Gazap Üzümleri Kitabı İncelemesi
Ne fazla düş kurup kuşlar gibi havalara çık ne de kötümser ol böcekler gibi yerde sürün (s. 113 iletişim yayınları)
Bu söz 2019'da gireceğim kitap yarışmasını anımsatmıştır bana, tabi yine aynı yarışmada alıntıyı aldığım kitap vardı: Gazap Üzümleri. Normalde kalın kitapları pek okuyamam çünkü gözümü çok korkuturlar. “Karakterleri nasıl aklımda tutacağım? Elimde beş günden fazla bir kitap kaldı mı canım sıkılır.” gibi stres barındıran cümleler silsilesi… Ama bir kitap okuma yarışması vesilesiyle tanıştığım bu kitap ile aslında olayın abartılacak hiçbir tarafı olmadığını fark ettim. Hatta bittiğinde baya üzüldüm bile. Beraber bir haftalık yolculuğa çıkmıştık çünkü. Bunun ardından ise bu kitabı üç kere okumuş olmam ve hâlâ çoğu sahnesini hatırlamam, her yerde bu kitaptan bahsetme isteği oluşturuyor.
John Steinbeck’i belki de çoğu kişi Fareler ve İnsanlar kitabından tanıyor olabilir, bunun sebebi okunmasının daha kolay olmasıyla, popüleritesinin artması da olabilir ama benim ilk okuduğum kitabı -Gazap Üzümleri- her zaman farklı hissettirecek. Fareler ve İnsanlar kitabı 1937 yılında yayınlanmış, ondan iki yıl sonra da Gazap Üzümleri’ni yayınlamış. İki şaheseri, iki yıl arayla yayınlamak cidden John Steinbeck’in yazarlığının övgülere layık olduğunun göstergesidir bence. Fareler ve İnsanları da okudum hatta belki başka bir yazımda da ondan bahsederim çünkü bence bahsedilmesi gereken kitapların başını çekiyor.
Bir yerden başlamam gerekirse sanırım ne kadar akıcı ve olayların ilerleyişinin dinamik olmasından bahsedebilirim. İlk yirmi sayfasını anlamlandıramamıştım başlarda. Sonradan bir baktım, Joad ailesinin yaşantısına katılmış, beraber memleketten ayrılmışız. Kâh güldük kah ağladık bu aileyle. Ben de bu ailenin bir bireyi gibi hissediyordum, hatta açıkçası müthiş bir histi. Hâlâ da içimde bir yerlerde onların ailesindenmişim gibi geliyor. 16 yaşındaki bir çocuğun bu kitabı bir haftada bayılarak bitirmesinden de anlayabilirsiniz.
Sanırım bir noktada toplumsal sınıf farklılığını öne sunan kitapları sevdiğimi fark ettim ve belki de bu Gazap Üzümleri’ydi. Çünkü Gazap Üzümleri’nde gerçek toplumsal olayları, fakirliği, kıtlığı, açlığı o kadar iyi aktarmışlar ki Amerika’nın bu dönemini benimseyip, onlara üzülmekten kendinizi alamadığınız anlar oluyor.
Kitabın her satırını çizip, notlar aldıktan sonra filmini de izlemiştim ve repliklerin birebir aynı olduğunu hatırlıyorum. Hatta bence filmi şimdi çekilse bu kadar iyi olamazdı çünkü siyah beyaz, biraz da sarımsı görüntü kitabın tam olarak hissiyatını veriyor. Sel Yayınları’nın baskısından okuduğum için ve kitabın kapağı genellikle ilk önyargıyı oluşturduğu için de olabilir.
Bundan sonrası spoiler olabileceği için ve spoiler vermeden de romanın derinliklerini iyice inceleyemeyeceğimi düşündüğüm için bundan sonrasında kitabı okumak isteyen ama okumamış olup spoiler yemek istemeyenlere veda edebiliriz. Sanırım ilk başta bir karakterden başlayacak olsam ve evet, bu karakter olmasa kitap bu kadar sağlam olmazdı diyecek olsam, bu Joad ailesinin annesi olurdu. Zaten yarışmada da açık uçlu soruda “Kitapta size göre en güçlü karakter kim?” diye sorduklarında hiç düşünmeden “Anne Joad.” yazmıştım. Öyle güçlüydü ki… Annenin sürekli düşünmesi, farkındalığının yüksek olması ve çözüm analizinde etkin rol oynaması ve bence elbette ki anne sezgileri, onu güçlü yapan özelliklerindendi hatta bunu şu sözünden anlayabiliriz:
Tommy, sakın onlarla tek başına savaşmaya kalkma. Seni de çakal gibi avlarlar. Tommy, ben durmadan düşündüm, rüyalar gördüm, sorularıma cevaplar bulmaya çalıştım. Dediklerine göre bizim gibi yüz bin kişiyi kaldırıp atmışlar buralarda. Eğer hepimiz aynı biçimde öfkeli olsaydık, Tommy… o zaman kimseyi avlayamazlardı. (sel yayınları, s. 93)
Toplumda ekonomik kriz başlıklarının yanında başka bir önemli başlık daha ele alınıyordu: toplumsal cinsiyet rolleri. Annenin nelerin kadın işi nelerin erkek işi olduğu hakkındaki sınırlarından o zamanki kadın-erkek rollerinin dağıtılmasının bugüne kıyasla ne kadar farklı olduğunu anlayabiliriz ama bunun yanında bazı durumlarda anne karakterini ana kahraman atfederek aslında kadınların toplumdaki mücadelesi ve otoritesi de ele alınmış gibi duruyor.
Sanırım sona doğru geldiğimizi hissediyorum. Benim için hiçbir zaman unutamayacağım o yakıcı son… Ağladığımı ve kitap bittikten sonra bir süre boş boş duvara baktığımı hatırlıyorum. Bebeği ölen Tom Joad’ın kardeşinin -Rose of Sharon- açlıktan ölmek üzere olan bir yabancıyı hatta bir babayı emzirmesi, annesinin ona bu minvalde destek olması çok sarsıcı bir finaldi. Bebeği ölmesine rağmen bir yabancıyı hayata döndürme çabası belki de bu romanın, bu sefaletin sembolü olarak beynime kazınmıştı.
Ayrıca bu kitap hakkında başka açıdan yazar üzerine internetten edindiğim bir bilgiyi sizinle paylaşmak isterim.
John Steinbeck bu kitabı yazarken yataklara düşmesinin, kendini zorlamasının ödülünü sonradan aldı ve hâlâ da almaya devam ediyor çünkü Pulitzer ödüllü bir kitap ve her şeyi bir kenara bırakırsak insanların elinden bırakamadığı bir kitap halini aldı.
Bu roman hakkında daha fazla söz, daha fazla yorumlama yapılması hatta günlerce bunun üzerine konuşulması mümkün ki ben de bunu yapmayı çok isterim. Kalemim dönebildiğince size hissettiklerimi, anladıklarımı aktarmaya çalıştım. Eğer sürçülisan yaptıysak affola…
Başka kitaplar ve daha fazla alıntı ve inceleme 1k hesabımda mevcut!
İyi günler, esenlikler diler ve başka bir incelemede görüşmeyi umut ederim.
Kaynakçalar: