İstanbul: Rüya ve Kâbus

Çağan Güler
Yetkin Yayın
Published in
10 min readSep 23, 2023
Photo by Engin Yapici on Unsplash

Romantizm:

İstanbul küçük yaşlarımdan beri benim kendi kendime romantikleştirdiğim, imrendiğim bir şehirdi. Tabii bu romantikleştirmenin arkasında küçük bir çocuk olmam, hayallerle dolup taşıyor olmamın büyük bir etkisi olması da gayet muhtemel.

Ancak bu romantikleştirmedeki en önemli nokta şu ki çocukken her şeyden çok subay olmak istediğimi hatırlıyorum. Özel olarak Üsküdar’daki Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenimime devam etmek istiyordum.

Photo by Ahmet Muhsinoglu on Unsplash

Belki bu kadar büyük hayaller kurmak için çok erken bir yaştı ama ben o zaman öyle düşünmüyordum. 10 yaşımdaydım, 4 sene sonra liseye geçecektim ve bu lisenin Kuleli olmasını istiyordum.

Tabii ki, işler hiç de beklediğim gibi gitmedi. O zaman neler olduğunu tam çözememiştim, yıl 2016, 10 yaşımdayım. Televizyonda tek gördüğüm İstanbul ve Ankara’nın ciddi bir kaosa sürüklendiği ve “darbe girişimi” başlıklarıydı. Bunlar olurken yaşımın küçük olması sebebiyle olayın ciddiyetini ucu bana dokunana kadar anlamamıştım, çocuk aklımla bunu basit bir şey olarak yorumlamış, birkaç gün sonra her şeyin eskisi gibi devam edeceği yanılgısına kapılmıştım.

Durumun ciddiyetini, olayın üstünden birkaç gün geçtikten sonra anladım. Askeri liseler kapanmıştı. Bu benim hayallerimin sonuna geldiğim anlamına gelmiyordu aslında. Yine subay olabilirdim, harp okullarında öğrenimime devam edip orduya hizmet edebilirdim, o an çok önemli bir şey fark ettim. Ben sadece subay değil, askeri lise mezunu bir subay olmak istiyordum. Yine de o çocuk halimde ufak umut kırıntıları vardı, sonuçta liseye geçmeme daha 4 sene var, belki yeniden açarlar askeri liseleri ve ben de askeri lise mezunu bir subay olabilirim diye düşündüm… Ama açmadılar ve hayallerimin o gün İstanbul Boğazı’na düşüp kayıplara karıştığını çok sonra fark ettim. Ve inanır mısınız, o dönemki Kuleli Askeri Lisesi’ni kazanma hayalim ile oluşan hırsım ve isteğimi başka hiçbir durumda bulamadım, geriye sadece kör bir sevgiyle romantikleştirdiğim İstanbul kalmıştı.

Bu sabah yağmur var İstanbul’da, gözlerim dolu dolu oluyor bilinmez niye.

-Mazhar Alanson

İlk Gün Kayboluşu:

Uzun süredir hayalini kurduğum şehre Temmuz ayında kavuşacaktım. Tamamen tek başıma geçireceğim birkaç haftam vardı. Tabii daha önce İstanbul’a birkaç kez gitmiştim, kimi zaman akrabalarımın düğünleri, kimi zaman başka sebeplerden dolayı. Ancak hiçbir zaman İstanbul’u istediğim gibi gezme fırsatı bulamamıştım, hatta istediğim gibi kısmını atalım, gezme fırsatı bile bulamamıştım. Temmuz ayımın orada geçecek olması benim için büyük bir nimetti, bunu en iyi şekilde değerlendirmeliydim.

İstanbul’a gelirken otobüste hiç uyuyamamıştım, boynum feci bir şekilde ağrıyordu, bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordum. Otogara geldim, otobüsten indim ve halam arabayla beni almaya geldi, yaklaşık bir buçuk hafta kadar onda kalacaktım. Eve vardığımızda saat sabah dokuz civarıydı, eve geldiğimde yolculuk dahil yaklaşık 20 saattir uykusuz olduğumu yeniden hatırlatmak istiyorum. Yatağa uzandım ve İstanbul’a geldiğimi fark ettim, o an bedenime bir enerji yüklendi sanki, saat 9'dan 11'e kadar yatakta bir o yana bir bu yana döndüm durdum. Bir süre sonra bu durumdan sıkıldım ve ilk gün maceramı bir an önce başlatmam gerektiği kanısına vardım, evdekilere haber verdim ve 17 senelik yaşantımda ilk defa yabancı bir şehirde yapayalnızdım ve istediğim yere gidebilirdim ve bu şehir İstanbul’du.

