Başka bir öğretmenlik mümkün: Ahmet’in hikayesi

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
7 min readJul 18, 2020

Ahmet’le nemli ve boğucu bir İstanbul günü, biraz ferahlamak umuduyla terası olan bir yerde buluşuyoruz. 10 yıldır İstanbul’da, bir devlet okulunda, ortaöğretimde öğretmenlik yapıyor. ‘İstanbul’dan yorulmuş şehirliler normu’nu altüst eden bir şekilde şehirde olmaktan ne kadar memnun ve rahat olduğunu belirtiyor. Daha önceki röportajlardan birinde, Ozan’ın da belirttiği, kalabalığın içinde kaybolmaya dair bir rahatlık belki de bu.

Ahmet işini isteyerek yapmaya başlayanlardan: isteyerek seçmiş ve hâlâ keyif alıyor yaptığı işten: “Çocuklarla çalışmayı, iletişim halinde olmayı seviyorum. Mesleğin temel meselesini seviyorum,” diyor. Şehri sevmesine rağmen işine dair yorgun hissettiği anlar olduğunu da itiraf ediyor. “Mesleki olarak yorulduğum taraflar var. Mesleğin kendisinden ziyade biraz ülkenin eğitim sisteminin koşulları zorluyor açıkçası. İstanbul’da okul şartlarının ağır ve kalabalık olması, bunlar yoruyor beni.” Tarlabaşı, Tophane’nin bir kısmı, Dolapdere, Kasımpaşa, Cihangir, İstiklal Caddesi gibi birbirine beş benzemez pek çok bölgeyi ve mahalleyi bünyesinde barındıran Beyoğlu’nda, kalabalık ve türlü etnisiteleri barındıran sınıflar olduğunu tahmin etmek zor değil. Meslekteki 10 senenin 7 ‘sini Beyoğlu’ndaki bir okulda çalışarak geçirdiği için kendisini okulun sistemine, öğrencilere alışmış ve güvende hissettiğini söylüyor: “Yeni bir yere gitmek alışmak da süreç, her yerin de kendi atmosferi, düzeni, ruhu var. Her mahallenin de öyle, okul da bunun bir parçası zaten.” Okulun ve yaşadığı yerin Beyoğlu’nun karma ve değişken yapısına teşne olmasını, keza LGBTİ+ nüfusun yoğun olmasını özellikle tercih ettiğini belirtiyor.

İllüstrasyon: Aslı Alpar

Ahmet iş arkadaşlarından yakın hissettiği insanlara açık olduğunu, başka LGBTİ+ arkadaşların da iş ortamında olmasının onu rahatlattığını, tüm bunların okulun çok kültürlü konumuyla ilişkisini açıklıyor: “Okulum konum olarak, Beyoğlu’nun çok ortasında bir yerde olduğu için bu çevrede yaşayan, çalışan, sanatla ilgilenen, politik, feminist bakış açısı olan insanlar fazla okulda. Bu yüzden bizim öğretmen odamız klasik okullardaki öğretmen odası gibi değil. Politik konular üzerine açıkça sohbet ediyoruz,. İyi bir okul ortamı var. Okul çevresinden, öğrenciler ya da velilerden çok homofobik bir tepkiye rastlamadım.” Bu açıklığın, öğrencileri de etkilediğini, etraflarında LGBTİ+ bireyler olduğunun, zaman zaman etkinlikler yaptığının farkında olduklarını söylüyor.

Ahmet bütün bu rahatlığa rağmen, daha önceki röportajlarda da bahsedilen genel bir sorma-söyleme formülünün işlediğini, LGBTİ+ bireylere dair konuların özel bir gündem yoksa pek konuşulmadığını söylüyor: “Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) belirleyici bir adım atmıyor. O yüzden biraz o belirsizlik durumu var. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum. Bir yandan görünürlük açısından LGBTİ+ları daha az görünür hale getiren bir şey. Ama biz doğrudan tepki almıyoruz bu yüzden.” Bu formülün, pek çok durumda ve alanda kimliğini açık edip işini tehlikeye atmak istemeyen LGBTİ+ bireylerin hayatını kolaylaştırdığı ortada. Ahmet, bu nedenle çalışan insanların kendi açıklıklarını belli bir limitte tuttuğunu, bunun bir korunma yöntemi olduğunu belirtiyor.

