Bir Gönül Davası…

Sude Koptur
Yetkin Yayın
Published in
5 min readMay 1, 2024

Aşk nedir ya da ne değildir? Var mıdır yoksa eski bir yalan mıdır? Masal mıdır yoksa deli saçması mıdır? Varsa bizi bulur mu yoksa çoktan buldu mu?

Şimdi diyeceksiniz ki nedir bu kafa karışıklığı? Sorarım size: “Siz biliyor musunuz aşk nedir?”

Eminim ki herkes farklı bir şey söyleyecek kimi duygulardan konu açacak, kimi fiziksel özelliklerden, kimi gelip felsefe yapacak, kimi hayatındaki kişiyi anlatacak aşk adı altında…

“Aşk Eski Bir Yalan, Ademle Havva’dan Kalan…”

Bu yazı, Emir Can İğrek~Gönül Davası eşliğinde yazılmıştır…

Bir Gönül Davası Anlatsam Ağlarsın…

Peki ya ben size ne anlatacağım? Ben size tüm bu belirsizliği vereceğim, tüm kafa karışıklığını, sizler de düşünmeye devam edeceksiniz…

Aşk, ileriyi düşünmenize izin vermez. Fütursuzca, korkusuzca kararlar alma, ne yaptığını bilememe, adeta bir sarhoşluk hâlidir. Geride pişmanlıklar ve bolca hayal kırıklıkları bırakma ihtimali çok yüksektir zira tüm bu süreçte siz, siz değilsinizdir. Bilinciniz kapalıdır çoğu zaman. Baktığınız her yerde onu görme, sürekli onu düşünme eğiliminiz vardır. Âşık olduğunuz kişinin yanlışlarını görmez, göremezsiniz. Çoğu zaman incinir fakat farkına bile varamazsınız. Kendi varlığınızı unutur sanki onun ruhunu giyersiniz bedeninize, onun kalbini taşırsınız. Siz önemsizsinizdir artık, onun varlığı ve mutluluğu için yaşarsınız adeta ve o bunu yapmaktan vazgeçtiği anda yerle yeksan olursunuz. Sizden bir şeyler götürür çoğu zaman, eksilirsiniz. Toparlanın bakalım toparlanabilirseniz… Bazen de bir bakarsınız ki o sizin ruhunuzu hiç giymemiş bedenine, kalbinizi hiç taşımamış… “Mayın tarlasında dolaşıp durmuşsunuz aşk sanıp da… Herkes arkanızdan bağırmış ama hiç duymamışsınız…”

Masallarda ne garip anlatılır değil mi bir prens gelir ve prensesi üvey annesinden, canavarlardan, cadılardan, sonsuz uykudan kurtarır. Yani bir beyaz atlı prens gelecek ve o kızın o güne kadar yolunda gitmeyen hayatı bir anda düzelecek ya da sonsuza dek mutlu yaşayacaklar gökten üç elma düşecek falan…

Şey arkadaşlar size kötü bir haberim var, o iş tam olarak öyle olmuyor.

Dizilerde sakar, saf kız ve zeki, başarılı bir erkek görürüz. Kız fakirdir, erkek ise zengin hatta bazen kızın patronudur yani unvan olarak bile ondan üstte. İlk bakışta birlikte olmaları imkansızdır, erkek ulaşılmaz bir yerdedir adeta zirvede… Kızın her hatasında erkek onu azarlar, tersler. Zaman geçer, nasılsa kız, kendisine böyle kötü davranıldığı hâlde bu kişiye âşık olur, hikâyenin sonunda ise zengin adamla evlendiği için yine kızın hayatı kurtulur. Tek bir sorum var: Neden?

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki beyaz atlı prens ya da prenses gelip sizi hayatınızın zorluklarından çekip çıkarmayacak. Sihirli bir değnek dokunmuş gibi hayatınızdaki tüm sorunlar bir anda düzelmeyecek. Bunu kendi çabanızla yapmalısınız. Elbette ki hayatınıza giren kişi size destek olacak, birçok sorunu da beraber çözeceksiniz belki ama hayatınıza bir kurtarıcı değil sevdiğiniz insanı alıyorsunuz bunu unutmayın.

Sizin için tüm bu kurtarıcıya dayalı senaryoyu değiştiriyorum müsaadenizle…

Kendini seven, kendi değerini bilen, hayatta belli bir duruşu, sınırları olan, aklı başında ve kendi ayakları üzerinde durabilen kızımızın; yine aklı başında, sorumluluk sahibi, saygılı, duygusal zekâsı yüksek, anlayışlı erkeğimizle yolları kesişir. Sağlıklı ilişki kurabilecek düzeyde olan, sevmeyi sevilmeyi bilen bu ikili birbirlerini tanımaya başlarlar ve tanıdıkça birbirlerini daha çok severler. Zaman içerisinde ufak tefek sorunlar çıksa da farkındalıkları yüksek bu çift, çözüm odaklı yaklaşıp ilişkilerini daha da güçlendirirler. Zaman geçtikçe hayatla ilgili birçok konuda birbirlerine iyi gelmeye başladıklarını, destek olduklarını fark ederler; tanıdıkça da birbirlerine göre bazı özelliklerini ve davranışlarını uyumlayarak aralarındaki birlikteliği daha da güçlendirirler.