Photo by Samson Vowles on Unsplash

Başta nereye gideceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. O kadar heyecanlıydım ki o an İstanbul’a sadece gezmek için değil, yaz okulu için geldiğimi ve günde birkaç saat de olsa ders göreceğimi ve derslerimin iki gün sonra başlayacağını hatırladım. Bunun güzel bir başlangıç noktası olduğuna karar verdim, ders göreceğim üniversitenin adını uygulamaya girdim.

Halamdan ve İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımdan sadece basit talimatları almıştım. Küçük şehirden gelen birisi olduğum için metro, tramvay veya başka bir toplu taşıma aracına çok aşina değildim bu yüzden de ilk günüme basit bir başlangıç yapmak için otobüs kullanmaya karar verdim. Hem uygulamanın yardımı hem de sora sora Bağdat bulunur misali çevredeki insanları sorularımla boğarak kendimi Çapa’ya atmayı başardım. Aslında otobüs beni tam olarak gideceğim yerin önünde bırakıyordu ama biraz yürüyüp İstanbul sokaklarını tatmak istedim.

Bir yandan telefon bir yandan insanlara sorayım derken, kafamı kaldırdım ve karşımda muhteşem Galata Kulesi manzarasını gördüm, bunun üzerine biraz soluklanıp manzarayı izledim.

Photo by Ibrahim Uzun on Unsplash

Sahil boyu yürüdüm ve birden aklıma Beyoğlu’na gitmek geldi, yapacak daha iyi bir işim yoktu, yorgunluğum üstümden tamamen gitmişti, neden Galata Kulesi’ne daha yakından bakmıyordum ki?

Haliç’i hayranlıkla izleyerek Beyoğlu’na doğru yürüdüm, İstiklal Caddesi’ni, Taksim’i gezdim ve İstiklal Caddesi üzerinde bulunan birkaç kiliseye uğradım. Ayrıca şu detayı kesinlikle atlayamam, küçük şehirden gelen bir genç için o muazzam kalabalık çok şaşırtıcıydı. Tabii sonradan arkadaşlarımın dediğine göre yazın İstanbul çok kalabalık olmazmış, herkes memleketine döner, yazını orada geçirirmiş. Buna rağmen, İstanbul hâlâ kalabalıktı, canlıydı ve asla susmuyordu.

Beyoğlu’nda zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, saatime baktım ve artık yavaş yavaş eve dönmem gerektiğini düşündüm. Ancak yine hatırlatıyorum ki ben metro kullanmayı bilmiyorum. Bu sebeple tamamen yürüyüp, telefonumdan otobüs bulmaya çalıştım. Köprüyü geçerken Eminönü’nün solumda kaldığını gördüm ve oraya da gitmek istedim.

Sana geldim, içim ümitlerle dolu, beni sarhoş etme İstanbul, ne olur.

-Ümit Yaşar Oğuzcan

Eminönü’ne vardığımda fark ettim ki burası daha da kalabalıktı. Eğer gerçekten dedikleri gibi yazın İstanbul daha az kalabalık oluyorsa, Eminönü’nün yaz dışında daha ne kadar kalabalık olabileceğini düşündüm. Ayıp olmasın, Eminönü’ne geldik yapmazsak olmaz diye bir balık ekmek alıp karnımı doyurdum ve ilk günümü bitirme zamanımın geldiği kararını verdim.

Telefonumu çıkardım ve şarjımın çok az olduğunu gördüm. En kısa süre içerisinde eve varmam gerektiğini fark ettim. Çünkü şarjım azdı, şarjımın bitmesi de yolumu bilmeden İstanbul’da tek başıma kalmam demekti. Bir otobüsle ismini tabeladan okuduğum Muratpaşa Parkı’nda buldum kendimi. Etrafıma baktım, birkaç kişiye sorup Fatih, Aksaray’da olduğumu öğrendim. Ancak ikinci otobüsümün hattını öğrenemeden telefonumun şarjı bitti ve tek başıma kaldım. Hemen bir çözüm üretmem gerekiyordu.

Bir cep bayisine girip şarj aleti aldım ve on dakika kadar telefonumu şarj etmem gerektiğini, yolu bilmediğimi söyledim. Telefonumu biraz şarj ettim, telefonum şarj olurken orada yaşlı bir amcayla sohbet ediyordum. Küçükçekmece’ye gideceğimi, hangi hattı kullanmam gerektiğini sordum, hangi otobüs o tarafa gidiyor dedim. O da bana dönüp otobüs kullanmanın mantıksız olduğunu, hemen birkaç sokak arkada tramvay durağı olduğunu, ki bu durak Yusufpaşa durağıydı, tramvaya binip Cevizlibağ durağında inip metrobüsle oraya gidebileceğimi söyledi.

