime, ne kadar zararı olduğunun farkına varmamak ya da eylemin neden, niye, kime karşı yapılacağı gibi konularda yanılgıya düşmekten kaynaklanan hatalar.

Plan yapılmadan ama bilerek yapılan şeylerde de haksızlık olur, bu gruba, kızgınlık sonucunda ya da bir şekilde insanda aniden ortaya çıkan duygu yoğunluklarıyla yapılan şeyleri katabiliriz. Karşınızdakine zarar veriyorsanız ve hata yapıyorsanız, bu haksızlıktır. Eylemin kendisi de haksızlıktır, ancak yapılan eylem insanı kötü ve adaletsiz yapmaya yetmiyor, burada zarar verilmesinin nedeni kötü olmadan kaynaklanmıyor, ancak önceden planlayarak bir zarar verdiyse burada adaletsizlik vardır.

Alışveriş söz konusu olduğunda olayın yaşanıp yaşanmadığının bir önemi vardır, burada herhangi bir unutkanlık yoksa taraflardan biri kötüdür. Öte yandan olayın ne olduğu konusunda görüş ayrılığı yoksa haksız olup olmamak konusunda vardır, bilmeden yapmak diye bir şey de söz konusu olmadığına göre tartışılan şey haksız olunup olunmadığıdır. Birine, bilerek zarar verdiyseniz haksızlık yaparsınız, bu tür durumlarda haksızlık yapan insan aynı zamanda orantı kuralına uymadığı için de adaletsizdir.” (11)

“Alışveriş iki farklı şekilde olur, birincisi isteyerek, ikincisi istemeyerek yapılanlar. Örneğin satmak, almak, borç, kefillik, kiralamak ya da teminat vermek gibi şeyler isteyerek yapılanlar arasındadır. Çünkü bu eylemlerin başlangıçları elimizdedir. İstemeden yapılanların bir kısmı gizlice yapılanlardır, örneğin hırsızlık, zina, baştan çıkarma, köleleri kandırma, öldürme, yalancılık, tahrik gibi şeylerin yanında zor kullanma yoluyla kötü davranma, hapse atma, ölme, dolandırılma, yaralanma, hakaret edilme gibi eylemler de bulunmaktadır.” (12)

İnsanlar isteyerek zarara uğrayabilirler ancak hiçkimse isteyerek haksızlıkla karşılaşmaz.” (13) Mesela birisi elindekileri gereğinden fazla başkasına vererek kendini zarara uğratabilir. Eylemin kontrolü kendisinde olduğu için burada haksızlık yoktur. “Gereğinden fazla veren haksızlık yapıyor deriz ancak fazlasına sahip olan için haksızlık yapıyor diyemeyiz.” (14) Çünkü sahip olan da bunu isteyerek yapmamıştır; eylemin başlangıcı veren kişidedir, kendine haksızlık yapan odur.

Bir insanın kendisine yapabileceği en büyük maddi haksızlık intihar etmesidir. Aristoteles’e göre bu aynı zamanda topluma da haksızlık olduğu için, toplum intihar eden kişiyi onurlarından mahrum ederek cezalandırır.

“Kendisine haksızlık yapan insan hem haksızlığa uğramış hem de haksızlık yapmış oluyor. Bunu kabul ettiğimizde isteyerek haksızlığa uğranabileceğini de kabul etmiş oluruz. Ayrıca haksız davranmadan haksızlık yapılmaz.” (15)

Sefiller (1998) Hayatı boyunca hiçbir kuralı çiğnememiş ama merhametsiz bir adalet anlayışı olan Javert, ilk ve son kez kanunlara karşı vicdanını seçer ama kendisini de bu tercihinden dolayı ölüme mahkum eder.

Doğru Olan ile Adil Olanın Farkı

“Bazen doğru ile adil birbirlerinden farklı oldukları için doğrunun övülmesi hatalı olabilir. Çünkü bu durumda ya adil olan ya da doğru olan erdemli değildir. Her ikisi de erdemliyse ancak o zaman aynıdırlar. Evet, doğru konusundaki tartışmalar bunlar, aslında bunların hepsi doğru ve aralarında bir çelişki bulunmuyor. Belki doğru adilden daha iyi olabilir ancak başka bir türün altında bu doğru adilden daha iyi olamaz. Kısacası doğru ve adil aynı şeydir ve ikisi de erdemlidir, ancak doğru daha iyidir. Durumun çelişkili gibi görünmesinin nedeni, doğrunun adil olabileceği ancak buna karşın yasal adaletle ilgisi olmayabileceğidir çünkü yasal olan düzeltme amaçlıdır. Çünkü yasalar genel niteliktedir, ancak tikel olaylarda bu genellik geçerli olmaz. Özetle söylemek gerekirse, tikel durumlarda genelden bahsetmek imkansızdır, ancak yasalar genele göre hazırlanırlar ve bu nedenle hatalar bile bu şekilde kalmaktadır. Bu durum yasayı daha az doğru yapmaz çünkü buradaki sorun yasayı yapandan değil yasanın kendisinden kaynaklanmaktadır. Tikel bir olayda ortaya çıkan şeylerin yasadaki genel olana ters olması durumunda yapılması gereken, yasa yapıcının hatalarını düzeltmek, onun eksiklerini tamamlamak ve şöyle olsaydı böyle yapardı demektir. İşte bu nedenle doğruluk adildir ve adaletten daha iyidir, çünkü adalet hata yapsa da doğruluk doğruyu bulur. Aslında doğruluk dediğimiz şey genel olandaki hataları özelde düzeltmektir. Her şey yasalara göre olmaz, bazı konulardaysa yasanın olması mümkün değildir.

