İnsan Hakları ve Çevre

Ayşe Dudu Demir
Yetkin Yayın
Published in
5 min readAug 27, 2023

İnsan hakları; bir insanın, insan doğasının gereksinimleri dolayısıyla hiçbir ayrıştırıcı unsur bulunmaksızın yalnızca insan olarak sahip olduğu haklardır. Her ne kadar kökeni 20. Yüzyıl’a (1948, Paris) dayandırılsa da önceki yüzyıllarda da dolaylı yoldan ele alınmıştır. Örneğin, kavramı yalnızca hak olarak ele aldığımızda ilk çağlarda bile tartışmalarının yapıldığı söylenebilir ya da kavramsal olarak insan haklarının kökeni 17. Yüzyıl’a indirgenebilir. İnsan haklarının ilk kez güvence altına alınması ise, 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile gerçekleşmiştir. Burada 3. ve 21. maddeleri önemli olan bildirgenin içeriği, genel ve hususları insan haklarının temelinin şematize edilmesiyle oluşturulmuştur. Ancak bundan öteye bir durum söz konusu olmamıştır ve bir konferanstan öteye geçilememiştir. Yine de bu bildirge, insan haklarının modern dünya teorisindeki yerini anayasalarda belirginleştiren ilk unsur niteliğini taşımaktadır. 2. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan büyük yıkım devletler tarafından ele alınmış ve insanların temel haklarının güvenceye alınması için bir adım atılmıştır. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edildiği 10 Aralık günü, Dünya İnsan Hakları günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. İnsan hakları için bir diğer önemli sözleşme ise 1950 yılında imzalanan ve 1953 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir. Amacı, hakları tamamıyla güvence altına almak olmuştur. İnsan haklarının uluslararası hukukta statü kazanması ise 1966’da imzalanan Uluslararası Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile gerçekleşmiştir. Bu tarihlere nazaran insan haklarının tarihsel sınıflandırılması da mevcuttur. Bu sınıflandırma da en geçerli sayılan ve bilineni üç kuşak haklarıdır. İnsan haklarını üç kuşağa ayırma fikri ise ilk kez 1979’da Çek asıllı hukukçu Karel Vasak tarafından ortaya atılmıştır. Bu sınıflandırmada temel kavramlar şöyledir; birinci kuşak hakları özgürlük, ikinci kuşak hakları sosyal adalet, üçüncü kuşak hakları ise dayanışma.

Birinci nesil kuşak hakları, özgürlük ve siyasal yaşama katılımla alakalıdır ve genel olarak; yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, oy hakları, kanun önünde eşitlik, din ve konuşma özgürlüğü gibi hakları içermektedir. İçerisinde yer alan bazı hakların kökeni 1215 tarihindeki Magna Carta sözleşmesine (Büyük Sözleşme) kadar dayanmaktadır. Burjuvazi ve aristokrasinin çarpışması ve feodal düzene karşıtlık sonucu elde edilen kişilik hakları savaşının kazanılması sonucu oluşmuştur. Burjuva devrimlerinin ardından uygulamaya geçilmiştir. (Bknz: 1689 İngiliz Haklar Bildirgesi, 1789 Fransa’da İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannnamesi, 1791’de Amerika Birleşik Devletleri Haklar Bildirgesi.) Ayrıca birinci nesil kuşak hakları bazen siyasi veyahut klasik haklar olarak da dile getirilebilmektedir. İkinci nesil kuşak hakları ise sosyal, kültürel ve ekonomik bağlamda ele alınmış haklardır. Geçmişi 18. yüzyıl Sanayi Devrimi’ne dayanmaktadır. Bazıları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına da anayasa ile tanınmıştır. Temel hakların yanında kaliteli yaşam hakları sunan bu hakların içerisinde şunlar bulunmaktadır: eğitim hakkı, dinlenme hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, kültürel yaşama katılma hakkı, sağlık ve beslenme hakkı, konut hakkı vb. Ayrıca ikinci nesil kuşak hakları 18. ve 19. Yüzyıl’da insanların savaşlardan ve artan nüfustan ötürü yaşadıkları olumsuz şartları düzeltebilmek amacıyla meydana gelmiştir. Amacı ekonomik ve sosyal hakları garanti altına almaktır. Devletlerin kendi bünyesindeki vatandaşlarına temel düzeyin de ötesinde daha kaliteli bir yaşam sunması gerekliliği ile pozitif yönde atılan adımlardan biri olmuştur. Yeni haklar, yani 3. kuşak hakları ise, 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan olumsuz koşullar sebebiyle devletleri haklar konusunda düşünmeye iten bir temelden meydana gelmiştir. Hakların hitap ettiği skala genişlemiştir ve çocukları, kadınları, çevreyi içine alan sosyal bir politika izlencesine sahiptir. Hakların evrenselleştiği ve devletlerin de içine dahil olduğu bir moderniteye sahiptir. Üçüncü kuşak nesil haklarının temelini dayanışma kavramı oluşturmaktadır. Empati, dayanışma ve ortak yaşam ortamına dair bu haklar toplumun tümüne hitap etmektedir. Örneklendirmek gerekirse, barış hakkı, gelişme hakkı, çevre hakkı, insanlığın ortak mal varlığından yararlanma hakkı gibi haklar üçüncü kuşak nesil haklarımız arasındadır. Bu üç kuşak haklarına ek bazı kaynaklarda dördüncü kuşak hakları olarak da nitelendirilen bir sınıflandırma daha bulunmaktadır. Bir diğer söylemle bu haklar ‘sürdürülebilir yaşam’ haklarıdır. Bu hakların talep edilmesinde ki sebep bilimin kötüye kullanılması ve bunun sonucunda insanlık onurunun korunması gerekliliğidir. Ancak bunun alt yapısının yalnızca bu olmadığını dile getiren yazılarda bulunmaktadır. Bknz:

