Bir Yaşamı Kaliteli Yapan Nedir?
Kaliteli bir yaşam derken ne anlıyoruz?
Kimine göre son model bir arabaya sahip olmak, kimine göre sevdikleriyle bir arada olmak, kimine göreyse sağlıklı olmak bir yaşamı kaliteli yapan etmenlerdir. Kaliteli yaşam algısı kişiden kişiye, bölgeden bölgeye, kültürden kültüre değişkenlik gösterebilen bir kavramdır.
Bunu açıklamak için ufak bir örnek verelim; İstanbul’un Beykoz ilçesinde yaşayan iki kişiyi düşünelim. İkisi de 33 yaşında erkek, biri Beykoz Konaklarında yaşarken diğeri bu konakların tam karşı tarafında kalan gecekondu mahallesinde yaşıyor. Bu iki karakterin kaliteli yaşam algısı pek çok etmene bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Bu örneği biraz daha yakınımıza çekelim ve kendi ailemizi düşünelim, anneniz-babanız ya da eşiniz ile kıyasladığımızda kaliteli bir yaşamın ne anlama geldiği büyük farklılıklar gösterebilir.
Kaliteli yaşam neye denir?
Bana göre kaliteli yaşamın tanımı, kişinin ona anlamlı gelen bir hayat sürmesidir. Anlamlı hayatı olan biri kendi için bir şeyler yapıyor demektir, ya da yapmak için çaba gösteriyordur. “Üretmek İçin Var Olmak Gerekir” başlıklı yazımda anlamlı bir yaşamın ve anlamlı hayat için üretmenin ne kadar kıymetli olduğundan bahsetmiştim. Anlamlı bir yaşam derken şunu kastediyorum; benim için anlamlı olan aktiviteleri yaparak sürdürdüğüm bir yaşam, örneğin, x kişisi için yazmak sıradan, herhangi bir özel anlamı olmayan bir aktivite iken benim için çok anlamlı, düşüncelerimi, hislerimi, gözlemlerimi yazılı olarak kalıcı hale getirdiğim zevk verici bir eylem.
Bazen bizim için anlamlı olan aktivitelerin farkında oluruz ve buna günlük rutin içinde vakit ayırmaya çalışırız fakat bazen öyle yoğun dönemlerden geçer ki insan, onun için anlamlı olan aktiviteleri yapmaya bir türlü fırsatı olmaz. Genellikle “tükenmişlik sendromlarına” tam da bu dönemlerde rastlarız.
Bizim için anlamlı olduğu için bir yola çıkar, bir ilişkiye başlar, bir işe gireriz. Hepsinin kendi içimizde bir anlamı ve amacı vardır. Artık anlamı ya da amacı olmayan bir konuda ise kendimizi bitmiş, tükenmiş hissederiz.
Kaliteli yaşamak bir lüks müdür?
Kaliteli yaşam ya da standartları yüksek bir yaşam denince akla ilk gelen genellikle bunun lüks olduğu ve herkesin erişemeyeceği bir yaşam biçimi düşünceleri olur. Fakat burada kaçırılan önemli bir nokta vardır; kişi kaliteli yaşam algısına göre sosyo-ekonomik durum fark etmeksizin kaliteli bir yaşam yaşayabilir. Bir insan düşük standartlarda ya da yüksek standartlarda bir yaşam yaşayabilir ama iki biçimde de insanın kaliteli bir yaşama uzaklığı eşit derecededir. Buradan yola çıkarak kaliteli bir yaşama erişmenin lüksten ziyade temel bir gereksinim olduğunu söyleyebiliriz.
Kaliteli yaşam neden bir lüks olarak algılanıyor? Cefa çekmeye alışkın bir toplum olmamız nedeniyle mi?
Yüksek standartlar ya da kaliteli yaşamlar denince akla ilk gelen yerlerden biri muhtemelen Norveç olacaktır :) Geçenlerde okuduğum bir tweet tam da bu konu ile ilişkili ;
Ülkemizde kaliteli yaşam büyük bir “lüks” olarak algılandığı için Norveç’te yayımlanan bu haber bizi şaşkına uğratıyor. Hatta bırakın kaliteli yaşamı, yaşama verilen değer bile o kadar düşük ki, bu tarz haberler biz Türk insanına çok uzak geliyor.
Ülkemizin tarihine baktığımızda günümüzden Osmanlı Dönemine kadar pek çok konuda cefa çektiğimizi ve hala da çekmeye devam ettiğimizi görebiliriz. Özellikle dünya savaşları, kurtuluş savaşı gibi dönemlerde büyük bir yoksulluğa giren vatanımızda, insanlarımız ülkemizin selamete kavuşması için ellerinde avuçlarında ne varsa vermişler ve büyük bir dayanışma örneği sunmuşlardır bugünkü bizlere. Geçmişimizden gelen, cefaya alışmış bu toplum yapısı bugünümüzü de etkiliyor elbette. Bence bu nedenle kaliteli bir yaşam çoğu Türk vatandaşı için çok uzaklarda olan bir kavram.