Doğru insanın kim olduğu da açıktır, bu tür eylemleri isteyerek yapan ve yasaya rağmen hatalı adaleti uygulamayan ve daha azına razı olandır. Bu tür huylar doğru olmanın gereğidir, tabii ki bu aynı zamanda adaletli olmak demektir.” (16)

Daha önceki yazılarda bahsetmiştim; akıl, arzu ve öfke güçlerinde itidal yani orta olma iyidir ve hepsinde itidalde olmaya adalet denir. Dolayısıyla karakter erdemlerinde, huylarda itidalli olan insanlar adaletlidir. Bu elbette iyi bir şeydir, bütün dinlerin ve tinsel öğretilerin temel felsefesi de budur. Dinler herkes için ve her seviyeden insana hitabet etmekle mükellef öğretiler olduklarından bir insandaki en temel iyi ve erdemli olma halini hedeflerler. Bu da karakter erdemleri ile ilgilidir. Düşünce erdemleri ise adaletin yanı sıra doğrulukla ilgilidir. Bu da pek az insanın ulaşabileceği bir yerdir.

Sanırım dört tür adaletten söz edebiliriz özetle:

  1. Kişinin ruh yetilerinde itidalde olmasından doğan, karakter erdemleri ile ilgili adalet. İnsanın kendi ile ilişkisine dairdir.
  2. Yine karakter erdemleri ile ilgili ama diğer insanlarla ilişkilerinde ortaya çıkan adalet (kızgınlık, korkaklık, cimrilik gibi). Buradaki adaletsizliklerde bir çıkar elde etmez fakat haksızlık yapmış olur.
  3. İçinde yaşanan toplumun veya devletin yasalarına uymaktan kaynaklanan adalet. İyi bir vatandaş olmanın gereği olan adalet türüdür. Doğru olan ile ayrı düştüğü yerde hatalıdır. Yani merhametsiz bir adalete dönüşme riski vardır.
  4. Kötülüğün ta kendisi dediğimiz adaletsizlik ve iyiliğin ta kendisi dediğimiz adalet türü. Çıkar elde etmek için başkalarına karşı adaletsiz olmaktır. Zalimlerin ve tiranların adaletsizliğidir. Bu en kötü kişiler, diğer üç adaletten de yoksundurlar. Bu adaleti taşıyan ve koruyanlar ise en adil ve en doğru kişilerdir; en iyiler onlardır. Sadece iyi bir vatandaş değil, iyi bir insandırlar.

Düşünce erdemleri olmadan en iyi insan olmak mümkün değildir. Bu erdemlere, adı üstünde, düşünme ile sahip olunabileceğinden eğitim, zeka, merak, öğrenme, çalışma gibi şeylere bağlıdır. Dolayısıyla çok az insana nasip olur. Edebiyatta çokça işlenen Faust veya dinlerde bahsedilen meleklerin en büyüğü ve en alimi olan ama sonra lanetlenen Şeytan, mitolojideki Prometheus örneklerinden yola çıkarsak… En kötünün de yine düşünce erdemleri ile ilişkili olduğunu anlarız.

Faust dışsal iyiler için ruhunu (yani aslında ruhsal iyilerini) sattı. Prometheus Zeus’u kandırdı ve kurbanın etlerinden daha iyi olanların bulunduğu kefeyi kendine aldı. Şeytan kendini Adem’le kıyaslarken üstün gördü ve Tanrı’nın haksızlık yaptığını söyledi. Aritmetik eşitlik eşitler arasında olur. Orantı ise eşit olmayanlar arasındaki adaletin ölçüsüdür. Ama bazen adil bir oran yerine daha doğru bir yol vardır; bu da büyük ruhlu insanların kendi paylarından vermeleridir. Bile isteye kaybetmek… Tüm insanlığın mutluluğu, en iyilerin kayıplarına muhtaçtır.

Kaynaklar

(1), (2) Dücane Cündioğlu

(3) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 106–107

(4) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 107–108

(5) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 108–109

(6) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 109

(7) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 110–111

(8) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 116

(9) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 116–117

(10) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 117

(11) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 120–121

(12) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 109

(13) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 123

(14) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 123

(15) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 127

(16) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Say Yayınları, sayfa 125–126

--

--

Osman Tırak
Türkçe Yayın

Mutluluk Arayışımız Üzerine Yazılar : Felsefe, psikoloji, sinema ve sanat.