Aşkın Anatomisi : Nasıl Aşık Oluyoruz, Bizi Ne Etkiliyor?
Sıradan bir insanı gördüğümüzde kalbimizin hızla çarpmasının, ellerimizin terlemesinin, tüm sıkıntılarımızı unutup neşeyle dolmamızın, tüm vücudumuza yayılan heyecanın ve enerjinin nedeni ne olabilir? O kişiden gözlerimizi alamamamız, onun sürekli yanında olmak istememiz, saatlerce konuşsa onu dinlemeye hazır olmamız neden? Hayatımıza bu denli anlam katabilen bu kişinin elindeki güç nedir? Bize bu duyguları yaşatacak gücü nereden elde etmiştir..?
Uzun bir aradan sonra kış aylarının hüznüne yakışacak bir konu ile yeniden beraberiz. Yukarıda yazılanların çok tanıdık bir kavram olduğunu, ‘aşk’tan bahsettiğimizi, belki de ilk kelimeleri okuduktan sonra anlamışsınızdır. Bugün aşkın ne olduğunu, nasıl aşık olduğumuzu, aşık olurken bizi etkileyen etkenleri ve karşıdaki kişinin bize çekici gelmesinin nedenlerini bilimsel & edebî bir yazı diliyle ele alacağız.
Konuyu detaylıca ele almaya başlamadan önce her zaman olduğu gibi yazı akışını ve başlıkları yazacağız. Ardından konumuza, aşka, giriş yapacağız.
- Giriş ve Günlük Yaşamdan Örneklendirme
- Aşk Nedir? Kalbimizle mi Aklımızla mı Aşık Oluruz?
- Aşk ve Çekiciliğe Kısa Bir Giriş
- Aşkı ve Çekiciliği Etkileyen 5 Etken
- Sonuç
- Kaynakça
Aşk Nedir? Kalbimizle mi Aklımızla mı Aşık Oluruz?
Aşk nedir sorusunu kesin bir şekilde cevaplamamız mümkün olmasa da çok çeşitli tanımlar içerisinden birkaç tanımdan bahsederek genel bir fikir edinebiliriz. Bu tanımlar:
- Ciccarelli ve White’a göre; aşk akrabalık, kişisel bağlar, cinsel çekicilik ya da ortak çıkarlar dolayısıyla bir kişiye karşı beslenen güçlü bir sevgidir.
- Türk Dil Kurumuna göre aşk; Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık duygusu; sevi, amor.
- Sigmund Freud’a göre ise aşk “Anneden ayrışmanın yarattığı boşluktan önceki bir olma evresinin yeniden inşası ve “cinsel içgüdünün yansıması ve yüceltilmesi” şeklinde tanımlanır.
Yukarıda birkaç aşk tanımına yer vermiş olsak da aşkı tanımlamak basit değil aksine karmaşık ve zordur. Aşk’ın arka planında biyolojik ve kültürel ögeler yer alır. Genetiğimiz, belirli bazı hormonlar ve yaşadığımız psikolojik deneyimler aşkın bireylerdeki inşa sürecini etkiler. Aşk yalnızca kalbin hızlı atması, gözlerin parlaması, hayran bakışlarla aşığın maşukunu izlemesi ve sebepsiz neşe hâli değildir. Bunlara ve daha birçok belirtiye neden olan sinirsel ve hormonsal oluşumdur aşk. Hayallerimizdeki gibi her şeyin güzel olduğu, cıvıl cıvıl bir dünya değildir. Anlam veremediğimiz duygu değişimlerini doğuran aşk sandığımızın aksine kalpten kaynaklanan nedenlerle bize duygu değişimleri yaşatmaz. Sevdiğimiz kişiyi gördüğümüzde bir gözlerimizin dolması bir kahkahalar atmamız kalbimizden gelmez. Ellerimizin terlemesi, vücudumuzun titremesi ve hızlı kalp atışları kalbin sorumluluğunda değildir. Hepsinin sorumlusu beynimizdir. Aşkı kalbe atfederiz ama asıl çıkış noktası beyindir.