Öğrencileriyle, LGBTİ+ haklarından bahis açıldığından bahsediyor: “Kendim de ayrımcılık, ırkçılık gibi konuları dahil ediyorum konulara. Gündemde tutmaya çalışıyorum. Transfobik veya homofobik şeyler gördüğümde bunun üzerine konuşmaya çalışıyorum. Çok olumsuz tepkiler almadım.” Gençlerin ve çocukların kafalarının yetişkinlerden daha açık olduğundan bahsederken, ayrımcılığın daha sonra öğrenildiğini tahmin ediyor: “Her sınıfta, kademede LGBTİ+ öğrencilerimiz var gözlemlediğim kadarıyla. Mesela açık lezbiyen bir öğrencimiz vardı, gökkuşağı küpesi takardı. Pride fotoğrafları paylaşırdı, doğrudan açıktı, konuşurdu paylaşımlar yapardı bu konularla ilgili.” Ahmet anlattıkça sık sık ikimiz de geçmişle bugünü kıyaslayarak, başka öğretmenlerle başka karşılaşmalar yaşasaydık bir şeyler farklı olur muydu diye düşünüyoruz. Gerçekten, insan norm bildiği şeylerin kırılıp bozulabilir olduğunu daha küçükken anlasaydı, cinselliğe, ya da cinsel yönelimin değişkenliğine, akışkanlığına dair daha açık olmaz mıydı?

Ayrımcılığa karşı bir sihirli değnek olarak dayanışma

Ahmet ayrıca, LGBTİ+ olduğunu tahmin ettiği öğrencilerin zorbalık yaşama ihtimaline karşın onları korumak için daha dikkatli davrandığını belirtiyor: “Hayatın ilk yıllarında LGBTİ+ öğrenciler için, okul bir kabusa dönüşebilir. İyi bir okuldaysan, insanlar dönüşüme açıksa, insanlardan öyle bir dayanışma hissedebiliyorsan geliştirici de olabilir. Onların zorbalığa çok maruz kalmamaları için özel bir çaba harcıyorum. Rehbeliklerde, okul idarelerinde, sınıf öğretmenlerinin fobisini yaşamasınlar diye müdahale etmeye çalışıyorum.” Bu hassasiyetinin küçüklüğünde ayrımcılığın acısını çok yaşamasıyla ilgili olduğunu tahmin ediyor. Bunun üzerine değişen teknolojinin çocukların ve gençlerin bilgiye erişimindeki etkisinden, açılmanın pek çok genç için daha erken olabildiğinden bahsediyoruz. Ufuk da görüşmemizde teknoloji ve jenerasyon farkından bahsedip, internetin daha az yaygın kullanıldığı bir önceki jenerasyon için LGBTİ+ bireylerin oluşturduğu güvenli alanlara, örgütlere ulaşmanın bir nebze daha zor olduğunu anlatmıştı.

Ahmet kendi adına doğrudan bir ayrımcılık görmediğini belirtirken, bunun yöneticilerine açık olmamasının büyük etkisi olduğunu düşünüyor: “Tahmin ediyorlardır belki ama bunun üzerine konuşulmadı. Biraz daha açık paylaşımlarım olsa, idareden tepki geleceğini, uyarılacağımı tahmin ediyorum. Şu anki okulun idaresi nispeten rahat insanlar, öğretmenlerine çok fazla baskı uygulamıyorlar.” Bu rahatlığın okuldaki çok kültürlü yapıyla ve Beyoğlu bölgesinde olmasıyla ilgisi olduğunu da düşündüğünü ekliyor.

Kurum içinde ayrımcılık yaşaması durumunda, bunu dayanışmayla aşmayı umduğunu söylüyor. Eskiden Lambdaistanbul’da örgütlendiğini, oradan çok fazla şey öğrendiğini anlatırken politik olmanın, başka insanlarla dayanışmanın onun için ayrımcılığın etkisini azaltan bir tarafı olduğunu vurguluyor: “Aslında etrafta çok insan var, örgütlenme de bunu görmeni sağlıyor…o yüzden belki küçükken, örgütlü ve politize değilken, açılmamışken daha zor şeyler yaşamışızdır. Mesela eskiden aile içinde ya da çevrede yaşadığım ayrımcılığı şimdi o kadar hissetmiyorum ya da umursamıyorum. Okulda da böyle bir şey yaşasam herhalde kendimi o duruma karşı daha korunaklı hissederim. Her zaman büyük bir ayrımcılıkla karşılaşabilirsin, ona karşı kimsenin sihirli bir formülü yok tabii.” Örgütlü olmak, heteronormativite içinde benzer problemler yaşayan insanlarla dayanışmak, daha önce de pek çok insanın belirttiği gibi LGBTİ+ların en temel destek mekanizması haline gelebiliyor. Ahmet, kurumların karakterlerinin bu süreçlerde çok belirleyici olduğunu, kendi okulunun Eğitim-Sen’li oluşunun da buna etkisi olabileceğini düşünüyor.

