Ayşe Dudu Demir
Yetkin Yayın
Published in
13 min readOct 31, 2023

--

RÖNESANS VE SİYASET FELSEFESİ

Rönesans döneminin başlangıcı için net bir tarih verilmese bile genel olarak tarihçiler tarafından kabul edilen 1350 yılını baz alabiliriz. Daha geniş bir perspektiften baktığımızda ise Rönesans, 14. yy. sonu ile 17. yy. başına kadar süren tarihi bir süreçtir. İtalya’nın Floransa şehrinde ortaya çıkan ve daha sonra tüm Avrupa’ya yayılan bu dönem kültürel ve entelektüel hareket niteliğini taşımaktadır. Bu dönem aynı zamanda, Orta Çağ’ın kısıtlayıcı düşünce tarzlarına meydan okuyan ve antroposantrizm (insan merkezcilik) fikrinin yaygınlaşmasıyla karakterize edilebilir. Rönesans kelimesi Latince ’de “yeniden doğuş" anlamına gelmektedir ve ilk çağ fikirleri (Antikite) ve Roma kültürüne olan ilginin yeniden canlanmasıyla bağlantılıdır. Bu dönemde İtalya, zengin bir ticaret ve ekonomik merkez haline gelmiştir. Bu durum; bilim, edebiyat, felsefe ve eğitim gibi alanlarda büyük bir yenilenme ve ilerlemenin yaşanmasına zemin oluşturmuştur. İtalya’nın önde gelen tüccarlarının, Yunan ve Roma kültürüne olan ilgisiyle birlikte, sanat ve bilim alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildi. Floransa başta olmak üzere Venedik ve Roma gibi şehirler de sanat ve entelektüel faaliyetlerin merkezi haline gelmiştir.
Antik metinlerin yeniden keşfedilmesi, Antik Yunan felsefesi ve söz sanatı (retoriği), Roma hukuku, mimarisi gibi konulara olan ilgi bu dönemde oldukça artmıştır. Dönemin düşünürleri ve sanatçıları bu sayede Antik dönem eser ve ideallerini takip etmişlerdir. Ayrıca Rönesans, sanatta da büyük bir devrim yaratmıştır. Anatominin detaylı olarak incelenmesi, perspektif kullanımı, gölge efektleri, ışık vb. teknikler bu dönemde geliştirilmiştir. Rönesans’ın antroposantrik bir perspektifi benimsemesi, insanın potansiyelini ve özgürlüğünü vurgulayan bir anlayışı geliştirmiştir. Dönemin sanatçıları (Leonardo da Vinci, Botticelli, Michelangelo…) insan figürlerini daha gerçekçi bir şekilde betimlemeye çalışmışlardır. Aynı zamanda, heykel, resim ve mimaride yeni bir estetik anlayışı benimsemeye başlamışlar ve kimi büyük sanat eserleri bu sayede ortaya çıkmıştır. Perspektif kullanımı, gerçekçi portreler ve doğal detaylar Rönesans sanatının önemli özellikleri arasında yerini almıştır.