Photo by Olga Nayda on Unsplash

Daha önce hiç tramvay veya metrobüse binmemiştim ama tabii ki ne olduklarını biliyordum. Yine de bilmediğim bir araçla gideceğim yere varmayı denemek oldukça korkutucu bir deneyim gibi geldi gözüme. Yine de başka şansım yoktu. Telefonumu şarjdan aldım, amcaya teşekkür ettim ve tramvaya bindim. Yine bir Türk bulup, çünkü çevrede pek fazla Türk göremiyordum, sorularımla biraz da onu rahatsız ettim. En sonunda Cevizlibağ istasyonunda inip metrobüse geçtim, yine aynı şekilde birkaç Türk bulup sorularımla rahatsız etme yöntemiyle yolumu bulmaya çalıştım. Küçükçekmece istasyonunda indim ve Marmaray’a gittim, Marmaray’a binip yolumu en sonunda bularak günü bitirdim.

Aslında ilk günümün başı resmen peri masalı gibiydi. Her şey planladığım gibi gidiyordu, hiç sorun yaşamamıştım. Üniversitenin bulunduğu yere giderken hiç sorun yaşamadım ama eve dönerken büyük sorunlar yaşamıştım, ki bu da benim daha önce hiç büyük şehirde tek başıma kalmamam sebebiyle olmuştu. Eve geldiğimde ise metro, tramvay hatlarına baktım, işimi nasıl daha kolaylaştırabilirim, yolumu kısaltabilirim diye düşündüm.

Metro:

İlk gün yaşadığım ufak talihsizlikler sebebiyle otobüslerden vazgeçtim ve başka toplu taşıma araçları kullanmam gerektiğine karar verdim. Çok sevdiğim bir şarkıcının konseri denk gelmişti, birkaç gün öncesinden biletimi almış, hazırlığımı yapmıştım. Konser yine Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi üzerindeki bir pasajdaydı, bu sefer yolumu kısaltarak gitmem gerekiyordu. Bu sebeple Marmaray’dan M2 hattına geçerek hemen Taksim’de inecektim.

Evet, İstanbul’da bindiğim ilk metro, Haliç’in üzerinden geçen, inanılmaz bir manzaraya sahip M2 Yenikapı — Seyrantepe hattıydı.

Photo by Emir Eğricesu on Unsplash

Metroya bindiğimde ilk defa İstanbul’daki toplu taşıma araçlarının ne kadar kalabalık olabileceği gerçeğiyle yüzleştim. Metroya binişim de inişim de çok zordu. Ama cama yakın bir yerde duruyordum. Tabii tünelde gittiğimizden beton duvardan başka hiçbir şey görmüyordum, ama tünelin ucundan bir ışık gördüm, metro tünelde çıktığımda ise gördüğüm manzara karşısında inanılmaz bir şaşkınlığa uğradım. Taksim’de ineceğim dışında hattın hangi duraklardan geçtiğini bilmiyordum, bu hattın Haliç üstünden geçtiğini her iki yanımda masmavi Haliç sularını görünce öğrendim. Taksim’e gidene kadar manzaranın ne kadar güzel olduğunu düşündüm. Taksim’de indim, konsere gittim ve günü orada bitirmem gerektiğini düşündüm. Bu sefer toplu taşımaya biraz daha alıştığım için eve çok daha kolay dönmeyi başarmıştım.

Hayal Gözlemi:

Artık aşağı yukarı tramvay ve metro hatlarına hakimdim, metrobüs duraklarının hangi istasyonlara bağlandığını temel olarak biliyordum. Bu yüzden kaldığım yere biraz uzak kalan, başta gitmeye cesaret edemediğim yerlere gitmek istedim. Tabii bunların başında Üsküdar’a gitmek yer alıyordu. Küçükken hayallerimi süsleyen liseye gitmek üzere hazırlandım ve evden çıktım.

Photo by Nurullah ABALI on Unsplash

Marmaray’a binip uzun süren bir yolculuğun ardından Üsküdar’da indim, hemen biraz sorup soruşturarak Kuleli’ye hangi otobüsün gittiğini öğrendim. Yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk sonrasında Kuleli bütün heybetiyle karşımda duruyordu.

Sen mukaddes, altın ocak Kuleli, saklar bağrın kahramanlık emeli.