MEB’in ve pek çok başka kurumun açık LGBTİ+ olmaya dair sürdürdüğü bu belirsiz tavrın, bazı durumlarda kurtarıcı olmayabileceğinin altını çiziyor: “‘Genel ahlaka aykırılık,’ ‘genel ahlaka uymamak gibi maddeler var yönetmelikte. Başka bazı mesleklerde de var aslında, ‘meslek onuruna uygun hareket etmemek’ vs gibi şeyler. Çerçevesi çok geniş, ayrımcılık için bir bahane arandığı zaman her şeyi buraya dahil edebilirler.” 2015’te Manisa’da küpe taktığı için hakkında soruşturma açılan ve sürgüne gönderilen Cuma Toygar örneği, genel ahlak baskısının uygulandığı örneklerden biri. Genel ahlakın her an her yerden çıkabilecek bir joker olduğunu 2015’ten beri valilik tarafından son dakikada “genel ahlak, terör tehlikesi” gibi belirsiz sebeplerle yasaklanan LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri ya da etkinliklerin yasaklanma gerekçelerine bakarak hatırlamak da mümkün. Ağustos 2019’da Queer Olympix genel ahlak gerekçesiyle yasaklanmış ve sonuç olarak kaymakamlık yeterli delil sunmadığı için karar hukuksuz bulunmuştu.

Tıpkı önceki röportajlarda Büşra ve Ozan’ın anlattığı gibi, Ahmet de heteroseksüelliğin norm kabul edilişinden dert yanıyor: “Her yerde olduğu gibi cis-heteroseksüelliğe teşvik de var tabii. Sürekli evlilik muhabbeti yapılıyor. Bana artık yapmıyorlar ama.” Bazen böyle anlar, dış dünya tarafından, LGBTİ+’ları belli belirsiz bir kabul etme haline işaret edebiliyor.

Tarihin ve LGBTİ+ hareketin akışı: “Çakılmak daha hızlı, tırmalamak daha çok zaman alan bir şey”

Ahmet her ne kadar koronavirüs gündeminden sıkıldığını söylese de, mecburen bir miktar o konuya da dalıyoruz. Bir süre çalışmamanın, ara vermenin herkese iyi gelmiş olabileceğini umduğunu söylüyor.

İşler beklendiği gibi giderse, mart ortasından haziran ortasına kadar kapalı olan ve çevrim içi eğitime geçen okullar eylül’de fiziksel olarak açılacak. Çevrim içi eğitimin kendi düzeyinde çok yoğun olmadığını, dolayısıyla adapte olurken çok zorlanmadığını söylüyor. Liselerin ortaokul ve ilkokul düzeyinden daha yoğun olarak çevrim içi dersler yaptığını, bunun üniversite sınavına da hazırlanan lise düzeyi için daha zorlayıcı olabileceğini belirtiyor. Çevrim içi derslerle ilgili en büyük mesele, akıllı telefonu, interneti, yani derse katılmak için gerekli teknik ekipmanı sağlayamayacak durumda olan öğrenciler olduğu gerçeğinin sık sık göz ardı edilmesiydi. Türkçe eğitimde dil bariyerini bir türlü tam aşamayan göçmen çocuklar için de bu süreç zorlayıcı olmuştu. Keza Pınar Öğünç de bir köy okulunda öğretmenlik yapan birinin hikayesini paylaştığı yazısında anadilde ve çevrim içi eğitimin sınıfsallığıne değinmişti. “Eğitim-Sen o konuda bir şeyler yapmaya çalıştı, bilgisayarı interneti olmayan evlere destek olunsun çağrısında bulundular. Ama çok bir yere varılamadı. Televizyondan da ders yayınlandı. Herkeste eşit işlemedi tabii bu süreç.” Hayata evden çalışarak, okuyarak devam edebilmenin ekonomik bazı destek mekanizmaları olmadan mümkün olmadığı üzerine konuşurken, Beyoğlu’ndaki bir ilkokulda karantina sürecinde ailesinden telefonu alamadığı için dersleri takip edemeyen öğrenciler olduğunu hatırlıyorum. İnternetin akıllı telefonun ebeveynlerin kontrolünde olduğu durumlarla çevrim içi olarak çocuklara bir şeyler anlatmanın zorluğu aşikar.

