Göz, Göre Göre Kör Olur (II/III. Kısım)

En büyük parçamın hikayesi

Zeynep Karatay
Yazı Rehberi
6 min readAug 2, 2023

--

NOT: Hikayenin I. Kısmına buradan erişebilirsiniz.

Fotoğraf

Nihayet elimi doğrulttum ve en büyük parçayı kucakladım. Zifiri karanlık bir mekânda ışık saçan parçaların arasında kendimi buldum. Kucakladığım parça göğsümün en derinine battı. Kanımı akıtırken aynı zamanda öldüresiye bir acı ile bana azap ediyordu. En büyük parçanın hikayesi gözlerimin önünde belirmeye başladı. Kendimi, en yakın olarak gördüğüm ve biricik olarak kabul ettiğim dostumun odasında buldum.

Önümde duran ve artık nefes almayan arkadaşımın donuk suratını seyrediyordum. Hiçbir kıpırtı yoktu. Bir ses, bir nefes… Yoktu.

Yüzü, benim ona hediye ettiğim ve en sevdiği beyaz tişört ile yakın tondaydı. Annesinin ölümünü hatırlattığı için daha önce hiç takmadığı ancak bir ölüye yakışacağını düşündüğü ve annesi vefat ettiğinde boynundan çıkardığı kolyenin zinciri, bu kez kendi boynundan yere sarkmış, zinciri yerde birikmişti. İlk ve son kez takmıştı.

Dizlerimin yere çarpması ile gözlerimi bacaklarıma çevirdim. Gözümden düşen yaşların parıldaması ile önümde duran arkadaşım yok olmuştu. Az önce bulunduğumuz oda, başka bir mekâna dönüştü. Ne bir köşesi ne de bir kenarı olan zifiri karanlık bir mekâna… Zaman belirsizdi, mekân da öyle.

Kendimden uzakta küçük ışıklar saçan parçalar gördüm. Afallayarak onlara doğru yürümeye başladım. Havada süzülen, irili ufaklı ışıklı parçacıkların yanına vardım. Önümde duran ilk parçaya dokundum.

Dokunduğum parça parmağıma battı. Acı ve kan ile eş zamanlı olarak kendimi arkadaşımın odasında gördüm. Nasıl anlatacağımdan emin de değilim. Orada değildim ama oradaydım. Fiziken karanlık mekânda olsam da gözlerimin önündeki boşlukta, odada olduğumu görüyordum.

Arkadaşımla birlikte gülüyorduk ama o gün gördüğüm gülmeler eski gülmelerine benzemiyordu. Bunu ne yazık ki ancak şimdi, arkadaşımın yüzünü dikkatle incelediğimde fark ettim. O gün, yanında olan ben bunu fark edememişti. Çünkü o günkü ben, arkadaşının yüzü yerine kendi eğlencesine bakıyordu. Onun duygusal biri olduğunu biliyordum. Kalbi her zaman hassastı ve zarifti. Yüzü gittikçe asılıyordu ve en nihayetinde benim aksime gülmeleri de bitmişti ve ben… Gamsız, kibirli ben… Hiçbir şeyi fark etmemiştim.

Korku ile elimi batan parçadan çektim. Parmağımdaki acı geçmiyordu. Parça olduğu yerde kanlı bir şekilde hala süzülüyordu. Diğer parçaya yöneldim. Bunların dostumun ölümünden önceki bazı anılar olduğunu anlamıştım. Ne kadar korksam da ikinci parçaya parmağımı değdirdim. O da bir diğeri gibi parmağıma bile isteye girmişti. Ben parmağımı, parçanın hareketinin tersi yöne çeksem de parça, benim hareketimden daha hızlı davranıp parmağıma girmişti. Verdiği acı bir önceki parçanın acısından biraz daha fazlaydı ama katlanılmayacak kadar değildi.

Bu kez kendimi arkadaşım ile okulda yaptığımız grup söyleşilerinde gördüm. Herkes bir konu üzerinde hararetle tartışıyordu. Ben de dahil… Arkadaşımın suratı sanki biraz çökmüş gibi gelmişti bana. Tabii yine o gün fark edemediğim üzere… Gülmüyordu, konuşmuyordu. Sadece dinliyordu. Bir ara masadan kalktı. Kalkışını fark etmiştim. Gözlerimle onu izledim. Dışarıya çıktı, dibinde oturduğumuz camın ardından bana gelmemi işaret etti. Sohbet o kadar tatlıydı ki onun yanına gitmek istemedim. Üstelik hoşlandığım kişi de masada, sohbetin odağındaydı. Arkadaşıma geri gelmesi için bu kez ben işaret ettim ama o başını olumsuz manada salladı. Üzgündü. Şimdi anlıyorum ki çok üzgündü. Dikkatimi hem arkadaşıma hem de masada dönen eğlenceye vermeye çalışmak beni sinirlendirmişti. Kalkıp onu da alarak masaya dönmek için arkadaşımın yanına gittim. Yanına gediğim için anlam veremediğim bir sevinç kapladı yüzünü.