Filmlerde/ dizilerde gördüğümüz büyük aşklar, etkileyici romanlar, unutulmaz şiirler, aşk üzerine söylenen birçok söz, aşka dair halk hikayeleri ve en önemlisi biz insanların duygusal dünyası bize kalbimizle aşık olduğumuzu düşündürür. Hangimiz okuduğu bir aşk şiirinde kendini bulmaz? Hangimizin bir aşk filmi izlerken içi kıpır kıpır olmaz? Hangimiz dinlediğimiz, okuduğumuz aşk hikayelerinde kendimizi hayal etmeyiz?.. Böyle bir dünyada yaşarken aşkı beyinle bağdaştırmak çok zordur. Fakat bizim için kabulü zor olsa da aşk, beynimizin hipotalamus bölgesinde birçok hormonun ve kimyasalın yarattığı tepkimelerle gelişen bir kavramdır.
Kısacası tozpembe dünyamızın başatlarından olan, vücudumuzun belki her zerresinde yoğun bir şekilde hissettiğimiz aşk, aslında birçok hormonun salgılanmasıyla gerçekleşen ve beyinde başlayıp biten bir oluşumdur. Kalbimizin değil beynimizin eseridir.
Aşk ve Çekiciliğe Kısa Bir Giriş
Bir insanı bizim için çekici kılan şey nedir? Kusursuz bir vücuda sahip olması mı? Etkileyici bakışları veya gülümsemesi mi? Giyim tarzı veya taktığı aksesuarlar mı? Ortak yönlerimizin çok olması mı? İnançlarımızın, içerisinde yetiştiğimiz kültürün veya ideolojimizin benzer olması mı? Ya da tam zıttı olup neredeyse hiçbir ortak noktanız olmaması mı..?
Yukarıdaki birkaç soru, konunun içine dahil olabilmemiz için zihinsel antrenman niteliğinde olup bizi bu konu üzerine düşünmeye sevk eden sorulardır. Belki birkaç sayfa daha bu soruları çeşitlendirebiliriz fakat bu soruları düşünmemiz bugünkü yazımız için yeterli olacaktır.
Aşk için en önemli unsurun hormonlar olduğundan bir önceki bölümümüzde bahsetmiştik. Testosteron, östrojen, noradrenalin, vazopressin, androstenol ve dopamin gibi birçok hormonun salgılanması aşkın başlangıcıdır. Hormonların etkisi için şunları örnek verebiliriz: Androstenol, erkeklerin teninde kendine has bir koku yaratan bir kimyasaldır ve bu koku kadınlara (yumurtlama dönemleri hariç) çekici gelmektedir. Copulins ise kadınların yumurtlama dönemlerinde salgıladıkları vajinal bir salgıdır ve erkekler için çekicidir. Burada çekiciliği sağlayan asıl şey üreme ve nesli devam ettirme düşüncesidir.
Çekicilik ise aşk için en önemli unsurlardan birisidir ve kişilerarası çekicilik “Birini sevmek ve o kişiyle ilişki kurmayı düşlemek.” şeklinde ifade edilebilir. Çekicilik birçok yüzeysel ve derin etkenle oluşur. Bu nedenle çekiciliğe dair çalışmalar ve kuramların sayısı oldukça fazladır. Kısacası çekiciliği etkileyen etkenlerin sayısı ve alanı fazlasıyla geniştir. Yazının akıcılığının sağlanması adına bu konu üzerine yapılan kavram ve kuramların hepsine değinemeyeceğiz.
Çekiciliği etkileyen etkenlerden bazılarını ifade edecek olursak bunlar: Cinsel seçilim, fiziksel çekicilik, neslin sürmesini sağlayacak iyi bir gen, benzerlik, zıtlıkların birbirini tamamlaması, beden dili, hoşlanmada karşılıklılık, mekânsal yakınlık, giyim tarzı, duruş, mimikler, kişisel gelişmişlik ve değer/norm/ideoloji uyuşması gibi etkenlerdir.
Cinsel seçilim ve neslin sürmesini sağlayacak iyi bir gen çekiciliği en çok etkileyen noktalardandır. İlkel çağlardan günümüze kadar nesli sürdürmek esas amaçtır ve bu neslin sürdürülebilmesi iyi ve sağlıklı bir gene sahip olmaktır. Bu noktada araştırmalar, erkeklerin kadınlarda doğurganlığı simgeleyen büyük göğüsler, geniş kalçalar, ince bir bel, bebeksi görünüme sahip yüz hatları gibi kadınsı yönlere odaklandığını ifade etmektedir. Kadınlar ise erkeklerde geniş omuzlar, orta büyüklükte kalçalar, keskin çene hatları gibi erkeksi yapının varlığına odaklanmaktadır.
