Kendine mi Yabancı İnsanlara mı?

Elif Kula
Yetkin Yayın
Published in
3 min readMar 25, 2024

Özgürlük mü, boşvermişlik mi, kayıtsızlık mı yoksa ben merkezcilik mi?

Bu yazıya ancak bu sorgulamalarla başlayabilirdim çünkü kitap boyunca hangisi olduğuna asla karar veremedim. Kitap belki de bu belirsizlikler üzerine bizi düşünmeye bırakıyor ve karakteri kendi değerlerimize göre kafamızda oluşturmamızı istiyor. İşte bu yazımızda Albert Camus’un Yabancı kitabının bu gibi sorgulamalarından ve tartışmalarından bahsedeceğiz. (İçeride birtakım spoiler ile karşılaşabilirsiniz.)

Kitap; Mersault’nun bakımevindeki annesini kaybedişini, buna verdiği tepkileri, sonrasında bir cinayet işleyişini ve aslında cinayetten dolayı değil de annesinin cenazesindeki tepkisizliğinden dolayı yargılanma sürecini anlatıyor. Mersault’nun karakterini başlangıçta da dediğim gibi tam bir kalıba sokamadım aslında. Onun bakış açısından bakarsak Mersault kendini, kendi isteklerine göre inşa eden bir karakter olarak tanımlar bence. Okuyucu, dinleyici ya da gözlemci olarak bakarsak ise kafasına estiği gibi yaşamaya çalışırken bazı tecrübeleri, fırsatları ya da doğrudan hayatı kaçırdığını söyleyebiliriz. Örneğin hayatına giren çıkan insanlara karşı bir şeyler hissetmek kimseyi ben merkezciliğinden uzaklaştırmaz. Aksine, hissettiğimiz duygu da bize ait olduğu için benliğimizi daha çok hissetmemizi sağlar.

Photo by Kristina V on Unsplash

Bazı günler her şeyi kafamıza nasıl eserse öyle yapmak isteriz ya, bazen ise canımız hiçbir şey yapmak istemez, hiçbir şeye tepki veresimiz bile gelmez, her şeyi geçiştiririz. İşte Mersault’yu kitap boyunca hep bu ikisinin karmaşası olarak gördük. Peki böyle yaşamaya özgürlük diyebilir miyiz? Ya da tüm hayatı bu şekilde geçirmek boşvermişlik olarak adlandırılır mı? Bu iki soruya bir arada bir cevap buldum sanırım. Mersault’nun “boşvermişlik” yüklü karakteri gereği yaptığı hareketlere özgürlük diyebiliriz. Ancak bu boşvermişlik ve özgürlüğün sınır bilmezliği Mersault’nun cinayet işlemesine sebep oluyorsa buradan boşvermişlik dahil tüm duyguların uçlarda yaşanmaması gerektiğine ulaşabiliriz.

Karakterimizin kayıtsızlığı ise sürekli had safhada. Annesinin vefatından sonra hiçbir şey hissetmemesi, kız arkadaşına “kız arkadaş” sıfatını verip vermemesi hatta evlilik yapıp yapmamaları, Arapların onları takip etmeleri ama onun umrunda olmaması hatta ve hatta güneşten rahatsız olup birini öldürmesi ama sorgulanma sürecinde dahi sadece insanlardan uzak durup sessizce yatıp dinlenmek istemesi gibi benim sayarken dahi yorulduğum çokluktaki hareketleri karakterin can sıkıcı kayıtsızlığını gözler önüne seriyor. Kitabın başlarında bu durum bana ilgi çekici gelse de sonrasında tüm hayatını böyle geçiren birinin her şeye yabancılaşabileceğini düşündüm. İnsanların -bizim normal kabul ettiğimiz-hareketlerine yabancılaşır, zaman geçtikçe kendine de yabancılaşır ki bence kitabın sonlarına doğru Mersault’nun rahibe kızıp bağırmaya başlaması kendi karakterinin tam zıttıydı ve bu da değiştiğinin/yabancılaştığının bir nevi kanıtıdır nezdimde.

Yazımızın sonlarına doğru gelirken bu kadar şey yazdıktan sonra kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. Kısa ve öz bir biçimde istediğini anlatabilen bir kitaptı. Bitirdiğim zaman bu yazıyı da yazmama sebep olan birçok sorgulamayla karşılaştım ve bu sorulardan bir tanesine cevap bulmaya çalıştım. Ortaya güzel sonuçlar da çıkardım bence.

Uzun lafın kısası Mersault’nun karakterini ben boşvermiş olarak tanımlardım. Başta dediğimiz tüm kavramları kendinde barındırıyor olsa da bir noktada özgürlük çizgisinden de kayıtsızlık çizgisinden de dışarı çıkıyor. İdam cezasına çarptırıldığında söylediği boşvermişliğinin kanıtı olan sözlerinden biriyle de yazıyı sonlandıralım:

“Ama herkesin bildiği gibi, hayat bazen yaşamaya değmez.”

--

--