Bilimin daha fazla önem kazandığı ve yeni keşiflerin yapıldığı bu dönemde, matematik, astronomi, coğrafya, fizik ve tıp gibi alanlarda da önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Copernicus, Galilei, J. Kepler gibi bilim insanları, yeni kuramlar geliştirerek evrenin hareketini ve yapısını daha iyi anlamaya çalışmışlardır. Copernicus’un güneş merkezli evren modelini ortaya atması, bilimsel düşüncenin dönüşümünün temeli niteliğini taşımaktadır. Bununla birlikte matematik ve anatomiyi daha iyi anlamayı hedefleyen çeşitli çalışmalar da yapılmıştır. Edebiyat alanında da oldukça canlanma ve gelişim yaşanılan bu dönemde, edebiyat eserlerinin de insan merkezci bir perspektifi yansıttığı açıkça söylenebilir. Antik Yunan ve Roma edebiyatıyla yakından ilgilenilmiş, klasik ve mitolojik hikayelerden esinlenilen eserler üretilmiştir. Petrarch’ın şiirleri, W. Shakespeare’in oyunları ve Dante’nin "İlahi Komedya" eseri Rönesans edebiyatında örnek olarak gösterilebilir. Bu dönemde, karanlık Orta Çağ düşüncesinin etkisi oldukça azalmış ve yeni bir kültürel hareket doğmuştur. Felsefe ve Politika alanlarında da oldukça büyük dönüşümler yaşanmıştır. Felsefede yeni bir dönem başlamış, insanın özgür iradesi, bilgi arayışı ve ahlaki değerler üzerine düşünülmüştür. Orta çağın skolastik düşüncesinin otoritesi sorgulanarak insana odaklanan bir fikir akımı başlatılmıştır. Dönemin felsefesini daha derinden incelememiz gerekirse, Rönesans Felsefesi temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
•Antroposantrizm (İnsan Merkezcilik): İnsanın değerinin ve potansiyelinin vurgulanmasıdır. Rönesans döneminde insan, evrenin merkezi olarak görülmüş ve insanın tabiatı, becerileri ve özgür iradesi üzerine odaklanılmıştır.
•Doğa Hukuku: Doğal Hukuk evrenseldir ve değişmez bir ahlaki düzen söz konusudur. İnsanın değeri ön plandadır ve insanın doğuştan sahip olduğu birtakım haklara ve adalet prensiplerine işaret eder.
•İnsanizm: İnsanın kendini iyi tanıması ve anlamasına dayanan bir felsefe türüdür. İnsanın bilgiyi arayışına ve bilgelik yolundaki ilerleyişine odaklanılır. İnsanizm, bireyin kendi tecrübelerine ve kişisel gelişimine dayanır. Rönesans döneminde, insanizmi benimseyen düşünürler, insanın zihinsel, duygusal ve entelektüel özelliklerini ortaya çıkarmak için bilim, sanat ve felsefeyle ilgilenmişlerdir.
•Antik Yunan Ve Roma Düşüncesinin Yeniden Keşfi: Devrin düşünürlerinin antikiteye ve Roma düşüncesine olan ilgisi oldukça fazlaydı. Antik metin ve çalışmaların çevirileri yapılmış ve bu sayede Epikür, Aristo ve Platon gibi ilk çağ filozoflarının eserleri bu dönemde yeniden keşfedilmiştir. Antik Yunan dünyası ve Rönesans Avrupa aydınları arasındaki fikri köprüyü ise İslam düşünürleri inşa etmiştir.
•Eleştirel Düşünce: Rönesans dönemi, sorgulayıcı bir dönemdir ve eleştirel düşüncenin oldukça geliştiği bir dönem olmuştur. Otoriteye körü körüne bağlanma yerini şüpheye, sorgulamaya ve rasyonel düşünmeye bırakmıştır. İnançlar ve idealar sorgulanarak, bilgi ve gerçeğe dayalı bir yaklaşım kabul edilmiştir.

