Yaşam Nedir?

Ahmet Remzi Türkkan
Yetkin Yayın
Published in
4 min readFeb 21, 2023

İlkel Dönemde yaşayan insanlar, tabiatın en dokunulmamış hallerine şahit oldular.

Bu şahitlik, onları yaşadıkları dönemde cevap vermesi oldukça zor olan derin sorulara yönlendirdi.

“Yaşam Nedir?” sorusu ve bunun nasıl açıklanacağı ise yıllar boyu tartışmalara sebep oldu.

İlk dönemlerde yaptıkları gözlemler sonucunda, canlıları cansızlardan ayıran “bir şey” olduğunu düşündüler. Bu “şey”, canlıların ölümü ile birlikte bedenden ayrılıyor diye yorumladılar.

Antik Yunanlılar, hayatını kaybeden canlıları gördükçe farkettiler ki son verilen “şey” nefesti. O halde canlılığı sağlayan faktör nefes olmalıydı. Zira nefes bedenden ayrıldığı anda canlılık sona eriyordu.

Bu görüş Hıristiyanlar nefesi “ruh” olarak kabul edene kadar devam etti.

Tarih boyunca bu problemi akıl ve mantık ile açıklamaya çalışan birçok filozof olmuştur. Fakat ortaçağ dogmatizmi bunlara pek izin vermemiştir.

Taa ki Descartes’e(1596–1650) kadar.

Descartes; fizikötesi her şeyi reddederek, Bilimsel Devrim’in sesi gür çıkanlarından biri oldu.

İşte bu dönemlerde, tüm yaşamı fizik ve kimya kuralları ile açıklama çabaları ortaya çıktı. “Mekanikçiler” olarak doğan bu akım, “fizikselciler” ismini alarak kaldığı yerden devam etti.

Fizikselciler

Mekanikçiler ile başlayan bu akım; canlıların, cansız maddelerden hiçbir farkı olmadığını kabul ediyordu. Fizikselciler, canlıları fizik ve kimya kurallarına indirgeyerek açıklayabileceklerini savunuyorlardı.

Günümüzde fizik ve kimya kanunları ile canlılığın açıklanması mümkün gibi gözükse bile; canlılar ile cansızlar arasındaki farkları tam olarak anlayamamış bir akımın, kabul edilebilmesi pek mümkün gözükmüyor.

Tek yönlü bakış açısı ve canlı organizmalara özel kavramları açıklayamaması, “dirimselcilik” adı verilen başka bir akımın ortaya çıkmasına sebep oldu.

Dirimselciler, bir “yaşamsal güç” olduğuna inanıyordu.

Fizikselciler ise bu görüşe şiddetle karşı çıkarken, “yaşamsal güç” kavramı yerine “enerji” kavramının kullanılması hiçbir sorun teşkil etmiyordu.

Fizikselciler, maddenin sürekli bir hareket halinde olduğunu açıklamaya çalışıyorlardı fakat bu hareketi sağlayacak şeyin ne olduğunu açıklayamadıkları için bütün teoriler suya düşüyordu.

Driesch(1867–1941) isimli bir bilim insanı, fizikselcilerin cevap bulamadığı bir deney yaptı. Bu deneyde gördü ki, bir hücreyi embriyosundan ikiye ayırdığında elinde iki yarım hücre olmuyordu. İki tane küçük hücre oluyordu. Bu deney, fizikselci olan Driesch’ı bile dirimselciliğe itmişti.

Yapılan bu deney bile canlılığın tam olarak fiziksel ve kimyasal olaylarla açıklanamayacağını ortaya koyuyordu.

Driesch (Embriyolog)

Dirimselciler

Dirimselciler, fizikselcilerin bir türlü kabul etmek istemediği bir “yaşamsal gücün” var olduğunu savunuyorlardı.

Fakat büyük bir hataları vardı. Fizikselcilerin sunduğu teorileri tam anlamıyla bilmeden onlara karşı geldikleri noktalar oluyordu.

On yedinci yüzyılda ortaya çıkan bu akım, aşırı mekanikçilik düşüncesine karşı bir isyan bayrağı çekti. Dirimselciler, hayvanların bir makineden farksız olduğu görüşüne sonuna kadar karşı çıktılar.

Lakin karşı çıktıkları düşüncelerin yerini dolduramıyorlardı. Aşırı karşı oldukları Darwinciliği anlamadıkları ve anlamsızca cevaplar verdikleri çok açıktı.

Bu akım; her zaman bilimden uzak görülmüştü, çünkü sınama yöntemine hiçbir zaman başvuramamışlardı.

Her ne kadar fizikselcilere karşı inandırıcı cevaplar ortaya koyamamış olasalar da, fizikselcilerin sığ görüşünü yıkmak için gayet yeterli bir gücü ellerinde toplamayı başarmışlardı.

Ve bu kapışma bizi Organikçilik görüşüne ulaştırdı.

Organikçiler

Yirminci yüzyıl başlarında, J. S. Haldane isimli bir fizyolog şu sözleri söylemişti, “Biyologların neredeyse tamamı, dirimselciliğin doğru olmadığına inanmaya başladılar”. Haldane; dirimselciliğin yok olduğunu görmesine rağmen, fizikçilerin sığ görüşlerinin de yaşamı açıklayamadığını düşünüyordu.

John Burdon Sanderson Haldane

Haldane, “biyoloji için farklı bir kuramsal temel bulmalıyız” görüşünü savunuyordu.

Nitekim onun gibi düşünen başkaları da vardı ve 1919 yılında W.E.Ritter “organikçilik” terimini ortaya attı.

“Bütünler ve parçalar öylesine ilişkilidir ki, bütünün varlığı, parçalarının düzenli işbirliğine ve birbirlerine tabi olmalarına bağlı olmakla kalmaz, bütünler aynı zamanda, parçalarını belirleyici denetimle sınırlarlar.” diyordu Ritter.

Sonuç olarak organikçilerin vardığı nokta ise şu şekilde açıklanabilir.

Canlılar belirli sistemlerden ve parçalardan oluşurlar. Belirli derecede indirgenerek incelenmeleri mümkündür ve bir “genetik program” ile denetlenmektedirler.

Günümüzde organikçiler; fizikselci ile dirimselcilerin görüşlerini harmanlamış ve bugüne kadar ortaya atılan en mantıklı açıklamayı yapmış gibi gözüküyorlar.

Bu blog yazısında Ernst Mayr’in “Biyoloji Budur” isimli kitabından sıkça yararlanılmıştır. Yazının haddinden fazla uzamaması için detaylara inilmemiş ve genel bir bilgilendirme yapılmıştır.

--

--