Şimdi diyeceksiniz ki bu aşk değil çok rasyonel yaklaşıyorsun. Şunu söylemeliyim ki doğru kişi diye bir şey yok arkadaşlar. Bir anda sizinle yüzde yüz uyumlu biri çıkıp da işte buradayım, ben o kişiyim demeyecek. Bunu zaman içerisinde anlayacaksınız, daha doğrusu zaman içerisinde birbirinizi tanıdıkça ve bir şeyleri halledebildikçe birbiriniz için doğru kişi olacaksınız. Bunun için de kişilerin, bazı karakter özelliklerinin oturmuş olması gerek tabii, önceki paragraftaki özellikler bunlardan bazıları.

Sevgi Emekti…

Aşk gerçekten var mıdır, varsa da bu devirde kalmış mıdır, kalmışsa hangi taşın altına gizlenmiş, hangi kuşun kanadında diyar diyar geziyordur bilemesem de bildiğim şey sevginin olduğu.

“Sen gelmesen de ben beklerim. Ne olacak sanki cebimden mi gidiyor; canımdan gidiyor…”

Evet tüm olumsuzluklara, şu devirde aşk da sevgi de kalmamış eleştirilerine rağmen saf sevginin olduğuna inanıyorum. Bir an ya da kısa bir dönem alev alev yanıp sonradan sönen aşktan ziyade sevginin sonsuza kadar sürebileceğinin ve zamanla da katlanarak artacağının müjdesini vermek istiyorum sizlere. Eğer birbirinizi gerçekten seviyorsanız emin olun birbirinizi her hâlinizle seveceksiniz; en mutsuz anınızda da çirkin olduğunuzu hissettiğiniz anlarda da en yorgun en umutsuz hissettiğiniz anlarda da birbirinizi kırdığınız anlarda da zor zamanlarda da… Çünkü birbirinize verdiğiniz değeri ve sevgiyi her an hissediyor olacaksınız ve aranızdaki o sorun neyse onu çözmek için elinizi beraber taşın altına koyacaksınız. Gerçek sevgi dediğim tam olarak bu. Hayatın yükünü, ilişkinin sorumluluklarını beraber taşımak, ne olursa olsun bu yolda beraber yürümek, birinizin ayağı taşa takılsa diğerinin elinizi sımsıkı tuttuğunu ve asla düşmeyeceğinizi bilmek, gelecek planlarınızı beraber kurmak, birbirinizin hayallerine ortak olmak, birbirinize inanmak, güvenmek, birbiri için o ilişki için karşılıklı emek vermektir. Sırtını dayayacağın, derdini paylaşabileceğin, sevildiğini, değerli olduğunu hissettirebilecek birinin olmasıdır. Onun yanındayken kafandaki tüm seslerin susmasıdır, içinin huzurla dolmasıdır, güvende hissetmendir, yanında çocuklaşabilmendir.

“Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elimdeymiş gibi…”

Dipnot: İlişki öncesinde de bireyler zaten sevilmeye layık olduğunu ve değerli olduğunu biliyor olmalı zira böyle olmazsa ufacık bir darbede; ufak bir tartışma ya da ayrılık sonrasında öz sevgi, özsaygı ve öz şefkati yerle bir olur kişinin ve kendini toparlaması çok uzun zaman alır.

“İyi insanlar sev, güzel insanlar. Kimse inanmazsa sen inan kendine…”

Siz siz olun incinmeden incitmeden sevin. Karşındakinin de kalbi olduğunu unutmadan, sevilmeye, saygı görmeye değer olduğunu unutmadan…

Asya’nın neden Cemşit’i seçtiğini de artık anlıyoruz… O hâlde çok güzel bir replikle yazımı noktalıyorum:

“Mutluluk bu muydu? Mutluluk neydi ben bilmezdim. O vardı bir zamanlar, onu sevmiştim. Sevgi o muydu? Sevgi neydi? Coşkun akan dere, sonbahar rüzgarıyla ürperen yapraklar, cama vurup dağılan yağmur damlaları, bir yürek çarpıntısı. Sonunda coşkun dere durulur, yapraklar kurur, dökülür. Yağmur diner, güneş çıkardı. Sevgi neydi? Sevgi; sahip çıkan dost, sıcak insan eli, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti…”

--

--