Dönemin yarattığı yenilikler ve dönüşümler felsefede oldukça büyük gelişmelere yol açmıştır. Bu bağlamda önemli düşünür, filozof, yazar ve bilim insanının katkılarını da göz ardı etmemek gerekir. İşte Rönesans döneminin önde gelen düşünürlerinden bazıları:
1-) Marsilio Ficino (1433-1499): İtalyan filozoftur. Platoncu’dur, Platonizm’in yeniden keşfedilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Avrupa’da Hümanizmin gelişmesinde etkilidir.
2-) Descartes (1596-1650): Fransız filozof ve matematikçidir. Rasyonalizmin temsilcilerindendir. "Düşünceler Üzerine Meditasyonlar" adlı eseriyle tanınmaktadır. "Düşünüyorum, öyleyse varım" felsefi düşüncesini ortaya atmıştır.
3-) Francesco Petrarca (1304-1374): İtalyan şair ve Petrarca Şairlik tarzının öncüsüdür. Hümanisttir. Aynı zamanda Petrarca, "Yeni Latince" olarak adlandırılan bir dili teşvik etti ve "Yeni İnsan" idealini savunmuştur.
4-) Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494): İtalyan filozof ve düşünürdür. “İnsanın Değeri” adlı metniyle bilinir.
5-) Francis Bacon (1561-1626): İngiliz filozof, bilim insanı ve devlet adamıdır. Bilimsel yöntem ve gözlemcilik üzerine çalışmaları bulunmaktadır. Bacon, deney ve gözlem yoluyla bilgi edinmenin önemini vurguladığı gibi doğa bilimlerinin gelişimine de büyük katkılarda bulunmuştur.
6-) Montaigne: Fransız yazar ve filozoftur. "Denemeler" adlı eseriyle bilinmektedir. Montaigne, insanın doğasını ve deneyimlerini ele almıştır. İnsan bilgisinin sınırlarını ve belirsizlikleri vurgulamıştır.
7-) Galileo: İtalyan fizikçi, matematikçi ve astronomdur. Modern bilimin kurucularındandır. Galileo, dünyanın döndüğüne ve güneşin merkezde olduğuna dair teorileri savunmuştur. Teleskopla gökyüzünü inceleyerek evrensel yasaları keşfetmiştir.
Bu isimler, Rönesans’ın düşünce dünyasına önemli katkılarda bulunmuş birkaç örnekten biridir.
Rönesans dönemi politikalarını ele aldığımızda ise karşımıza ilk olarak siyaset felsefesi, ideal devlet yapısı, yönetim biçimleri ve toplumsal sözleşme gibi konuların çıktığını söyleyebiliriz. Machiavelli "Prens" adlı eserinde, siyasi liderliği ve iktidarın elde edilmesini pragmatik (uygulamacı) bir biçimde anlatmıştır. Bu dönemde, devletin işleyişi ve düzeni, hükümetin rolü ve insan hakları üzerine düşünceler üretilmiştir. Bu bağlamda Rönesans’ın siyaset felsefesi üzerindeki etkisini derinlemesine incelemek gerekir.