Beden dili, giyim tarzı, duruş, mimikler ve kişisel gelişmişlik birbirlerini tamamlayan nitelikte etkenlerdir. Kişisel gelişimine odaklanmış ve gelişmekte olan bir birey; kendisini nasıl ifade edeceğini, ifade ederken beden dilini ve mimiklerini etkili kullanmayı, duruşunun yaratacağı etkiyi ve duruşunu etkileyecek olan giyim tarzını belirleyebilir. Aynı zamanda dışarıya verdiğimiz izlenim; öz değerlerimiz için, özellikle özgüvenimiz, büyük bir etkendir. Burada bireyin kendi kimliğini keşfederek kendiliğini tamamlamış olması da dışarıya verdiği izlenim ve çekicilik için önem arz eder. Bu kişisel gelişim ve tamamlanma, sosyal ve yakın ilişkilerde atılacak temellerde önemli roller oynar.
Son olarak bireyler için çekiciliği sağlayan unsurların içerisinde ilişkinin ilerleyen süreçlerinde etkili olan birkaç unsur vardır. Çalışmalara göre; kadınlar için erkeğin güçlü, kollayabilecek ve aile geçindirebilecek yapıda olması önemlidir. Aynı şekilde erkekler ise iyi bir anne olacak kadınlara yönelim gösterir. Erkekler fiziksel unsurlara (geniş kalça, ince bel, büyük göğüsler…) daha fazla odaklıyken kadınlar fiziksel unsurların yanı sıra erkeğin eğitimine, yeteneklerine, finansal durumuna ve aile kurmak için yeterli olgunluğa sahip olup olmadığına odaklanır. Unutulmamalıdır ki günümüz toplumu içerisinde ve gelişen fikirler çerçevesinde ihtiyaçlar ve beklentiler genetik kodlardan daha hızlı bir biçimde değişime uğrayabilmektedir. Şimdi ise burada açıklamadığımız “Fiziksel Çekicilik, Yakınlık, Benzerlik, Tamamlayıcı Özellikler ve Hoşlanmada Karşılıklılık” etkenlerini yazımızın bir sonraki bölümünde detaylıca ele alacağız.
Aşkı ve Çekiciliği Etkileyen 5 Etken
Bahsedeceğimiz 5 etken, “Fiziksel Çekicilik, Yakınlık, Benzerlik, Tamamlayıcı Özellikler ve Hoşlanmada Karşılıklılık” sırası ile ele alınacaktır.
- Fiziksel Çekicilik
Fiziksel çekicilik; ilk görüşte bir insanı tanımak isteyip istemeyeceğimizi belirleyen etkendir. İlişkinin erken süreçlerinde de fiziksel çekiciliğin neden olduğu uyaranların etkisi görülür. İlk görüşte aşk dediğimiz şey fiziksel güzelliğe dayalıdır. Gözlerimizi alamayacak kadar hayranlık uyandıran dakikaları ilk defa burada yaşarız. Çekici bulduğumuz kişi hoş bir giyime, etkili bir duruşa ve güzel bir fiziğe sahip olabilir. Tutkuya neden olan, duygusal ve cinsel uyarılmışlığı doğurabilen etkendir. Tutkunun aniden sönme ihtimalinden dolayı fiziksel çekiciliğin tek başına uzun süreli ilişki sağlama ihtimali düşüktür.
2. Yakınlık
Burada bahsedilen yakınlık, çevresel ve mekânsaldır. Mekânsal yakınlık çevremizde bulunan kişilerin olduğu bir havuza benzetilebilir. Bu havuz içerisinde olan kişiler arkadaşlarımızı ve dostlarımızı barındırır. Sevgilimiz olacak kişinin bu havuzdan olması muhtemeldir. Mekânsal yakınlıkta “Yalın Maruz Kalma Etkisi” önemli bir etkendir çünkü bu etki fiziksel yakınlığı da getirir. Fiziksel yakınlık aracılığıyla kişilerin birbirlerine maruz kalması bir ilişkinin oluşumunun temellerini atabilir.