Buradan bakınca günümüzde de hala cefa çeken bir toplum olduğumuzu söylemek yanlış olmaz herhalde. Giderlerini karşılayamadığı için intihar edenler, akşam sofrasına bir kap yemeği nasıl çıkaracağım diye dertlenenler, kazandıkça elindeki parası değer kaybedenler ve daha nicesi. Son yıllarda pek çok açıdan cefa çekmeye alışmış ve psikolojik bir çöküntü içinde olan bir toplumuz.
Sanki geçmişte yaşanan bir kader motifini tekrar ediyor gibiyiz.
Güzel şeyler yaşamak için önce cefa mı çekmeliyiz? Önce hak etmek mi gerek?
Dediğim gibi öncesinde cefa çekerek bir şeyleri elde eden bir toplumuz. Cumhuriyet kurulmadan önce büyük savaş dönemlerinde halkımız çokça cefa çekip sefalet içinde yaşamış ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devletini elde etmiştir. Şimdiyse çekilen onca cefanın bir gün biteceğine ve daha güzel günler geleceğine inancımız yüksek. Hal böyle olunca bilinçaltımız daha kaliteli ve yüksek standartlı bir yaşam için önce hak edilmesi gerektiğini ve bunun için çokça cefayı çekmek gerektiğine inanıyor olabilir.
Benim görüşüme göre bir şeyi elde etmeden önce emek vermek çok önemli ve elde edilen şey her ne ise onun değerini arttırdığına inanıyorum. Aynı durum kaliteli bir yaşam için de gerekli; sağlıklı bir yaşam istiyorsan düzenli spor yapmalısın ve sağlıklı beslenmelisin, mutlu bir aile istiyorsan aile üyelerine saygı duymalı ve anlayış göstermelisin, çok okunan bir yazar olmak istiyorsan düzenli paylaşım yapmalı ve yazma pratikleri yapmalısın…
Tüm bunları yaparken cefa çekme konusuna gelirsek, bu noktaya katılmıyorum. Kaliteli bir yaşam için isteklerimizi uygulamaya başladığımızda bunu gerçekten istediğimiz için, herhangi bir cefa çekmeden yaparız. Örneğin çok okunan bir yazar olmak isteyen kişi yazı yazma eylemini çok zorlanarak, istemeye istemeye yapabilir mi? Yapamaz, eğer yapsaydı bu çok anlamsız olurdu.
Bu nedenle, kaliteli bir yaşam için elbette ki emek harcamalıyız ama harcanan emek insanın istemeyerek, zorlanarak yapacağı türden bir emek olmamalıdır, bilakis insanın içinden gelerek, gerçekten isteyerek verdiği emek olmalıdır.
Nasıl daha kaliteli yaşanır? Daha kaliteli bir yaşamı kendimize nasıl layık görürüz?
Cefa çekmeye alışkın bir toplum olduğumuz için düşük standartlarda yaşamak çoğumuz için normal kabul edilebilir düzeyde. Bu nedenle halihazırda alışkın olduğumuz, standartları düşük bir yaşam bizim yaşama dair beklentilerimizi de düşürüyor. Dolayısıyla bu yaşam tarzına alışmış insan kaliteli bir yaşamı kendine layık görmüyor ya da kaliteli bir yaşam isterken suçluluk hissediyor.
Kaliteli bir yaşama giden yolda sanıyorum öncelikle yaşama saygı duyulması gerekiyor. Kişi kendine, canına, varoluşuna, ona sunulan hayata, aldığı her nefese saygı duymalı ve bunlara saygı duyulan bir ortamda bulunmalı.
Yaşama saygı duyulan ve değer verilen bir kültürde daha kaliteli bir yaşam da daha mümkün oluyor. Kaliteli bir yaşam isteyen kişi kendine, yaşamına, hayatına değer veriyordur ve bunu sürdürmek için çaba sarf ediyordur. Diğer bir deyişle kaliteli bir yaşamı kendine layık görüyordur.
Kaliteli bir yaşamı istemek bencillik midir?
Kesinlikle değildir. İnsan kendine, yaşamına ne kadar çok değer verirse diğer insanlar tarafından da o kişi o kadar değerli algılanır. Bu yüzden, nasıl bir dönemden geçiyorsak geçelim, ne kadar zorlanıyorsak zorlanalım kaliteli bir yaşamı talep etmek bencillik olmamalıdır. Nasıl her ne yaşarsak yaşayalım yemek yemeyi, su içmeyi ihmal etmiyorsak kaliteli yaşamımızı da ihmal etmemeliyiz, elimizden geldiğince olabildiğinin en iyisini yapmalıyız.
Özetle, kaliteli bir yaşamın herkes için farklı anlamlara geldiği ve bu algılamaya göre sosyo-ekonomik durumdan bağımsız olarak kişilerin kaliteli bir yaşama erişiminin mümkün olduğu konularına değindim. Ayrıca kaliteli bir yaşamın lüks olmaktan ziyade temel bir gereksinim olduğunu ve bu yaşam tarzını istemenin bencillik olmadığı düşüncelerinin altını çizdim.
Kaliteli bir yaşam herkesin hakkı, yaşamlarımızın ve kendimizin değerini bildiğimiz kaliteli günlerimiz olsun, keyifle kal :)