Aşırılılık Durumları Oldukça Yüce Olsa Gerek

Enes Günal
Yetkin Yayın

--

Gecenin karanlığında, ağaçların fazlaca olduğu bir yerde ateşler yanıyor, geceyi kırmızıya boyamak için aymaz bir tavırla uğraşıyorlardı. Bu harap olmuş koca alan içerisinde, toprak siyaha boyanmış ve ağaçlar kendi üzerlerinde duramaz hale gelmişti. Kırık dallar ve yanan dallar arasında bir muhabbet dönüyordu. Ay ise en güzel yerde durup önce kabadayılık taslamış, ardından olacak şeyleri izlemeye koyulmuştu. Güneş uyuyordu fakat güneş kadar bile olamamış diğer yıldızlar, aya tapmak ile meşguldü. Ateşler büyüdü, sonradan ise tekrar küçüldü. Bir şeyler olacaktı ama ne olacağı hakkında güneş bile uykusunda rüya görmüyordu. Halbuki ilk ona haberi gelirdi.

Ağaçları yok sayan bir kişi geliyordu kuzeyden. Huşulu bir tavrı vardı, sanki güneşe bile emir verebilecekmiş gibiydi. Yüzünü asla yerden kaldırmıyor, bastığı her adımda daha da narin ve masum bir tavır takınıyordu. Fakat bu masumluk nedense pek de samimi değil gibiydi. Saçları simsiyahtı, ten rengi ise sanki saçlarına inat bembeyazdı. Gözleri turkuazdı ve gözlerini nadiren açıp kapatıyordu. Sanki etrafı hissediyordu. Bu beyaz saçlı elçi, uzak bir diyarda, her şeyin düzene ve dengeye dayalı olduğu bir krallıkta yetişmişti. Küçük yaşlardan beri, gerçekliğin sırlarını keşfetmeye çalışmış ve sonunda bu sırları kontrol etmeyi öğrenmişti. Ancak, masumiyetinin ardında gizli bir karanlık vardı; kendi içindeki kaosu ve düzensizliği her zaman bastırmak zorundaydı.

Meydanın güney kısmından ise hırslı bir ses vardı. Siyah fötr şapkası ve kızıl saçlı biri koşarak ilerliyordu. Dağınık ve ince telli saçları o koşarken arkasından salınıyordu. Dallardaki ateş bile o kızıllığı kıskandı ve saça sıçramaya çalıştı fakat olmadı. Gözlerini bir an olsun kapatmıyor, yüzündeki çılgınca gülümseme ile hedefe doğru koşuyordu. Meydan oldukça büyük olduğundan olsa gerek ki o iki zıt kutbun buluşması uzun sürdü. Taklitçi ay bile sıkıldı onların buluşmasını beklerken. Kızıl saçlı elçi ise tamamen farklı bir geçmişe sahipti. Kaotik ve sürekli değişen bir çevrede büyümüştü. Ailesi, her zaman gücün ve kontrolün önemine inanmıştı. Bu yüzden, yerçekimini kontrol etmeyi öğrenmişti. Bu kontrol ona dünyayı şekillendirme ve manipüle etme gücü vermişti. Ancak, içindeki hırs ve kaos, onu sürekli daha fazlasını aramaya itiyordu.

Buluşma sonunda gerçekleşti. Tam o anda huşulu kişi saldırıya geçti. Yere hızlı bir şekilde ayağını kaldırıp indirdi. Ayağı yanan toprağa değdiği anda gerçeklik değişti. Etraf mor bir alan ile kaplandı, bastıkları yerin dokusu değişti. Sanki gerçeklik üç boyuttan iki boyuta inmişçesine etraf aynıydı. Huşulu kişi tekrar gülümsedi fakat bu seferki gülümseme oldukça gerçekti.