Yalın Maruz Kalma Etkisi “Yeni bir uyarıcının tekrar tekrar deneyimlenmesi zamanla çekici bir hâl almasıdır”. Burada bahsedilen uyarıcı çalıştığımız konu özelinde bir kişidir fakat bunun dışında bir şarkı ya da kitap da uyarıcı olabilir. Deneyimimizin artmasıyla hoşlanma olasılığımız da artar bu nedenle “zamanla birisine ısınmak” mantıklı bir biçim alır. Zaman içerisinde sürekli olarak birbirine maruz kalmak kişiler arasında yapılan paylaşımların artmasına ve çeşitliliğine neden olur. Bu noktada karşılıklı olarak çekicilik artmaya başlar. Bu durum ise çekicilik ve ilişkiye başlama ihtimali adına büyük bir etkendir fakat asla garantisi değildir.
Bunun için en güzel örnek, iş/okul hayatınızda bir arada bulunduğunuz kişilerle oluşturduğunuz mekânsal yakınlığa zamanla fiziksel yakınlığın da eklenmesiyle birlikte başlama olasılığına sahip olduğunuz ilişkidir. Çevrenizde bulunmasa belki kaba bir tabirle sürekli gözünüze ilişmese hoşlanıp, yakınlık kurmak istemeyeceğiniz bir kişi ile ilişkiye doğru adımlar atmanız da bir örnek olabilir. Bahsedilen durumun tam zıttı da gerçekleşebilir.
3. Benzerlik
İlişkilerin ilerleyen süreçlerinde daha aktif biçimde rol oynayan benzerlik ve ortak yönlerin çok olması; ilişkilerin uzun vadede sürdürülebilirliği açısından önemli rol oynar çünkü insanlar genellikle kendine benzeyenden hoşlanma, onu sevme eğilimindedir. Burada çekiciliği artıran “değerlerin ve tutumların benzerliği, rollerin uyuşması, ilgi alanlarının ortak olması ve ideolojik olarak aynı şeyleri savunmak” gibi noktalardır.
Örneğin; yetiştiğiniz kültürün ve büyüdüğünüz çevrenin benzer olduğu, aynı ideolojik yapının etkisinde gelişip şekil aldığınız herhangi bir kişiyi çekici bulma olasılığınız daha yüksektir. İç Anadolu kültürü içerisinde doğup büyüyen ve bu bölgenin değerlerini ve normlarını benimseyen iki kişi; sosyalist/milliyetçi/muhafazakar/liberal… ideolojiye sahip çevrede gelişmiş iki kişi; kitap okumayı/müze gezmeyi/zihinsel veya fiziksel sporlarla ilgilenmeyi/ belirli bir alanda özel çalışma yapmayı seven iki kişinin yollarının kesişmesi ve birbirlerini çekici bulma ihtimali daha yüksektir.
4. Tamamlayıcı Özellikler
Tamamlayıcı Özellikler etkeni ise “benzerlik” etkenin zıttı şeklinde değerlendirilebilir. Birbirimizi çekici bulma nedenimiz neredeyse birbirimizle hiçbir ortak özelliğimizin olmamasıdır. Bir Yin-Yang gibi olabilir. Örneğin, siz ne kadar cana yakın ve neşeliyseniz karşı taraf o kadar gergin ve mesafeli olabilir. Zıt kutupların birbirini çektiği düşüncesiyle uzun süreli ve sağlıklı bir ilişki sürdürüleceğine dair düşünceler gelişebilir fakat araştırmalar bu durumu destekler nitelikte değildir. Uzun süreli ilişkiler için insanlarda karşılıklı çekicilik uyandıran ve bir ömrü beraber geçirmeleri için onları motive eden asıl unsur benzerliktir, tamamlayıcı özellikler değil.
5. Hoşlanmada Karşılılık
Yazımızda ele alacağımız son etken olan hoşlanmada karşılılık, bireylerin kendilerini sevmeye olan eğilimi ve dolayısıyla kendisini seveni sevmeye olan eğiliminden bahseder. Bu noktada yaşanacak istisnalar Ciccarelli & White’ta karşıdaki kişinin düşük benlik değerine sahip olmasıyla bağdaştırılır. Kendini sevmeyen bir bireyin, bir başkasının ondan hoşlanmasını garipseyerek sorgulayacağı ve sonuçlanamayan sorguların olumsuz duygulara dönüşmesine neden olur. Bu da hoşlanmada karşılılık etkenine istisna bir durum yaratır. Bu noktada bireyin kendini sevmesinin başka bireylerin ona olan sevgisini kabul etmekte ve sağlıklı ilişkiler sürdürebilmesinde önemli olduğunu gözlemleriz.