Pek çok LGBTİ+’nın işsiz kaldığı, belirsizlikle mücadele ettiği karantina dönemini dinlenebilmek, kendine vakit ayırabilmek için kullanan şanslı azınlıktan olmuş Ahmet: “Etrafta yaşayan arkadaşlarımla arada zaman geçirdim. Okudum, dizi izledim, yemek yaptım, evi düzenledim tadilat yaptım. Çok şikayetçi olmayacağım o yüzden. Tabii böyle devam etmesini istemem de…özel sektörde olmamanın avantajı oldu.” Yakın zamanda, bazı özel okullarda çalışmaya çevrim içi olarak devam eden öğretmenlerin ücretlerinin eksik verildiği iddiası gündeme geldi. Özel sektörde çalışmadığı için maaşının tamamını almaya devam etmesinin de bu rahatlıkta etkisi olduğunu yadsımıyor.

Onur Ayı ve haftası geçtiğinden beri LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterme ve nefret söylemi yükselerek, farklı konular üzerinden gündeme gelmeye devam etti. Aşk 101 dizisindeki Osman karakterinin gay’liğinin sansürlendiğinin AKP Genel Başkan Yardımcısı tarafından kabul edilmesi, LC Waikiki’nin çalışanlarına gönderdiği gökkuşağı renklerini birarada kullanmama uyarısı ve Mabel Matiz’in YKS’deki sorulardan birinde çıkan şarkı sözlerine açılan soruşturma gibi vakalar, bir çırpıda sayılabilecek, taze gündemlerden. Ülkenin LGBTİ+lara dair her gün yeni bir yasak, gerilim ve sansürü konu edinen gündeminden bahsettikten sonra geleceği nasıl tahayyül ettiğini soruyorum: “Geleceğe dair ümitli şeyler söylemek isterim ama…söylemeyeceğim galiba,” deyip biraz durakladıktan sonra devam ediyor: “Gittikçe derinleşen bir baskı ve artık şaşırmadığımız absürtlükler içindeyiz. Ve hiç bitmiyor, sürekli yeni bir saçmalık geliyor.” Gökkuşağının yasaklandığı ve şarkıların soruşturmalara tabi olduğu bu garip evrende bir şeylerin iyiye doğru ilerlemesine dair inancı ve ümidi korumaya çalıştığını da ekliyor: “Çakılmak daha hızlı, tırmalamak daha çok zaman alan bir şey. Ama olacak herhalde. Kötü zamanlar, her grup açısından mücadelenin kemik ruhunu ve dayanışmayı güçlendirdi gibi hissediyorum.” Baskıcı iktidarları kafa açan, güzel bir alegoriyle tanımlıyor sonra: “İktidarın iflası kaçınılmaz bence. Kendisini patlatacak bir bomba gibi. Her şeye zarar verirken kendi temellerine, ayaklarına da zarar veriyor. Umarım sonrasında inşa etmek daha keyifli ve güzel bir süreç olur.” Röportaj yaptığım ya da laf arasında hoşbeş ettiğim pek çok LGBTİ+’dan sık sık duyduğum, hissettiğim bir umudu diri tutma hali mevcut. Gözlerinde muzır bir parıltıyla konuşmaya devam ediyor: “Mücadelemiz bir kez daha sokağa çıkmayı başarabildiği zaman, yüzbinlerce insanın orada olacağından eminim. Bu baskı insanlara bunu düşündürdü.” Evrim ve konuştuğum pek çok insan gibi, Ahmet de artarak devam eden kısıtlamaların, yasaklanan yürüyüşlerin hareketi güçlendirmek için bir fırsat yaratabileceğine ve bu günlerden alınacak dersler olduğuna inanıyor. LGBTİ+ hareketin 1993’te düzenlenmeye çalışılan fakat engellenen ilk Cinsel Özgürlük Haftası etkinliklerinden bu yana evrilen mücadelesi umut ve cesaret verici. Bundan sonra da eşit hak mücadelesi için tepilecek çok yol, aşındırılacak çok kapı olduğu ortada. Şimdilerde, LGBTİ+ komünite belki de bu mücadele için gereken özgüven ve enerjiyi depoluyor.

--

--