RÖNESANS VE SİYASET FELSEFESİ
Rönesans İtalya’da nüfusça kalabalık ve zengin olan şehirlerde doğan, sonrasında tüm Avrupa’yı etkisi altına alan bir dönemi ifade etmektedir. Bankacılık ve endüstri temeline dayanan ve orta çağ devletine hiç benzemeyen, yeni tip bir devletin doğmasına da yol açmıştır. Avrupa’da merkezi krallıklar bu devirden itibaren ortaya çıkmıştır. Döneme etki eden olaylardan birinin de 1453 İstanbul’un fethi olduğu söylenir. İstanbul’un fethinden önce; birçok filozof İtalya’ya göç etmiş ve çok fazla kitap oraya götürülmüştür. Bu dönemde siyasi düşünce, orta çağda egemen olan teokratik ve feodal düzenin ötesine geçerek insan merkezli bir perspektife doğru evrilmiştir. Aynı zamanda yeni ideallerin de ortaya atıldığı bir dönemdir. Bireyin hakkı, özgürlüğü ve adaleti ön plana çıkarılmıştır. İnsanların doğuştan sahip olduğu haklar, adalet arayışı ve özgür iradeleri üzerine düşünülmüştür. Rönesans düşünürlerinin en belirgin özelliklerinin başında antikiteye duydukları ilgi vardır. Rönesans Avrupa’sında 2 önemli fikri akım söz konusu olmuştur. Biri Platon’un düşüncelerinin devamı niteliğini taşıyan ve öncülüğünü Thomas More ’un yaptığı Ütopyacı akımı, bir diğeri ise Aristo’nun fikirlerini savunan Machiavelli ve diğerleridir. Rönesans Avrupa’sında ütopyacılar ve Machiavelli-John Bodin’i genellikle karşı karşıya görürüz. Amerika kıtasının keşfedilmiş, yeni insan tipleriyle karşılaşılmış, yeni ekonomik şekiller doğmuş, Protestanlık ve Kavinizm’le yeni mezhepler ortaya çıkmıştır. Bütün Avrupa’da teknik ve lüks ilerlemiş, ferdiyetçilik alıp yürümüş ve bu şartların varlığı ütopyacıların gelişmesine elverişli bir ortam oluşmuştur. 1518’de Thomas More İngiltere’de Ütopyayı ortaya koymuştur. İngiltere’ye temel bir eleştiri niteliğinde ortaya atılan bu felsefi akımın özetini şöyle yapabiliriz:
Ütopyacılık, ideal bir toplum veya toplumsal düzenin ifade edildiği ve/veya hayal edildiği bir felsefi görüştür. Bu terim, ilk olarak Thomas More ‘un 1516 tarihli "Ütopya" adlı eseriyle tanıtılmış ve ortaya atılmıştır. Ütopyacılık, bir toplumun/toplumsal düzenin mükemmelliğini, kusursuzluğunu ve idealizmini amaç edinen bir düşünce akımına denmektedir. Ütopya, eşitlikçi, barışçıl, adil, adaletli ve insanların tamamıyla mutlu olduğu bir toplum modelini simgeler. Bu ideal toplum anlayışı, genellikle ahlaki değerlere dayanır ve refahlarını sağlamayı ve insanların ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler. Ütopyacılar, mevcut toplumun kusur, eksik ve adaletsizliklerini eleştirir ve daha kusursuz bir gelecek için alternatif toplumsal düzenler önerir. Önerilen bu düzenler, genellikle toplumun tüm kesimini etkileyen sosyal, kültürel, ekonomik ve politik değişiklikler içerir. Ancak, ütopyalar gerçekçilikten oldukça uzak ve tam anlamıyla uygulanabilir olmayabilir. Ütopyalar genellikle idealize edilmiş bir vizyon ve misyonu amaçlar ve insan doğasının kendi içindeki karmaşıklığı, çıkar çatışmaları ve diğer pratik engeller sebebiyle gerçek dünyada tam olarak hayata geçirilemeyebilir. Ütopyacılık, toplumsal reformasyon, siyasi fikirler ve sosyal dönüşüm üzerine düşünmeyi teşvik eden bir araç olarak kullanılabilir. Aynı zamanda ütopyalar, insanların toplumsal sorunlara çözümler bulmasına ve daha iyileştirilmiş bir dünya yaratma çabalarını fayda sağlayabilir. More ‘un "Ütopya" (Utopia) eserinde tasvir edilen hayali bir adadır ve bu ada üzerinde mükemmel bir toplumsal düzenin nasıl olabileceği anlatılmıştır.

More, "Ütopya “da toplumsal özgürlük, insan hakları, adalet ve eşitlik gibi kavramlara vurgu yapar. Kitapta, özel mülkiyetin olmadığı, sınıf farklarının ortadan kalktığı bir toplum modeli bulunmaktadır. Ada halkı, çalışma ve üretim faaliyetlerine katılması için teşvik edilir, kişisel refah ve mutluluk ön planda tutulur. Aynı zamanda eser, Rönesans’ın entelektüel atmosferini yansıtmaktadır. İnsan doğası ve toplum sorunlar ele alınırken, mevcut toplumsal düzenin eleştirisi ve ideal bir toplum canlandırılmıştır. Aynı zamanda eser, Rönesans döneminde tartışmalara yol açmış ve ilerleyen yıllarda “ütopya” kavramının siyaset felsefesi ve sosyal bilimlerde önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştır. Ütopya kavramı More ile öne çıksa da sürekliliği devam etmiş ve birçok düşünür kendi ütopyalarını ortaya koymuştur. Buna örnek olarak Campenella’ın Güneş Ülkesi ve Bacon’un
Yeni Atlantik’i sunulabilir. Campenella yıllarını hapishanede geçiren ve çeşitli işkenceler gören İtalyan bir filozoftur. Güneş Ülkesi ’inde yaşadığı dönemin toplum düzeni ve devlet yapısından memnuniyetsiz olduğu için kendi ütopyasını tasvir etmeye çalışmıştır. Bacon ise insan hayatının mükemmelleştirilebileceğine inanan İngiliz bir filozoftur. Yeni Atlantik’te bahsedilen, herkesten ve her şeyden uzak hayali bir ada keşfi aslında Bacon’un kendi ütopyasını oluşturmasına işaret eder. İlerleyen dönemlerde Ütopyalar dışında karşıt bir Distopya tasviri ortaya çıkmış ütopyalar farklı bir boyut kazandırılmıştır. Dönemin ütopya tasvirine dönmek gerekir ise genel anlamda 3 türde ütopya tasviriyle karşılaşırız.