Yeni gerçeklik bir anda kırılmaya başladı. Gerçekliğin boyutuna aldırış etmeyen bir güç onu dış tarafından itibaren sıkıştırıyordu. En son, o gerçeklik minicik bir bilye boyutuna geldi ve o minik gerçeklik yere düştüğü anda kocaman bir deprem oldu. Bütün kütlesini tek noktaya depolayan bilye mükemmel bir ağırlığa kavuşmuştu. Kızıl saçlı, yerçekimini kontrol edebiliyordu. Kendisi tek bir gerçekliğin elçisi olduğu için manipülasyon olarak yerçekimi seçmişti. Sonsuzluğun elçisi ise bir yere ait olmadığı için, daha doğrusu ait olmama halini benimsediği için, gerçeklik yaratmayı seçmişti kendi gücü olarak.

Bu ilk hamle, birbirinin güçlerini tartmak için oldukça iyi olmuştu. Sonsuzluğun elçisi, ayağı ile az önce depremden dolayı kırılmış zemin arasındaki asla birbirine değmeyen sonsuzlukta, yani moleküllerin sonsuzluğunda kendini yukarı doğru yükseltti. Çok büyük bir hız ile bulutlara varmıştı ki yerçekimi kontrolüyle hemen arkasından gelen rakibini sinirlendirmişti. Kendileri bir kavramın elçileri ve güçleri o kavramların gücünden geliyordu. Gücün aynı anda birkaç odak için kullanılması elçiler için dahi zordu. Mesela fötr şapkalı, yerçekimi gücünü kendi vücudu için kullanıp kendisini yukarı doğru taşıdığında ya da ondan önce oraya varan beyaz saçlı, aslında güçlerini yükselmek için kullanmışlardı. Havadayken rakiplerine yapacakları hamlelerin etkisini kısıtlamışlardı. Beyaz saçlı, kendisinin de güçsüzleşmesine karşın rakibinin de güçsüzleşmesini istiyordu anlaşılan.

Belli bir yüksekliğe ulaşmışlardı. Tam o anda kızıl saçlı, rakibine çok yaklaşıp kendi üzerindeki gücün etkisini kesip tüm sol koluna verdi ve sağlam bir yumruk salladı. Bulutların üzerindeydiler, attığı yumruğun rüzgarıyla bulutlar etrafa kaçıştı. Fakat yumruğu, tam rakibinin yüzüne yakın bir anda duruverdi. Anlaşılan beyaz saçlı, moleküllerin sonsuzluğunu tekrar kullandı. Kızıl saçlı şaşkındı. Elçilik eğitimini almaya hak kazanmasına sebep olan müsabakada yine bu yumruğu kullanmıştı. Tam o anda gerçeklik tekrar değişti. Beyaz saçlı ne yapıyordu böyle? Sürekli yer değiştiriyorlardı ve birbirlerine yumruklar sallamaya başladılar fakat her ikisi de o yumruklardan iyi kaçıyordu. Galaksi galaksi geziyorlardı, her bir sallanan yumruğun ardından gerçeklik tekrar değişti. Sonra beyaz saçlı, gerçekliği mekansal değişimden zamansal değişime çekti. Her ikisi bir anda okul sıralarında yan yana oturan ilkokul öğrencileri oldular. Kavga etmeye mola vermişlerdi, daha doğrusu vermek zorundaydılar; eğer bu gerçeklikte birine zarar gelirse zaman döngüsü bozulacak ve gerçeklik tekrar sınanacaktı. Beyaz saçlı, önündeki kalemi eline aldı, sıra arkadaşına tam döndüğünde zamanı tekrar manipüle etti. Başladıkları noktaya gelmişlerdi fakat beyaz saçlının elinde kalem değil, yüce bir mızrak vardı.

Güneş yeni uyanmış, aydan olan biteni dinlemiş ve izlemeye koyulmuştu. Mızrağı gördüğü an, beyaz saçlının bir tabu kullandığını anladı ve kavgayı bir anda durdurdu. Üç kere ışık bombaları ile kavgacıları kör etti. Kavgacılar biliyorlardı ki güneş ile kavga edemezlerdi, ona boyun eğmeleri gerekirdi. Işık bombaları bir uyarıydı ve uyarıyı anlamışlardı.

--

--