Kitap Okumak Abartılıyor mu?
Eminim birçoğunuz sosyal medyada okumanın bir kayıp olduğunu, aynı şeyleri filmlerin iki saate sığdırdığını duymuşsunuzdur. Peki, gerçekten böyle mi, yoksa bütün bu cümleler okuma alışkanlığı edinmeyen insanların kendilerini avutma cümleleri mi?
Filmini İzlemek mi Kitabını Okumak mı?
Bazen izlediğim filmlerin kitaplarını okuyan, bazen de okuduğum kitapların filmlerini izleyen biri olarak sanırım bunun cevabını verebilirim.
Benim de herkes gibi okuma alışkanlığımın olmadığı dönemlerim vardı ve şimdi düşününce o dönemlerde ne yaptığımı gerçekten hatırlayamıyorum çünkü hem yaşım küçüktü hem de artık insan kitap okumadığı zamanlarda ne yapar, nasıl birine dönüşür, hatırlayamıyorum.
Film izlemek gerçekten güzel, oturup karakterleri izlemek. Belki de o karakterlerden biri olduğunu hayal etmek. Bence okumayı ve izlemeyi birbirinden ayıran en önemli özellik de bu zaten. Birinde o karakterlerden biri olduğunu hayal ederken ötekinde bizzat o karakter olmak. O karakterle nefes almak, o karakterin kafasının içindeki cümlelerde yürümek. Daha da ürkütücü olanı o karakterin kafasının içindeki düşüncelerden birinde, kendi düşüncelerine rastlamak. İşte o zaman o karakteri gerçekten yaşadığımızı anlıyoruz sanırım. Belki de bunca zamandır başından beri yanı başımızda nefes aldığını hissediyoruz.
Film izlemek o karakteri görmek özümsemek ve yaşadığı her şeye şahit olmak gibiyken kitap okumak o karakterin duygularını düşüncelerini sırtlamak sinema perdesinden içeri girerek karakterin gözlerinin içinden olanlara şahit olmaya benziyor. İşte bu yüzden yapmayı en çok sevdiğim şey bu. Çok beğendiğim bir filmi izledikten sonra onun kitabını ya da kitaplarını almak filmi uzatmak gibi. Üstelik bu sefer başrol sensin. Kitaptan uyarlanmış hiçbir film, kitapta anlatılan her şeyi veremez. Elbette birkaç olay, söylenmesi gereken birkaç açıklama, yaşanması gereken birkaç diyalog ve daha fazlası es geçilmek zorunda. İşte benim en çok merak ettiğim şeyler bunlar.
Önceden filmini izlediğim bir kitabı okurken yapmayı en sevdiğim şey anlatılan yerde özgürce hareket edebilmek. O kalenin içinde kendi ayaklarımla dolaşmak, olan her şeyi kendi kulaklarımla duymak. Her şeyi kontrol etmek. Var olan her yerde bir gölge gibi dolaşmak. Bazen karakterin kendisi bazen de izleyicisi, yargılayıcısı olmak ama en ufak bir ayrıntıyı bile kaybetmemek. Filmi izlerken anlamsız bulduğum ayrıntıların yavaş yavaş çok anlamlı ve yaratıcı bir parça haline gelmesi.
Kitabını okuyup filmini izlediğim yapıtlarda ise en sevdiğim şey karakterle yüz yüze tanışmak. Seslerini duymak, zihnimdeki yüz ifadeleriyle kıyaslamak. Üstelik bir şeyler kesildiği için konulması gereken ekstra olaylarda biraz daha o yapıtın ruhuna tanık olmak. Sinemanın ve edebiyatın daima kendine has, diğerinin kopya edemeyeceği farklar oldu ve olacaktır eminim ki. Bu nedenle aslında birinin diğerinden daha değersiz olduğunu savunmak oldukça saçma.
Öyleyse Kitap Okumak mı Daha Değerli Yoksa Film İzlemek mi?
Film izlemek iki saatin sonunda gerçekten kaliteli vakit geçirmenizi sağlamış olabilir ancak kitap okumak sadece kaliteli bir vakit değil bence. Aynı zamanda zihni düzenleyen, dil bilginizi geliştiren, empati duygunuzu arttıran, kendinizi anlatabilmeniz için gerekli olan düşünce yapınızı tamamlayan, hepsinden de öte gerçekten size yüzlerce hayat yaşatabilecek bir kapıdır. Filmler bütün bunları yapabilir mi?
Kitap okumak gerçekten de ruhun gıdasıdır. Bazen, okuyamadığım zamanlar olduğunda aklım o kadar darmadağınık ve ne yapması gerektiğini bilmez bir halde oluyor ki sorunun ne olduğunu anlayamıyorum. Ancak biraz kitap okuduktan ve birkaç kitap sonuna geldikten sonra anlıyorum ki sadece biraz okumaya ihtiyacım varmış. Aslında bu dediklerim kitap okuma alışkanlığı olmayan insanlar için bir şey ifade etmeyecek çok büyük bir ihtimalle. O yüzden tavsiyem gerçekten sevdiğiniz bir film varsa kitabına ‘Ya, zaten aynı şeylerin yazılı halidir.’ demeyip bir şans vermeniz. Hele de bu bir kitaplar serisiyse. O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı ümit ediyorum. Son olarak Cicero’nun bir sözüyle anlattıklarımı bitirmek istiyorum:
“Kitapsız bir oda, ruhsuz bir beden gibidir.”