“Nefretin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmamız lazım”

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
10 min readJul 10, 2020

Evrim Demirtaş’ı ilk kez Kaos GL’nin Lavanta Tavan yazı dizisinde görmüş ve avukatlığa olan heyecanı dolayısıyla onunla konuşmayı istemiştim. Evrim bir yandan LGBTİ+ aktivizmi (Kaos GL’de yayınlanan Adaletin Bu Mu Dünya? yazı dizisi) ve serbest olarak avukatlık yapıyor; öbür yandan çoklu baro teklifine karşı düzenlenen eylemlere katılıyor. Röportajı yayınladığım 10 Temmuz’da çoklu baro teklifine karşı çıkan avukatlar tarafından 2019’dan beri yargılanan ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne destek eylemi yapılmıştı. LGBTİ+ örgütlerin çoklu baro teklifi karşısında baroların özgürlüğünü savunduğu ve barolarla dayanıştığını buradan da görmek mümkün. Evrim İzmir’de olduğu için, biraz tanışma ve hoşbeşten sonra karantina günlerini aratmayacak bir Zoom sistemi kurarak röportaja başlıyoruz.

Evrim hukuk fakültesini 1 yıl önce bitirmiş, çiçeği burnunda ve heyecanlı bir avukat. Bir buçuk yıldır aslında staj için gittiği İzmir’de yaşıyor ve İzmir Barosu’nun LGBTİ+ Komisyonu Koordinatörü olmuş. İzmir’in çağdaşlığından ve yaşamından memnun olduğunu belirtirken na-trans ayrıcalıklarına giydirmekten de geri durmuyor: “Şimdilik memnunum ama na-trans[1] heteroseksüellerle kıyaslayacak olursam tabii ki o kadar değilim.” Genel olarak liseyi okuduğu İç Anadolu’da kimliğiyle ilgili problem yaşamadığını, öğrenciyken komşularının final dönemlerinde onunla dayanışmak için yemek yapıp gönderdiğini anlatıyor. Etrafındaki muhafazakar okul arkadaşlarının kendisine destek verdiğini, bunun onun için çok değerli olduğunu anlatıyor: “Anlaşamadığımız, birbirimizi anlayamadığımız da oluyordu ama ‘sen herkes gibi işini yapmak isteyen, yaşamak isteyen bir insansın ve biz buna saygı duyuyoruz,’ diyorlardı.” O zamandan bu zamana, çevresine ne kadar açık olduğunu sorduğumda, “hep açık kimlikliydim, belli olmuyor mu ayol? Nasıl gizleyeyim?” diyor ve gülmeye başlıyor. Trans bireyler çoğunlukla başka röportajlarda konuştuğumuz üzere görünür ve açık olmaktan kaçınamayabiliyorlar: “Ben kimseye trans kadınım demiyordum öğrenciyken, artık bana eşcinsel mi diyorlardı, ibne mi dönme mi bilmiyorum. Aslında gizlemiyorum kendimi. Uyum[2] sürecinde olduğum belli, her ne kadar alıktırmadığımı[3] söyleseler de. Ama lezbiyen diyen oluyordu, na-trans kadın sanan oluyordu. Soranlara söylüyordum. Zaman zaman transfobi yaşıyordum, ama üzerinde durmadım. Benim bir amacım vardı.” Hukuk okumaya ve avukat olmaya dair tutkusunu her cümlesinin sonunda vurguladığından, heyecanına ortak olmamak elde değil.

İllüstrasyon: Aslı Alpar

Kendisi için yapılan işin cinsiyetle ya da yönelimle hiç ilgisi olmadığını ama hayatın böyle işlemediğini itiraf ediyor. Hukukun onun için önemini, neden bu alanda olmayı istediğini açık ve net bir şekilde anlatarak devam ediyor sözlerine: “Hukuk güçtür, ekonomiyi, bilimi insanla ve dünyayla ilgili her şeyi besler. Çünkü özgürlük alanı yaratır, ama sınırlar da belirler, gereklidir. Devlet sistemini kurar, eleştirel bakış getirir. İnsan hayatını düzenler, özgürlük alanına sınırlar çizer. Ama o hakka müdahale etmez. Hasta ve hekim haklarını düzenler, bedensel müdahalenin sınırlarını belirler, bu örnekler uzun. Ben her şeyin başının hukuk olduğunu düşünüyorum. Sen hukuku güçlendirmezsen iktidarlar sanatına da, bedenine de özgürlüklerine de her şeyine de karışacak cüreti bulurlar.” Sonra kendini kaptırdığını farkedip, “hayatın anlamını hukukta bulacağım galiba” diyor ve gülmeye başlıyor.