Balık tutanların arasından geçtim ve Kuleli’nin tam karşısına geçip oturdum. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama kulaklığımı takıp sadece Kuleli’yi seyrettim. Duygulandım, küçükken kurduğum hayaller gözümün önünden geçti. Yine de, eskisi kadar hevesli değildim, sonuç olarak hayallerimi üç sene kadar önce suya gömmüştüm. O yüzden artık ayrılma zamanı geldiğine karar verdim.

Navigasyon yardımıyla Kuzguncuk’a doğru gitmeye başladım. Okuldaki tarih hocamın tavsiyesi üzerine gidiyordum Kuzguncuk’a.

Photo by Gamze Şentürk on Unsplash

Mahalleye girdiğim andan itibaren atmosfer ve binaların güzelliğine hayranlıkla bakakaldım. Biraz daha ortam içine çekilmek için bir mola vermem gerektiğini düşündüm, hemen yanımda “Püruze” adında bir kafe gördüm ve oturdum. Kahve söyledim, kahvemi içerken bir yandan da etraftan geçen turistleri, cıvıl cıvıl renkli binaları izledim.

Sonra kalkıp Kuzguncuk’un ara sokaklarına dalmaya karar verdim. Simitçi Tahir Sokağı’nı, Kuzguncuk Bostan'ını geçtim ve Kuzguncuk’un en tepesine çıktım. Köprü ve boğazı uzun süre izledim. Çeşitli düşünceler geçti aklımdan, ama bir araya toparlayamadım. Hâlâ İstanbul’da tek başıma olduğumun farkında değildim.

İstanbul’da yaşayan arkadaşlar belki dediklerimi anlamakta zorluk çekecektir ancak küçük şehirlerden gelip İstanbul’u gezen kişiler dediklerim arasında kendileriyle bağlantı kurabilirler. Her dizide, filmde geçen. Kitaplara, şarkılara konu olmuş İstanbul’da 17 yaşında birisi olarak tek başıma gezme lüksüm vardı. Bu inanılmaz bir tecrübeydi benim için. Bu fırsata sahip olduğum için çok şanslı sayıyordum kendimi.

Photo by Gamze Şentürk on Unsplash

Günümü Kız Kulesi kenarındaki sahilde yürüyerek bitirdim. Karşıya geçmek için de vapura bindim. Oldukça verimli bir gün oldu benim için. Vapura binip İstanbul rüzgarlarını yüzümde çok soğuk bir şekilde hissettim, Kuzguncuk'un cıvıl cıvıl binalarını gördüm ve hayallerimi süsleyen okulu sonunda kendi gözlerimle görmüştüm.

Son Günler:

Photo by Faruk Melik ÇEVİK on Unsplash

İstanbul’da Boğaziçi’nde Bir garip Orhan Veli’yim. Veli’nin oğluyum, tarifsiz kederler içindeyim.

-Orhan Veli Kanık

İstanbul’daki son günlerime yaklaşıyordum. Vefa’ya gidip boza içmeden, Sevda Gazozcu’sundan bir gazoz içmeden ayrılmak da istemiyordum. Fener Rum Lisesi’ni, Balat’ı görmek, Edirnekapı Şehitliği’ne bir saygı ziyaretine bulunmak istiyordum.

Vefa’yı, Balat’ı ve Edirnekapı’yı o kadar detaylı hatırlamıyor oluşum ve bu semtlerde İstanbul’daki son günlerimi geçiyor olmam bana çok şey düşündürdü.

İstanbul’da bulunduğum süre boyunca günde en az bir defa Beyoğlu’na gidip, günümün bir kısmını orada geçiriyordum, ilk günlerimde hayallerimi de süsleyen yere, Üsküdar’a gitmiştim. M2 hattının Haliç’in üstünden geçtiğini öğrendiğimde hayran kalmış, şaşırmıştım. Ama buradaki günüm geçtikçe, işlerin her zaman o kadar parlak olmadığını fark ettim.

Vefa güzeldi, gazoz güzeldi, Balat’a da hayran kaldım ama şehitliğine girişimden itibaren İstanbul’un kötü tarafları gözümün önüne gelmeye başladı. Ayrıca Küçükçekmece’den Esenyurt’a geçmiştim. Ki Esenyurt, İstanbul’da adı çıkmış bir semttir, mutlaka bir yerde denk gelmişsinizdir, oldukça distopik bir yerdi. Pencereden baktığımda sadece göğe yükselme yarışına girmiş gökdelenler görüyordum, yeşil renk uzaklaşmıştı. İstanbul’un kötü yüzüyle son günlerime doğru tanışmaya başlamıştım.