ÜTOPYA TÜRLERİ
1-) Mutluluk Kenti Olan Ütopyalar
2-) Eleştirici (Tenkitçi) Ütopyalar
3-) Kurucu Amacı Olan Ütopyalar
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki birçok ütopya üçünü birden baz alır. Tasvir edilen her ütopyanın benzer özellikleri vardır. Amaç, insanların daha mutlu ve refah bir şekilde yaşamasıdır. Ütopyaların en önemli temel özelliği budur. Fakat ortak özelliklerini temel olarak sınıflandırmamız gerekir ise bunu yediye indirgeyebiliriz.

ÜTOPYALARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ
1-) Dirişizm: Ütopyalar dirişisttir. Bireyler üzerinde sosyal kontrolleri en üst safhada tutarlar. Liberalizmi bir çeşit anarşist bir akım olarak görürler.
2-) Simetri: Birçok ütopya simetriktir. Her şey düzenlidir ve inziva halindedir.
3-) Kolektivizm: Ütopyalarda bireyler kaynaştırılmıştır. Birliğe vurgu yapılır.
4-) Eğitime Verilen Aşırı Önem: Ütopyacılar genç kuşaklar üzerinde çalışmışlardır. Eğitime bağlılık esastır. Eğitim süreleri çoğaltılmıştır.
5-) Realitenin Tersine Çevrilmesi: Realitedeki eksiklikler tersine çevrilerek düzenin iyileştirilebileceğine inanılır.
6-) İnziva: Yalnızlık. Ütopyaların bir çoğunluğu adada ve herkesten, her şeyden uzakta kurulmuştur. Kurulan bu dünyalar dış dünyadan kopuktur.
7-) Tabiata Olan Düşmanlık: Tabiat yerine rasyonel bir sunilik getirilmek istenir.
Rönesans döneminde ütopyacıların sosyal bilimler alanındaki etkisi oldukça büyüktür. Etnograflar henüz keşiflerini yapmadan önce mevcut toplum, mülkiyet, aile şekillerinden başka şekiller olabileceğini tasarlamışlardır. Bir tabiat dini fikrinin doğmasına yol açmışlardır. Hristiyan olmadığı halde erdemli olan birtakım kavimler tasarlamışlardır. Üretim ve tüketimin devlet tarafından teşkilatlandırılmasını, kadın haklarını, eğitimi, sosyal sınıfları ilk defa ele alıp konuşmuşlardır.

