Ruhlar, Gözler ve Renkler Üzerine: Amedeo Modigliani

Göksu
Yetkin Yayın
Published in
4 min readApr 12, 2024

“Sanat ne büyük zenginliklerle dolu; insan gördüklerini unutmadıkça hiçbir zaman verimli düşüncelerden uzak, gerçekten yalnız ya da tek başına kalamaz.” -Van Gogh / Theo’ya Mektuplar

Bütün tevazusuyla, ihtişamıyla, insanlığa gördüklerini, duyduklarını ve varlığının hatıratını hatırlatan sanatın, bu parlak güneşin eşsiz huzmelerinden biri: Amedeo Modigliani.

Amedeo Modigliani, 1884 yılında İtalyan topraklarının kuzey batısında, bir liman şehri olan Livorno’da doğdu. Çocuk yaşlarından itibaren peşini bırakmayan hastalıklar, onu yaşıtlarından ayrıştırarak kendi iç dünyasına, sanata yönlendirdi. Yüreğini ve zihnini bağlayan sert kabukların için bir inci olarak sıyrıldı ve kendi içinde son nefesine dek izinden ayrılmayacağı bir yolculuğa çıktı. İlk hocası Guglielmo Micheli, sahip olduğu potansiyeli çok erken dönemlerde fark etti ve fırçasından akan kıvılcımları çok iyi sezdiği öğrencisini 1900’lü yılların başında Güzel Sanatlar Okulu’na yönlendirdi, Modigliani önce Floransa’da sonra Venedik’te resim dersleri aldı. Nihayetinde yolu içinde yetiştiği Akdeniz’in şehirlerinden çok daha kaotik, en dipten zirveye, adını arayan tüm sanatçıların metropolü Paris’e düştü. La Bateau-Layoir’de bir başka dehayla, Pablo Picasso ile komşu oldu. Pablo ile ilişkileri, son nefesinde Modigliani’nin dehasını haykırana dek yarı düşman devam edecek, ancak şüphesiz ikisinin de sanat yolculuğunda bir dönüşüme sebep olacaktı. Bu dönemde, büyük şehir hayatı, hala bu dünyadaki yerini ve yürüdüğü ince iplerin üzerinde ipin ucunu arayan, aydınlıkla karanlığın içinde hep dans ettiği Modigliani’nin tüm dengesini bozmuştu.

‘’Ruhunu gördüğümde, gözlerini çizeceğim’’ Portrait of Jeanne Hebuterne
‘’Ruhunu gördüğümde gözlerini çizeceğim’’ Portrait of Jeanne Hébuterne

Eve dönüş, yalnız evin mahiyetinden ibaret değildir. İnsanoğlu pek çok kez yaşadığı keşmekeşlerin ardından geriye dönüşün yollarını yine kendi köklerinde arar. Modigliani de çareyi yuvaya, köklerine, Livorno’ya dönüşte bulmuştu. Burada geçen kısa bir zamanın ardından iyileştiğinde köklerini topraklarından son kez tüm gücüyle çekerek Paris’e Montrparnasse bölgesine döndü. Burada heykeltıraş Constantin Brancusi ile tanıştı ve heykeltıraşlık yapmaya başladı. Kısa bir süre resimlerinden, çatıların ve dehlizlerin, bir daha göz göze gelmeyeceği yüzlerin üzerinde savurduğu eskizlerinden uzak kaldı. 1912’de heykellerini sergilediği Salon d’Automne’de sanatseverlerin beğenisine mazhar olsa da takvimler 1914'ü gösterdiğinde tekrar kendi yolculuğuna, tuvallerine dönmüştü. Burada yolu, dizeleriyle ruhuna akan bir başka yetenekli sanatkarla, şair Anna Akhmatova ile kesişti, Anna dostluğuyla, pek çok sıfatıyla ve tartışmalı konumuyla Modigliani’nin hayatında önemli bir yer tutmuştu.

Modigliani ile sanatın ateşi bizi bir araya getirmişti ancak geleceğin karanlık gölgelerini de daima üzerimizde hissettik. İşte, Modigliani, o karanlıklar içinde çakan bir ışık gibiydi. Tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. Bambaşkaydı.

Nihayetinde 1917’de Modigliani hayatının dönüm noktasıyla; büyük aşkı, ilham kaynağı ve yolculuğunun son arkadaşı Jeanne Hebuterne ile karşılaştı. Jeanne varlıklı bir ailenin kızı, yetenekli bir güzel sanatlar öğrencisiydi ve Modigliani’nin çalışmalarını ilgiyle takip ediyordu. Modigliani’nin tablolarına model olmayı kabul etmesiyle başlayan ilişkileri birbirlerinin hayatına en derin noktalarında nüfuz ettikleri öykülerinin başlangıcıydı.

Jeanne Hébuterne

Jeanne’nin ailesinin bütün itirazlarına rağmen onunla evlenen Modigliani, 1917’de ilk sergisini açtı ancak cüretkar çalışmaları dönemin Paris polisi tarafından rahatsız edici bulundu. Modigliani, resimlerinde gözlerden ruhlara sızmak ister, onları renkleriyle bir tutardı. Kolaylıkla ayırt edilen çizimleri, tablolarındaki keskin hatlı yüzleri, ince uzun boyunları ile dikkat çekiyordu. Hayatlarının bu kısmı büyük oranda Modigliani’nin keskin, tavizsiz dik başlılığı, Paris sosyetesi ile uyuşmayı reddetmesi ve dönemin sanat otoritesi sayılan Picasso ile çekişmeleriyle geçti. Bütün bu karmaşa Modigliani’ye ve ailesine pek çok maddi kaygıyı, düzensiz bir yaşamı ve Modigliani’nin eski kötü alışkanlıklarını beraberinde getirmişti. Yıl 1920’ye geldiğinde çocukluğundan bu yana hassas bir bünyesi olan Modigliani artık her zamankinden daha hasta, daha yorgundu. Hiçbir şey olduğu haliyle kalmayacaktı ve Modigliani 24 Temmuz 1920’de tüberküloz ve menenjit nedeniyle henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetti. Ölümünün ardından eşi Jeanne derin bir ruhsal bunalıma girerek hayatına son verdi. Geride kalan kızlarını ise Modigliani’nin kız kardeşi Florence yetiştirdi.

‘’Bir görkem anında ölüm tarafından vuruldu’’

Aradan geçen bir asrın ardından Modigliani eşsiz renkleri, tutkuları, dostlukları, kavgaları, aşkı; çizdiği ve çizmediği tüm gözlerle insanlığın ve sanatın hala hafızasında.

--

--

Yetkin Yayın
Yetkin Yayın

Published in Yetkin Yayın

Yetkin Yayın, 21. yüzyıl yetkinliklerine uygun olarak gençlere bilgi, deneyim ve ilham sunan bir içerik platformudur.