Aydınlanma Çağı-Metafizik ve Sezgi

Esra Birand
Türkçe Yayın
Published in
5 min readJan 26, 2021
“Triumph of Voltaire” — Alexandre Duplessis

Bir önceki yazımda çoğunlukla klasik dönemden ve bu dönemde ilksel bilgiye ulaşmakta metafizik ile sezgiye verilen önemden bahsetmiştim. Aydınlanma çağı ile birlikte soyut düşüncenin yerini nesnel dünyaya yönelmenin ve duyularla algılanıp, deneyi yapılabilen somut düşünme biçiminin aldığını görüyoruz. Bu durumda hem sezgi hem de metafizik için yavaş yavaş tahtlarından edilmeye başlandıklarını söyleyebiliriz.

Bu dönem ile ilgili iki önemli isimden Descartes ve Kant’dan bahsedeceğiz. Her ikisi de materyalist değil idealistlerdi, (gerçi Kant için Engels, ‘utangaç materyalist’ ifadesini kullanır) buna rağmen bu dönemde sezginin bize verdiği bilgi ve metafizik ciddi bir sınanmadan geçer. Özellikle Kant felsefesi için ‘bilgiye ulaşmakta sezgi oldukça gerilere itilmiştir’ desek, abartmış olmayız sanırım.

Frans Hans’e ait, ünlü René Descartes portresi

René Descartes

“Metod, doğruyu aramak için zorunludur”

Daha sonra Descartes’ın modern felsefenin ve analitik geometrinin kurucusu olarak anılmasını sağalayacak olan, şüphesiz ki doğru metodu bulmaya olan bu tutkusuydu.

Descartes için bilgiye ulaşmak yeterli değildi, onun için önemli olan doğru bilgiye ulaştığından emin olmaktı. Zamanında kendisine öğretilmiş olan tüm bilgilerin hatalı olduğunu düşünüyordu. Avrupa’daki seyahatleri sırasında insanların duyusal temelli deneyimlerinin, inançlarının ve kanılarının uzlaşılamayacak düzeyde birbirinden uzak olduğunu fark etmişti.

Descartes aslında doğru bilgiye ulaşılabileceğini ama bunun için bir yönteme ihtiyaç duyduğunu düşünmüştü.

” Benim yöntemden anladığım, şaşmaz ve kolay kurallardır. Bu kurallara uyan kişiler, hiçbir zaman doğruyu yanlış yerine almayacak ve boş emeklerle kendilerini yormadan, yavaş yavaş bilgilerini arttırarak bütün şeylerin doğru ve kesin bilgisine ulaşacaklardır.’’

Felsefe yaparken akıl yoluyla kesin ve evrensel doğruya ulaşmak istiyorsak, matematiğin iki önemli yöntemi olan tümdengelim ve sezgi bizim için kullanışlı birer araç olabilirlerdi. Çünkü Descartes’a göre matematikteki kesinlik başka hiçbir bilimde yoktu. Akıl bilgiye ulaşmanın yegane yoluysa eğer, iki temel koşuldan söz etmek gerekiyordu;

1- Açık ve seçik olmayan hiçbir şeyin doğru olarak kabul edilmemesi

2- Matematiksel formda olmayan hiçbir şeyin kesin olarak kabul edilmemesi

Descartes, sezgiyi zihnin dağınıklıktan kurtulup, tümüyle bir noktaya yönelmesi olarak görür. Ona göre düşüncesini aynı anda bir çok şeye dağıtmayan ve onu her zaman bütünüyle en basit ve en kolay şeyler üzerinde toplayan kişi, sezgi gücünü kazanır.

Görsel; geralt, Pixabay.com

Böylece Descartes 4 tane yetimizden bahseder; Anlık (kavrayış), imgelem, duyular ve bellek. Ve tahmin edebileceğiniz gibi, Descartes’a göre sağlam bilgiler edinebilmemiz anlık yetimizle ilgilidir. Anlık (kavrama) yetisinin sağlıklı hükümler verebilmesi için kesinlikle diğer yetilerin önünde tutulması gerekir. Diğer üç yeti anlık yetisine yardımcı olabilir ama onu yanıltabilirler de. Bu diğer üç yetinin verdiği bilgiler yapaydır ve sadece olasılıkları içerirler. Bunlar her zaman açık seçik olmazlar ve doğrulukları kesin değildir. Dolayısıyla doğru karar alma sorumluluğu sadece anlık yetisindedir. Ve böylece Ben’in yapısını anlık belirler.

Anlığın bilgileri doğuştan gelir fakat onları algılamamız için bu bilgiler hazırda bizi beklemezler. Bu düşünceleri ortaya çıkarmak için sağduyu gibi bir yeteneğe ihtiyacımız vardır. Anlık’ın kavrama yetisi ise açık ve seçik olanı saf zihinle bize sağlayabilecek olan sezgi yeteneğimizden gelir.