Hoşlanmada Karşılılık etkeniyle ilgili son olarak şunu söyleyebiliriz: Curtis ve Miller ’den aktarılan bir deneye göre, genellikle bizden hoşlandığını bildiğimiz insanlara daha sıcakkanlı yaklaşma eğilimindeyiz. Aynı zamanda bu sıcakkanlılıkla birlikte bizden hoşlanan kişiyle paylaşımlarımızın artması bizde “hoşlanmanın daha çok hoşlanma” ortaya çıkarmasıyla o kişiden hoşlanmamıza neden olabilmektedir. Belki bu noktada bir kişiye ondan hoşlandığımızı söylemek aklımızı çelecektir.
Sonuç
İnsanların duygusal dünyasının en önemli kavramlarından olan aşkı ve aşkı doğuran çekiciliği birçoğumuzun bilmediği açılardan ele alarak anlamlandırdığımız bu yazı beklemediğim kadar uzun soluklu bir yazı oldu. Ne kadar uzun bir yazı olmuş olsa da faydasının da bu oranda arttığını düşünüyorum.
Burada aşkın önemiyle ilgili şunları söylemek istiyorum: Genellikle ergenliğimizden itibaren başlayan yakın duygusal ilişkiler, bebekliğimizde annemiz ile kurduğumuz fiziksel deneyimden sonraki en yoğun fiziksel deneyimdir. Belki de bu nedenle aşk bizi kendine bu denli bağlayan bir kavramdır. Sarılmaların, bakışmaların, dokunuşların ve her defasında içimizi bir rahatlama almasının nedeni belki de bu bağlılıktır. Yıllardır tatmadığımız aidiyeti yeniden yoğun bir şekilde yaşamaktır.
Deli dolu olmamızın, heyecanlı hâllerimizin, çılgınca beklentilerimizin ve hayata daha sıkı sarılmamızın nedeni salgıladığımız hormonların yarattığı duygusal karmaşadır belki. Aslında sıradan olan bir kişinin oturup kalkmasına, kendine özgü yürüyüşüne, gülüşüne, saçının duruşuna bile saatler boyu hayranlıkla bakabilmektir belki de aşk.
Son olarak “Sonuç” kısmında anlatılan ifadelerin, bir önceki yazım olan “Âşık mı Yoksa Takıntılı mı? — Limerence Terimi” ile arasında ince bir çizgi olduğunu ifade etmeliyim. Dengeli ve sağlıklı olduğu sürece her şey gibi aşk da güzeldir. Bu yazının ardından aşkın kalp işi olmadığını öğrendiğimize ve çekiciliğin etkenlerine dair genel bir fikir edindiğimize inanarak, sizlere en güzel aşkları yaşadığınız mutlu zamanlar diliyorum. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere!
Kaynakça
- ‘Aşk’ın Psikolojisi — Dr. Şeniz Ünal (senizunal.com)
- İlişkide Zıt Kutuplar ve Ruh İkizi | Mevam Psikoloji | Beylikdüzü Psikolog
- Neden ve nasıl aşık oluruz? Evrimsel süreçte aşk nasıl ortaya çıkmıştır? | Soru & Cevap — Evrim Ağacı (evrimagaci.org)
- 3. hafta (cekicilik ve iliski gelisimi).pdf (ankara.edu.tr)
- Aşk Nedir? Neden Evrimleşmiştir? Nasıl Aşık Oluruz? — Evrim Ağacı (evrimagaci.org)
- Çekiciliğin Bilimsel Temeli: Yüz Yapısı ve Eş Seçimi (bezelyedergi.net)
- CICCARELLİ, Saundra K. & WHITE J. Noland, Psikoloji Bir Keşif Gezintisi, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara, 2021.
- NAZLI, Azra Kardelen, Bireysel Gelişim ve Kişilerarası Çekim İlişkisi Üzerine Bir Literatür Analizi, İstanbul Kent Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, 2022.
- ATAK, Hasan & TAŞTAN, Nuray, Romantik İlişkiler ve Aşk, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(4): 520–546, 2012.
- Görseller Pinterest’ten alınmıştır.