RÖNESANS DÖNEMİNDE PLATONCULUK
Rönesans dönemi düşünürlerinin antikiteye duyduğu yoğun ilgi, onları Antik Yunan felsefesine odaklanmaya ve araştırmaya itmiştir. Dolayısıyla ilk çağ düşünürlerinden olan Platon ve felsefesine de yoğun bir ilgi ve talep oluşmaya başlamıştı. 1400’ lü yıllarda Platoncu düşüncenin öncülerinden olan Plethon (Georgios Gemistos), Floransa’da bir Platon Akademisi kurma fikrini öne atmıştır. Bu akademinin filizleri 1438 yılında atılsa da 1462’ de hayata bulmuştur. Akademinin amacı Platonun eserlerini ilk elden çevirmekti. Aristoculara karşın Platon felsefesini savunmak temel görevleri arasındaydı. Bu akademi sayesinde Platonculuğu kaynağından öğrenme fırsatı edinen düşünürler felsefenin platon kanadında yer almayı tercih etti. Piko Della Mirandola, ve Marsilio Ficino bu düşünürlere örnek verilebilir. Ficino’ya göre Aristo felsefesi de Platon felsefesi de aynı hakikati anlatıyordu, yalnızca farklı şekillerde ifade edilmişti. Ona göre Platonculuk insan bilgeliğinin özüydü ve eğer Katolik doktriniyle uyumlandırılabilirse onu daha ruhsal bir öğreti haline getirebilirdi. Çünkü Ficino’ya göre Hristiyanlık Tanrının kendini açmasının bir biçimiydi ve bu din felsefeyle uyumlandırılabilirdi. Ona göre evrenin tüm bağlantıları insandadır ve dolayısıyla insan tüm evreni bilme gücüne sahiptir. Fakat bu fikirler Platoncu olmaktan çok yeni Platoncu olmakla bağdaşmıştır.
Yeni Platoncu düşünürler arasında en özgünü Nicolaus Cusanus’tur. Rönesans ruhu ve skolastik düşünceler etkisinde gidip gelen bir felsefi yaklaşıma sahiptir. Ona göre tanrı bilgisine düşünme yetisi ile ulaşılamaz ve o bunu öğrenilmiş bilgisizlik olarak tanımlamıştır. Akıl sınırlı ise, o zaman tanrı ile nasıl bağ kurulur? Ona göre bu sorunun cevabı mistik bir yol veyahut aydınlanma yoludur. Yani bir nevi gönül bağı ile tanrı görülebilir. Ancak Cusanus’un fikirleri tam da burada birbiriyle çelişmektedir. Ona göre dünya tanrının bir yansıması veyahut açılımıydı fakat dini olarak benimsediği Hristiyanlığa göre tanrı ve dünya birbirinden farklı ve ayrıydı. “Şeylerin özü Tanrısal öz ile özdeş değildir; şeyler sonludur ve tanrısal ideaları tam olarak gerçekleştiremezler” * Dolayısıyla doğa sonludur ve Tanrı ile özdeş değildir. 1460 yılının sonlarına doğru ilk Platonik diyalog olan ve Landino tarafından ele alınan “Disputationes Camaldulenses” yayınlanmıştır. Sonunda Platon Akademisinin önemli isimlerinden biri olan Mirandola’nın düşüncelerini ele almak gerekir ise temelde Ficino’dan çok da farklı olduğunu söyleyemeyiz. Ancak o Ficino’dan farklı olarak Hristiyanlık, Yunanlılık ve Museviliği uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre her şey doğa kurallarına göre oluşmuştu ve insanın kaderini belirleyen doğal bağlantılar vardı. Aynı zamanda insanın kaderinin mimarı yine insanın kendisidir. Sonuç olarak Heptaplus isimli çalışmasıyla birlikte insanı tanımlamıştır.

RÖNESANS DÖNEMİNDE ARİSTOTALESÇİLİK
Geç orta çağda, Latin İbn Rüşdcülerin liderliğinde Padua Üniversitesi ’inde başlamıştır. Fransa ve İngiltere de yayılan bu fikir, Oxford Üniversitesinde mantık temelli ele alınmış, Paris Üniversitesinde ise doğa bilimleri çalışmalarında kullanılmıştır. Aslında orta çağda Aristocuların ortak amacı Aristo felsefesini Hristiyanlaştırmaktı. Ancak Paris Üniversitesinde Latin İbn Rüşdcülerin, bu felsefeyi dinin dışında aldığı ve birçok tartışmaya yol açtıkları söylenir. Bunun sonucunda Paris Üniversitesinden atılan Latin İbn Rüşdcüler, İtalya’nın kuzeyine, Padua Üniversitesine gitmek zorunda kaldılar. Böylelikle 14. Yy.’ın ikinci yarısında Rönesans Aristoculuğu da başlamış oldu. Bu düşüncenin gelişiminde karşıt görüşler ve eleştiriler genellikle Platoncular ve hümanistler tarafından gelmiştir. Venedik’te yaygınlaşan bu düşünceye ilk darbeyi Floransa’daki Platoncular vurmak istemiştir ancak somut argümanlar sunmadıklarından bu eleştiriler yetersiz kalmıştır. Asıl ve somut delillerle eleştiriler Hümanistlerden gelmiştir. Petrarca, Latin İbn Rüşdcülerin sundukları argümanları yetersiz bularak, Aristo’yu doğru anlamadıklarını ve yanlış yorumladıklarını öne sürmüştür. Hümanistler Aristo’ya saygı duyduklarını ancak kendi dilinden okunmadığı müddetçe anlaşılamayacağını öne sürmüşlerdir. Dolayı yoldan dönemin Hümanistleri Antik Yunan dilindeki eserleri Latinceye kazandırmış ve Rönesansa etkili eserler bırakmışlardır. **
Hümanistlerin bu eserleri orijinalinden okunması gerektiğini söyledikleri savunuları zamanla Aristotalesçilik de bir dönüşüm yarattı ve bu dönüşüm, modern felsefe ve bilimde etkili oldu. Aynı zamanda bu dönüşüm Padua Üniversitesinde Latin İbn Rüşdcü Aristotelesçilere karşıt olarak Pomponazzi liderliğinde İskenderci Aristotelesçilerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu iki grubun en büyük tartışması ruhun ölümlü olup olmadığı ile ilgiliydi. Latin İbn Rüşdcü Aristocular, ruhun ölümsüzlüğünü dile getirirken, İskenderci Aristocular ruhun kesinlikle ölümlü olduğunu ve bunun çarpıtılmaması gerektiğini öne sürmüşlerdir. 16. Yy.’ın 2. Yarısında ise Zabarella ile Aristo felsefesine bakış açısı çeşitlendi. Zabarella, hümanist görüşler çerçevesinde yetiştirilmişti ve Aristo’yu anlamak için yunanca öğrenerek yunanca metinler üzerinden Aristo’yu anlamaya ve anlatmaya çalıştı.
*(Thilly, 2007: 7) ** (Salğar, 2022: 12)