Oldukça sakin ama korkulu bir tonla “Dostum…” dedi, duraksadı. “Benim aşmakta zorlandığım bir sorunum var.” Dikkatimi, bana bakıp bakıp duran hoşlandığım kişiden alıp arkadaşıma verdim. Gözlerimi, masadaki kişi yerine kendisine kilitlediğimi ve dikkatle dinlediğimi görünce daha da sevindi ve konuşmaya devam etti. “Aslında açıklamakta da zorlanacağım bir şey ama saklamak beni daha çok zorluyor.” Sesi titremeye başladı. Neredeyse ağlayacaktı. Neden bilmiyorum, sahtekâr bir psikolog edasıyla, şimdi anlatması onu daha zor bir duruma sokacakmış hissine kapıldım. Anlatmaya başlayacağı anda onu durdurmak için hamle yaptım.

“Kafana takma bu kadar. Senin üstesinden gelemeyeceğin bir şey bilmiyorum ben. Hayatın, sıradan insanların başarması zor başarılarla dolu. Sen benim tanıdığım ve belki de bundan sonra tanıyacağım insanlar arasında en güçlüsüsün. Yine de şimdi ki gibi hissedersen, ben hep senin yanındayım. Her zaman senin destekçinim. Şimdi gel, içeride muhabbet çok eğlenceli. Hem kafan dağılır.” Tutup kolundan çekip götürdüm onu. Istırabının içinde kavrulur bir vaziyette… Ve yine hiçbir şeyin farkında olmadan... Güya destekçisiydim, güya onu eğlendirmeye çalışıyordum, güya zorlansın istemiyordum, güya onun biricik dostuydum. Belki de sadece dinlemeliydim, sadece gözlerine bakmalıydım ya da sadece sarılmalıydım ama ben, yapmadım!

Hızlı bir nefes aldıktan sonra batmış halde duran parçadan parmağımı hızla çektim. Yaşlara boğulan gözlerimi kanlı elimle sildim. İki parmağım da durmadan kanıyor, yanıyor ve rahatsız edici bir şekilde acıyordu. Diğer parçaya ilerlerken bana sürekli “Dostum!” diye seslenen dostuma yapmış olduğum şey, şimdi şimdi kafama dank ediyordu. Üçüncü parçaya geldiğimde avucum ile sımsıkı kavradım o parçayı. Diğerlerinden daha büyüktü. Avucumun ortasına battığında tüm kolumda şiddetli bir sarsıntı ile yine acı hissettim. Sadece avucum değil tüm kolum acıyordu.

İkimizi bu kez bizim evde gördüm. Yalnızca arkadaşım ve ben vardık. Bu kez benim yüzüm asık, suratım döküktü. Arkadaşım sırtımı sıvazlıyordu ama hiçbir şey söylemiyordu. Onun da yüzü düşüktü, hali pek yoktu. İğrenç bir gündü. Aile problemlerimin stresi üzerine bir de hoşlandığım kişiyi bir başkası ile görmüştüm. Bu da yetmezmiş gibi altı yıldır benimle birlikte olan, çocuğumu, kedimi toprağa vermiştim. Bitik bir vaziyetteydim. Şimdi düşünüyorum da çözülemeyecek tek şey ölümmüş. Diğer her şeyin bir şekilde üstesinden geliniyormuş.

Arkadaşımın sıvazlayan elinin her hareketi, yüreğime çöken ağırlığı her seferinde az da olsa hafifletiyordu. Bir şey demese de sadece bunu yapması bile bana, anlayamadığım bir dayanma gücü veriyordu. Belki de benden de tek beklediği buydu.

Size şimdiye kadar duyduklarınızdan daha da tiksinç bir şey söyleyeyim mi? O gün benden istediği şeyin bir sarılma veya dinleme olduğunu anlamıştım. Bana ihtiyacı olduğunu anlamıştım. Onun benim sorunlarıma yaklaşımı ile ona nasıl yaklaşmam gerektiğini anlamıştım. O, uzun zamandır debelendiği ve benim -bir nevi isteyerek- öğrenemediğim sorununu bir kenara bırakmış, sadece benimle ilgileniyordu. Üstelik halsiz, güçsüz, yıpranmış haliyle… Ben ne mi yaptım? Beni teselli etmeye devam etmesini istedim. Benimle ilgilenmesini, tüm dertlerimi aynen bu şekilde paylaşmasını istedim. Onun derdini sormak yerine kendi derdimin derdine düştüm ve benim ona desteğimi bir kez daha esirgeyerek erteledim.

