Kendini Hiçbir Yere Ait Hissedememek
Küçükken, yirmili yaşlara kadar hayata dair birçok şeyi çözerim, artık her adımımda daha da özgüvenli olurum sanıyordum. Ancak büyüdükçe ve hayatı ufaktan görmeye başladıkça ne kadar çok şey bilmediğimi fark ettim. Bu his, tıpkı evrende ne kadar küçük bir nokta olduğunuzu bilmekten öte, ilk defa bizzat görmek gibi. “Herkesin bahsettiği şey buymuş yani,” diye düşündürten o şey. Gözlerini açıp ilk defa her şeyi fark etmek gibi. Bu farkındalık, herkes gibi beni de afallattı, hatta bazı geceler beni de uyutmadı. Bazen bunun üzerine o kadar çok düşündüm ki, kusarak içimde birikmiş olan bütün o cümleleri içimden atmak istedim. Belki de asıl istediğim, içimdeki cümleleri değil de duyguları kusmaktı; tabii şimdi bundan bile emin değilim. Kısacası büyümek, beni darmadağın etti.
Çok ironik geliyor şimdi. Acaba geçmişe dönüp çocukluk halime gitsem ve ona “Hayır, büyümek bizi toparlamayacak; tam tersine daha da dağılacaksın. Her bir parçan başka bir yerde, anıda, insanda ya da duyguda kalacak. Kim olduğun ya da kim olmak istediğin sorusu her geçen gün daha da büyürken, zamanın daralacak ve sen de gittikçe küçüldüğünü hissedeceksin… Büyümek hiç de sandığımız gibi bir şey değilmiş,” desem, bana ne derdi?
Küçükken çok sessiz bir çocuktum ben. Kendi korkularımla hep kendim uğraşırdım. Kendi kâbuslarından uyandıktan sonra karanlıkta gözleri açık, diğerlerinin uyanmasını beklerken, karanlıktaki canavarlar bu gece de yaşamasına izin versin diye içten içe dua eden bir çocuktum. Böyle bir çocuk ne derdi acaba bana? Bana, yani bize acır mıydı? Hiç sanmıyorum ama daha büyümesine vakti olduğu için sevinir miydi? Ya da belki de sadece üzülürdü. Nasıl olurdu bilmiyorum ama ben çok yalnız hissediyorum. Bu kadar çok sevdiğim ya da aynı kanı taşıdığım insanın olduğu yerde kendimi çok yalnız hissediyorum. Hep böyle mi hissettim acaba? Daha yeni mi anlıyorum?
Dünyayı parmak uçlarından görmekle yukarıdan görmek arasında çok büyük farklılıklar varmış. Ben tekrar çocuk olmak istemiyorum ama kalbimde bu kadar ağırsın istemiyorum.
Sanki küçükken, büyüyünce hep ait olduğumu hissettiğim o yere gidebilecektim. Nereye ait olduğumu bilmiyordum ancak büyüdükçe bunu çözeceğimden ve bir sabah uyandığımda o hep aradığım “ait olma hissini” içimde bulacağıma inanıyordum. Ancak zaman geçtikçe, ait olduğun yeri bulmanın o kadar da kolay olmadığını fark ettim. Bu farkındalık bana karşı koyamadığım bir yalnızlık getirdi. Şimdi 22 yaşındayım. Ait olacağım günü bulacağıma olan inancımın yarattığı yalnızlığı yıllarca taşıyıp, benimle 22 yaşına kadar getirdim. Artık yalnız hissetmek istemiyorum. Bir sabah uyandığımda “Evet,” demek istiyorum. “Evet, burası benim ait olduğum yer.”
Bilmiyorum, insan hiç ait olduğu yeri buluyor mu, ama ben 22 yıl tükettiğim bu yaşamda henüz o güne uyanamadım.
Belki ait olduğum yeri bulamadım ama bazı insanlardan daha şanslı olarak, yapmayı sevdiğim şeyleri çok daha iyi biliyorum. Bunlar bir gün beni ait olduğum yere götürür mü? Büyümek ne zor şeymiş.
Geçmişte yaşanan şeyleri tıpkı bir kehanet gibi insanların gözlerinden okuyorum. Tüylerim diken diken oluyor, kendimi bir oyunun içinde gibi hissediyorum. Mesela yeni tanıştığım biri, kâbuslarımdan çıkarmak için haftalarca beklediğim bir cümleyi bir anda kuruyor. Ya da bir daha duymayacağımı sandığım bir gülüşü, öylesine birinden duyuyorum, omuzlarım düşüyor. Bir daha hiç görmem dediğin bir bakış… Yine aynı şeylerin yaşanma korkusunun, suya dağılan bir mürekkep gibi içine yayılışı… Sonra, çok komik, ancak gerçekten de geçmiş, kendini tekrar eden bir kehanetmiş gibi, kendini yeniden o saçma konumda buluyorum. Sanki yine yedi yaşındayım ve yine o odada tek başımayım.
Belki geçmişin kehaneti bir kâbus gibi sürekli tekrar etmese büyümek bu kadar zor olmazdı. Ancak istediğim kadar geçmişimden kaçmak için insanların gözlerinden kaçayım, sadece bir çift gözden asla kaçamayacağımı her günün sonunda aynaya baktığımda fark ediyorum.
Kendime kızmamayı öğrendim artık. Ancak insan yine de hayal kırıklığına uğramıyor değil. Belki bir gün uyanır ve o çok aradığım ait olma hissini yanı başımda bulurum. Belki o his, güneşli bir günde, perdeyi çekerken gün ışığının odaya doluşması gibi kalbime doluşur ve çok uzun bir süre sonra gerçekten huzurlu hissederim. Belki de bütün bu olanlar mutlu bir son için değildir, belki de her şey hikâyenin kendisiyle ilgilidir.