Ancak hümanistlerden farklı olarak bilimsel yöntem anlayışı üzerine yoğunlaştı. Zaman içerisinde bu durum Padua Üniversitesindeki Aristocuların da ruh konusundan mantık ve metodolojiye kaymasına neden oldu. Zabarellla’nın ortaya attığı Aristoculuk yorumunu zamanla Francesco Piccolomini gibi düşünürler sürdürmüştür. Temel bazda bu görüşü özetlememiz gerekirse; Aristo’yu, Aristo yöntemiyle anlamak olarak öne sürebiliriz. Zabarella’nın ölümünün ardından Aristoculuk kürsüsüne Aristo’yu kendine has yorumlayan Cesare Cremonin geçmiştir. Cremonin, katı bir Aristotelesçidir. Ona göre Aristoculuk, Aristo’yu bütünüyle benimsemekten geçer. Bu baskıcı ve katı Aristoculuk 1631 yılında Cremonin ’in ölümüyle birlikte Padua Üniversitesinde son bulur. Burada Rönesans dönemi Aristoculuğunun nasıl başladığı ve Padua Üniversitesinde nasıl geliştiği ele alınmıştır. Genel bir bakış açısıyla ele aldığımızda ise Rönesans Aristoculuğunun oldukça çeşitli olduğunu söyleyebiliriz. Ayriyeten belirtmek gerekir ise Rönesans’ın yenilikçi keşifleri, dönemin Aristocularını oldukça zora sokmuş ve keşfedilen her şeyi zaman içerisinde sindirmeye itmiştir.