Görsel; qimono, Pixabay.com

Yalnız şöyle bir sorunla karşılaşırız. Saf akıl yoluyla, yani sezgi ile elde edebileceğimiz bilginin sayısı azdır. Bu yüzden geriye kalan bilgilere ulaşabilmemiz için çıkarımlar yapmamız gerekir.

Sezgi sadece hüküm vermekle kalmaz, hükümler arası bağlantıları da kurabilmektedir. Ama kurduğu bağlantının yine son derece açık ve seçik olması gerekir. Örneğin iki doğrunun uzunluğu birbirine eşitse, bunlardan birisiyle eşit uzunlukta olan başka bir doğrunun diğer doğruyla da eşit uzunlukta olması gerekir. Burada kurduğumuz bağlantı saf akılla rahatça kavrayabileceğimiz, son derece açık ve seçik bir bağlantıdır.

Dolayısıyla kesin bir bilgiye ulaşmak için öncelikle bildiğimizi sandığımız tüm bilgileri tek tek ayıklamaya başlarız. En basit ve en açık önermeye ulaşmaya çalışırız. Bu önermeyi bulduysak, ondan yola çıkan apaçık bağlantılar kurar ve böylece adım adım bileşik önermelere ulaşırız.

Görsel; OpenClipart-Vectors, Pixabay.com

Dolayısıyla Descartes, duyularının ve anlama yeteneğinin onu yanıltacağını düşündüğü için, kendisine apaçık olan bir önerme bulmak istedi. Elindeki şüphe edemeyeceği en basit ve en açık bilgi, şüphe ettiğinden şüphe edemeyeceği idi. Şüphe etmesi ise yine basit ve açık şekilde ona düşündüğünü gösteriyordu. Böylelikle ünlü sözü ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ önermesi ile, şüpheciliğin ‘hiçbir şey bilinemez’ şeklindeki temel düşüncesini çürütmüş oldu.

Buradan Descartes’ın metafizik anlayışını açıklamaya girişmem için belki öncelikle ‘öz nedir’ ve ‘töz nedir’ sorularına değinmem gerekir. Fakat bunu yaparsam konu çok dağılacak ve esas anlatmak üzere başladığım kavramlardan çok uzaklaşmış olacağım. Bu yüzden ben şimdilik sadece Descartes’ın töz tanımına değineceğim.

Descartes’a göre iki tür töz vardı; sonlu ve sonsuz töz. Varolmak için kendisinin varlığından başka hiç birşeye ihtiyaç duymayan sonsuz tek töz Tanrı idi.

Ruh ve madde ise sonlu tözlerdi. Madde yer kaplar ama düşünemez, ruh ise düşünebilir ama yer kaplamaz. Bunlar kendi başlarına var olamayacakları için sonlu tözlerdi.

Görsel; AnnaliseArt, Pixabay.com

Sonlu ruhsal töz olan varlık (düşünüyorum öyleyse varım diyen-düşünen varlık-), Descartes metafiziğinin ilk ilkesidir.

Descartes Tanrı’nın varlığından önce aklın varlığını ispatlayarak, metafiziği ilk bilim olarak konumlandırmıştır. Çünkü Descartes’a göre böyle bir durumda hakikatin bilgisinin ilkelerini doğal olarak metafizik oluşturur. Tanrı ve evren insan aklından yola çıkılarak ispatlanan kavramlardır.

Böylece ilk hazırlık bilimi metafizik olduğuna göre, bir felsefe bilgisi ya da herhangi bir bilimsel bilginin doğru kabul edilebilmesi için önce metafizikle ispatlanabilir olması gerekir.

Akıl yoluyla yaptığı çıkarımlar doğrultusunda bilginin doğruluğunu sınadığı için, Descartes bir rasyonalistti. Kullandığı metod daha sonra deneyi ve nesnel dünyayı bir adım daha öne çıkaracak olan İmmanuel Kant’ın kurduğu ve ‘deney ötesi idelizm’ adını verdiği düşünce sistemi için de zemin hazırlamıştı.

Aydınlanma çağı ve takibindeki düşünürlerin fikirlerini aktarırken sık sık Descartes ile tartıştıklarına rastlarız. Bu da Descartes’ın geçerli ya da geçersiz bulunan savlarının insan aklına atıfta bulunan bir çok düşünür için sağlam bir dayanak oluşturmasını sağlamıştır. Yani ortaya koyduğu metodun bazı yönlerden basit ya da geçersiz kabul edilmesi, yeni düşünce akımı için yöntem geliştirmiş olmakta onu yetersiz kılmaya yetmemiştir.

Kant felsefesini bir sonraki yazımda metafizik ve sezgi açısından tartışıyor olacağım.

--

--