“Dünyanın iklim değişikliğini gündemine almasından bu yana yaklaşık 45 yıl geçmiştir. BM İnsan Çevresi Konferansı Stockholm Deklarasyonu (Stockholm Declaration of United Nations Conference on the Human Environment) ile 1972 yılında başlayan süreç, kimi umutlu kimi sıkıntılı dönemler geçirerek günümüze gelmiştir. “Sürdürülebilir yaşam” kavramı ise 1992 yılında Rio de Janerio’daki BM toplantsında kabul gören “sürdürülebilir kalkınma” kavramına tepki olarak doğmuştur. İki kavramın aslında bir türlü yakınlaşamadığı geçen yıllarda görülmüştür. Bu arada bu haklar konuşulmaya ve savunulmaya başlamıştır. Bugün, 2015 yılı sonunda Paris Anlaşması’na katılan devletlerin, bunu onaylayan ve bundan vazgeçen ilginç yöneticilerinin davranışları dünya gündemindedir. Bu nedenle bu hakların konuşulması ve savunulmasının tam zamanıdır. Şimdi cevaplanacak ilk soru dördüncü kuşak hakların ne olduğu ve hak süjelerinin kim veya ne olduğudur. Öncelikle dördüncü kuşak haklar şöyle sıralanabilir: Ekosistem(in) hakkı, gelecek (doğmamış) nesillerin hakkı, kent(in) hakkı. Ve bunların vazgeçilmez tamamlayıcısı ve yeni bir temel insan hakkı olarak, dördüncü kuşak hakları talep etme hakkı.” *

Bu bağlamda sürdürülebilir yaşam hakları için yalnızca insanı değil insanlıkla ilgili her bütünü kapsar yorumu yapılabilir. Ancak şunu da yeniden belirtmek gerekir ki dördüncü kuşak hakları henüz kabul görmüş değildir. İnsanlar, bulunduğu konum sebebiyle belirli haklara sahip olmakla birlikte bazı sorumluluk ve ödevlere de tabii tutulmaktadır. Bundandır ki her insan yaşadığı çevreden ve bu çevre kapsamındaki bütünden sorumludur. Bulunduğumuz çevreye, topluma ve insanlığa karşı sorumluluk bilincimizin, ödev ve hürriyetlerimizin kendi içinde sınıflandırılması da tarihsel süreçte söz konusu olmuştur. Devletin ve evrensel hukuk normlarının insanlara karşı sorumlulukları ve pek tabii bireylerin bireylere karşı sorumluluğu da akış içerisinde incelenmiştir. Bu tarz temelli modellerde en kabul göreni Alman hukukçu Georg Jellinek’e aittir. Jellinek üçlüsü olarak sınıflandırılan temel hak ve hürriyet sınıflandırması, negatif statü hakları, pozitif statü hakları ve aktif statü haklarıdır. Negatif statü hakları iki hakkı bünyesinde barındırır, yaşam hakkı ve konut dokunulmazlığı hakkı. Bu hak sınıflandırılmasının amacı bireylerin özel alan sınırlarının belirlenmesi ve buna dokunulmaması gerektiğini belirlemektir. Pozitif statü haklarının geniş bir skalası vardır. Bu sınıflandırma bireyin hizmet ve yardım talep edebilmesi başlığı altındadır. Sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, konut hakkı gibi haklar bu grubun içerisinde yer alır. Aktif statü hakları ise bireyin siyasal haklarını kapsar ve devlet yönetimine veyahut resmi bir kuruma dahil olabilmesini destekler. Bu hak sınıfına seçme ve seçilme hakkı örnek olarak gösterilebilir. Genel olarak insan haklarının tarihsel sürecindeki önemli etken ve ayrıntılar böyle sirayet etmektedir. Fakat detaylı bir bakış açısıyla bakıldığında insan haklarının kökenini 2500 yıl geriye çekmek mümkündür. Tabii ki bu geriye çekişte öne sunulması gereken insan haklarının oluşumundaki ayrıntılardan ve süreçlerden ötürüdür. İlk çağlardan bu yana insan haklarının oluşumu için örneklendirilebilecek birçok mücadele bulunmaktadır. En başta doğa hukuk öğretisiyle insan haklarının ele alındığını belirtmek bu sürece geniş yelpazeli bir tablo çizme fırsatı sunmaktadır. İnsanın bir şeyleri ayırt etmesi için akla sahip olduğu temelli yaklaşımlara geçmişten günümüze rastlamak oldukça mümkündür. Hukuk, tarih, felsefe, din veyahut siyasi öğretilerde insan haklarının aranması, insan hakları tarihçesini daha detaylı anlatmak için kullanılabilir. Veyahut insanla bağıntılı yaklaşımlardan biri olan çevre olgusu bu sürecin gelişiminde etkindir. İnsan, çevre ile daima etkileşim halinde olan bir varlıktır ve bu yadsınamaz bir gerçektir. Buradan hareketle, çevre ve insan hakları ilişiği ve insan hakları bakımından çevre faktörünün incelenmesi veya çevre ve iklim değişikliği faktörlerinin insan haklarına etkisi gibi unsurlar insan ve çevre var olduğu müddetçe daima tartışmaya açık kalacaktır.

*Aykul, Ömer. “Dördüncü Kuşak Haklar ya da Sürdürülebilir Yaşam Hakları”. EKOIQ Dergisi. Ekim, 2021.

Yazar: AYŞE DUDU DEMİR

--

--

Ayşe Dudu Demir
Yetkin Yayın

Yetkin Yayın yazarlığı yapmakla birlikte, iktisadi konularda yazılar yayımlamaktayım.