RÖNESANS ’TA VURGULANAN KAVRAMLAR
1. Kadın Hakları ve Cinsiyet Eşitliği: Rönesans döneminde öne çıkan birçok düşünür, kadınların toplumsal yaşamda ve eğitimde daha aktif rol alması gerektiğini savunmuşlardır.
2. İnsanın Doğal Hakları ve Devletin Sınırları: Rönesans dönemindeki isimler, insanların yalnızca insan olarak, doğuştan sahip olduğu hakların devlet tarafından korunması gerektiğini ve devletin sınırlı bir güce sahip olması gerekliliğini savundular. Bu fikirler modern hukuk devleti anlayışının temelini oluşturdu ve insan haklarına saygılı ve duyarlı demokratik devletlerin oluşumuna katkıda bulundu.
3. Ekonomi ve Ticaret:
Rönesans döneminde, bilim, sanat ve kültürdeki yenilikler ekonomik büyümeyi ilerletti ve ticaretin yayılmasına katkıda bulundu.
4. Kültürel Çeşitlilik ve Hoşgörü:
Rönesans döneminde, sanatın, edebiyatın, birbirinden farklı kültürlerin ve bilimin birbirinden etkilenerek zenginleşmesi teşvik edilmişti. Bu yaklaşım çok kültürlü toplumların oluşumuna ve hoşgörünün/ kültürel çeşitliliğin modern toplumların temel değerleri arasında bulunmasına katkıda bulunmuştur.
5. Toplumsal Adalet ve Sosyal Refah:
Rönesans dönemindeki filozoflar, sosyal statü farklarının azaltılmasını, dezavantajlı kesimlerin korunmasın, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması için çalışmışlardır. Bu çalışmalar, modern toplumların toplumsal adaleti ve sosyal refahı önemseyen politikaları benimsemesine fayda sağlamıştır.
6. Demokrasi ve Halk Egemenliği:
Rönesans dönemi düşünürleri, Yönetimin halkın istekleriyle belirlenmesi gerektiğini savunmuş ve yönetimde halkın aktif katılımını teşvik etmişlerdir. Bu sayede modern demokrasinin temel ilke ve esaslarının şekillenmesine ve halkın katılımının artmasına katkıda bulunulmuştur.
7. İnsanın Onuru ve Potansiyeli:
Rönesans, insan onuru ve potansiyelini vurgulayan düşüncelerle siyaset felsefesini etkilemiştir. Rönesans dönemindeki düşünürler, insanın gerekli eğitim ile potansiyelini gerçekleştirebileceğini savunmuşlardır. Bunun sonucunda, modern siyaset felsefesinde insan onurunun korunması, insan hakları, kişisel özgürlük gibi kavramların önemi vurgulanmıştır.
Tüm bu yönergeler baz alındığında Rönesans döneminin siyaset felsefesi üzerindeki karşı konulamaz etkisini görüyoruz. Orta çağın insanlar üzerindeki ezici baskısı, rönesansın sosyal refah kriteriyle azaltılmış, insanlık tarihi yeni bir boyut kazanarak günümüz modern çağına ulaşmıştır.

Yazar: Ayşe Dudu Demir

KAYNAKÇA
Salğar, E. (2022). RÖNESANS’TA ARİSTOTALESÇİLİK, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 34 (1-24).

Thilly, F. (2007). Yunan Ve Ortaçağ Felsefesi, İzdüşüm Yayınları. İstanbul.

Yılmaz, N. (2014). ANTİK YUNAN DÖNEMİ KARŞILAŞTIRMALI SİYASET BİLİMİNDE SİYASAL SİSTEM SINIFLANDIRMALARINA GENEL BİR BAKIŞ, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 15 (1) , 123-138.

Arda, Z.- Şahin H.- Büyükkol, S. (2013). İLK ÇAĞDAN MODERNİZME; BİLİM, SANAT VE FELSEFE BULUŞMALARI, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 2 (3-19)

Yıldırım, M. (2020). Rönesans ve Reformasyon, Çankırı Karatekin Üniversitesi Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi, 8 (1) , 184-210.
Durgun, F. (2013). Rönesans’tan 19. Yüzyıl Avrupa Tarihi Yazımında İlerleme Fikri, Dönemselleştirme ve Orta Çağ Avrupa Tarihi Algısı, İnsan ve Toplum, Avrupa Merkezci Tarih Yazımı, 283-304.
Sevli, S. (2022). PLATON’DAN HRİSTİYANLIK FELSEFESİNE, MACHİAVELLİ’DEN HOBBES’A: İNSAN DOĞASI ÜZERİNDEN İKTİDARI MEŞRULAŞTIRMAK, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 43 (130-159).
Gökçe, A. (2005). Rönesans Düşüncesinin İnsan Hukuku Üzerindeki Etkileri. Felsefe Dünyası Dergisi, 39 (109-128).

--

--

Ayşe Dudu Demir
Yetkin Yayın

Yetkin Yayın yazarlığı yapmakla birlikte, iktisadi konularda yazılar yayımlamaktayım.