Avucumdaki parçayı bıraktığımda artık tüm bedenim aynı acıyı hissediyordu. Bir parçanın daha anısına katlanabilir miydim, bilemiyordum. Önümde duran birkaç parçayı yavaşça dokunmadan geçtim bu kez. Her birinin yüzeyinde dostumun benden beklediği yardıma, desteğe, ilgiye vermiş olduğum umursamaz, erteleyici, kendimce ilgili hallerimin anılarını gördüm. O parçaları, dokunmadan geçtikçe bile acılarım çoğaldı. Katlanılmaz, çığlık attırıcı bir raddeye geldi. Son parçaya geldim hızla. Tökezleye tökezleye…

Bu parçayı da diğer elimle avuçladım. Bunun acısı bambaşka bir şeydi. Bedenimde yayılan acıyı katbekat artırmakla birlikte kalbimde ağrı veya acı diye tanımını koyamayacağım, nefes dahi aldırmayan bir sancı da belirdi. Bu sancı ile beraber, vücudumun pek çok yerinden kanlar da çıkmaya başladı. Bu parçanın anısı, bu gamsız ve vefasız insanın biricik dostunun son anısıydı.

Gözlerimin önüne dostumun odası belirdi. Arkadaşım oradaydı ama ben yoktum. O tek başınaydı. Uzun süreli ve bir türlü aşamadığı, dostum diye gördüğü bu iğrenç insandan bir yardım ve destek göremediği, onu adım adım ecele götüren o ölümcül derdi ile tek başınaydı. Hızlı hızlı nefesler alıp verip telaşlı ve korkulu bir şekilde odanın içinde dolanıyordu. Bir kez belli belirsiz “Dostum!” dedi. Ağzından çıkan ikinci kelime ise yüksek sesle yalvarırcasına “Dostum!” oldu. Daha sonra acele ile elleri titreyerek telefonunu aldı ve beni aradı. Ben… Açmamıştım. Tekrar aradı, açmadım ve tekrar… Solukları daha da hızlandı; daha sonra yere, az önceki korkunç pozisyonda yığıldığını gördüm. Yüzünün rengi beyazlamaya başladı ve boynundaki kolyeni zinciri düşerek yerde birikti.

Elim kendiliğinden açıldı ve havada asılı parçadan sıyrılarak yanıma düşerken, bedenim de olduğu yerde cansız gibi yığıldı. Gözlerim kendiliğinden kapanıyordu. Zorla açmaya çalıştığımda dostumun donuk suratı yeniden karşımdaydı.

Karanlık dağılmıştı, aydınlık odadaydık. Son ana kadar bile benden hiç ümidini kesmeyen dostumun donuk suratı ve en başından beri hiçbir zaman tam anlamıyla yanında olmayan benim donuk suratım, karşı karşıya hesaplaşıyordu ve o an anladım ki parmaklarıma ve avuçlarıma batan parçaların acısı aslında benim değildi. Benim için küçük ama onun için bir hayat mahiyetindeki bir dinlemenin, bir sarılmanın vereceği desteği benden hiç alamamış olmanın verdiği, dostumun acısıydı.

Hayatımda hep göre göre alıştığım ve görmezden geldiğim, öncelikli olarak kendimi öne sürdüğüm her şey beni kör etmişti. Bu, benim körlüğümdü ama dostumun hayatına mâl olmuştu.

İkinci kez gözümü açtığımda odamdaydım, ayaktaydım ve aynaya bakıyordum. Aynada nefret edilesi, iğrenilesi bir görüntü vardı. Bu kez aynadaki tiksinç mahluktan bir damla gözyaşı düştü ve bu yaş da parıldadı. Gördüğüm şeyler yine zifiri karanlıkta küçük ışık parçaları saçan kırıntılardı. Benim görüntümün, benim hayatımın kırıntılarıydı. İçlerinde bir tanesi diğerlerinden çok daha büyüktü ve en çok o parlıyordu. İstemsizce elimi aynaya uzattım ve dokundum.

Editör: Maia Mia

--

--

Zeynep Karatay
Yazı Rehberi

Kelimelerin aralarındaki boşlukları anlamak, okumasını bilene mahsustur ve insan, kelimelerin boşluklarında kendini dinler.