Haramidere Gökdelenler Bölgesine Beylikdüzü’nden Bakış, Nisan 2014. Esenyurt Istanbul. -buzkozan

Esenyurt merkeze uzak, etrafta sadece yerleşim yerlerinin olduğu, yeşillikten ve huzurdan oldukça uzak bir yerdi. Esenyurt’a geldiğim ilk gün, İstanbul’a gelişimin başından beri sadece turistik yerlerde, huzurlu mekânlarda bulunmam sebebiyle İstanbul’un beni kendine bu kadar hayran bıraktığını anladım. İstanbul sadece Fatih, Beyoğlu, Üsküdar’dan ibaret değildi, bunu son günlere doğru anladım.

Distopya:

Şehitlikte bunu uzun uzun düşündüm. Kuzguncuk’a gitmiştim, binalar rengarenkti, etraftaki kafelerden yükselen eski Türk şarkıları kulağımda bayram havası yaratıyordu, insanlar gülüyor, eğleniyordu. O gün eve döndüğümde ise karşımda sadece gri bir hava, koyu renkte binalar vardı.

Üsküdar’dan Esenyurt’a geldiğimde bir anlığına şehir değiştirdiğimi zannetmiştim. Aynı şehirdeki ilçelerde bu kadar fark olamazdı, olmamalıydı. Ben ise çözüm olarak burada geçirdiğim süreyi minimuma indirmem gerektiğine karar verdim. Esenyurt’taki apartmanda sadece uyuyor ve kahvaltı ediyor, öğlen saatlerinde metrobüse binip Fatih, Beyoğlu tarafına gidiyordum. İstanbul’un gözümdeki inanılmazlığını kaybetmemesi için tek çözüm yolu buydu. Bir bakıma Esenyurt’tan Beyoğlu’na, Kadıköy’e gidene kadar gözümü kapatıyordum. Trafik sorununu, hava kirliliğini, çarpık kentleşmeyi görmezden gelmek istiyordum.

Photo by Maria Teneva on Unsplash

Son:

İstanbul’da geçirdiğim bu günler, hayatımdaki şimdiye kadarki en güzel günlerdi. İlk günlerimin güzelliğini asla unutamayacağım. Kendime sürekli İstanbul’da insanın asla sıkılmayacağını söylüyordum ama durum bundan çok daha karmaşıktı. Cebinizde paranız varsa, dünya üzerindeki herhangi bir şehri, kendiniz için çok güzel bir şehre çevirebilir, asla sıkılmadan o şehirde yıllarınızı geçirebilirsiniz, tam tersi durumda ise o şehir size zindan olabilir.

İstanbul’daki günlerimde böyle bir sorun yaşamadım, bu konudan şanslıyım ama M2 hattındaki metroya ilk binişimdeki Haliç’i gördüğüm zaman ile bunu altıncı, yedinci kez yaşayışımdaki haz tabii ki aynı değildi. İstanbul her ne kadar muhteşem, büyüleyici bir şehir olsa da, burada geçirdiğiniz kötü anılar, İstanbul’u sizin gözünüzde çok kötü bir yer haline getirebilirdi.

Alacağın olsun İstanbul beni değil kendini vur.

-Yücel Arzen

Ben küçük şehirden gelen bir “Anadolu insanı” olarak İstanbul’da geçirdiğim günlerdeki bir takım kötü düşüncelere rağmen heyecanı, kaosu seven bir insan olarak İstanbul’ a yine de hayran kaldım. Aklımın bir köşesinde İstanbul’da yaşamak, en azından iki, üç senemi burada geçirmek var ve şimdilik orada kalacak.

İstanbul, Türkiye’nin eski yıllarından beri Anadolu irfanının hayallerini gerçekleştirebileceği, fırsatlarla dolu bir yer, hırslı Türk insanın ulaşmak istediği yegâne mekân, meydan okunacak şehir. Benim İstanbul’a bir gün meydan okuma hayalim hâlâ devam ediyor. İstanbul’a birkaç aylığına gelip onun hem iyi hem kötü yüzünü görmek mümkün değil. Ancak İstanbul birkaç haftada bile kafama bu kadar düşünce soktuysa, burada birkaç yıl yaşarsam neler olacağını tahmin bile edemiyorum.

Çağan Güler

https://medium.com/yetkingencler/yetkin-yay%C4%B1n-yay%C4%B1n-politikas%C4%B1-91a74e63df5

--

--

Çağan Güler
Yetkin Yayın

Çağan Güler, highschool student in Turkey, interested in studying business, also wants to develop his skills in international relations and politics.