Dallı budaklı, nereden geleceği kestirilemeyen ayrımcılık

Ekonomik durum, LGBTİ+ pek çok birey için, aile desteği olmadığında nerede, nasıl eğitim alınabileceğinin, bunun sürdürülüp sürdürülemeyeceğinin belirleyicisi olabiliyor. Hukuk fakültesine ilk başladığında akademik kariyer yapmak istediğini, sonrasında para kazanma gerekliliği ortaya çıkınca bu ihtimalin ortadan kalktığını anlatarak devam ediyor Evrim. Akademide kalabilmenin sınıfsal bazı ayrıcalıklara içkin olduğunu da böylece hatırlatmış oluyor. Buna ek olarak esasında hukuk fakültesini İngilizce eğitim veren büyük şehirlerden birinde okumak istediğini ama yine ekonomik durumun onu zorlayacağını düşündüğü için vazgeçtiğini söylüyor: “Bir de televizyonda transların nefrete maruz kaldıklarını gördükçe, o yıllarda büyük şehirde olmaktan da korktum galiba.” Evrim’in bu cümlesi, ana akım medyadaki nefret söyleminin, ayrımcılığın ve özellikle trans bireyleri canavarlaştırarak yansıtışının pratik düzlemde insanların hayatını ne kadar etkileyebileceğini de açık ediyor.

Üniversitede üçüncü sınıftayken, garsonluk, kırtasiyecilik gibi işlerde yarı zamanlı çalışmaya başlamasıyla daha yoğun bir transfobi yaşamaya başlamasının aynı döneme tekabül ettiğini anlatmaya başlıyor: “İnsanlar seni anlamıyor. ‘Ne gerek var uğraşma avukat olmakla, zaten olamazsın’ dediler sürekli…” Başkalarını haksız çıkarmanın getirdiği yapmacık bir şaşkınlıkla ekliyor: “Aa ben niye avukat olamıyorum ki? Oldum işte.” Elindeki sigaranın dumanı ekranı doldurup dans ederken anlatmaya devam ediyor: “19 yaşımdan sonra her şeyimi kendim yaptım, bu beni çok mutlu ediyor, güçlü hissediyorum. Bence açık LGBTİ+’lar birçok insandan daha güçlü.” Heteronormatif ve LGBTİ+ bireyleri yok saymaya, değiştirmeye teşne iş dünyasında kendi istediği gibi varolabilmenin mutluluğunu yaşadığı belli oluyor.

Aktivist ve açık kimlikli bir trans avukat oluşunun onu ceza hukukuna yönlendirdiğini ama idealde özel hukuk alanında daha aktif bir avukat olmak istediğini söylemeden edemiyor. “LGBTİ+ bireylerin, özellikle transların yaşadığı ihlaller kamu ve ceza hukukuna giriyor. Öğrenciyken hep özel hukuk severdim.” Hızlı ve yoğun bir şekilde girdiği avukatlık serüveniyle ilgili insanlardan acele ediyor oluşuna dair eleştiriler aldığını söyleyip devam ediyor anlatmaya: “Uyum sürecim var, istediğim bedende değilim, ekonomik sebeplerle bu süreç çok istediğim gibi gitmiyor. Trans çatısı tabii çok geniş ama benim için bu konu önemli. Ben daha kimseyle eşit hissetmiyorum. Acelem de bu yüzden aslında.”

Avukat olma idealinin görmezden gelinmesi, küçümsenmesinin dışında hukuk alanının da her alan kadar erkek egemen olduğunu söylüyor Evrim: “Ne hukuk alanı, ne de hukukçu olmayan insanlar, müvekkillerimiz, danışanlarımız açık kimlikli LGBTİ+ avukatlarla çalışmaya hazır. Güvenmekte zorlanıyorlar. Mesela bir boşanma davası olacak diyelim. Nedir ki yaptığın? Dilekçe vermek, davayı özetlemek, temyiz, istinaf…bitti gitti.” Konuyu o kadar net açıklıyor ki, önyargılar ve insanların kimliğine duyduğu güvensizlik olmasa, ona na-trans meslektaşlarıyla aynı şekilde davranılsa işini yapabileceği ortada: “Açık kimlikli LGBTİ+’ların kendini savunamayacağına inanıyor insanlar, alandaki avukatlar da LGBTİ+ öznelere çok fazla güvenmiyor.” Bu güveni sağlamanın ve eşit muamele görmenin bir mücadele sürecini de beraberinde getirdiğinin farkında olarak ekliyor: “Çok yol katedeceğiz ama geri dönüp bunların hesabını soracağız. Çünkü, tarihten dersler çıkarılmalı, deneyimler paylaşılmalı.” Öyle kendinden ve tarihin aktığı izlekten emin konuşuyor ki, eninde sonunda LGBTİ+’ların eşit hak taleplerinin karşılık bulacağı günleri göreceğimizi hissediyoruz.

Fakat yine de halihazırda karşılaştığı ya da karşılaşabileceği zorluklardan bahsetmeden edemiyor. LGBTİ+ bireyleri, Evrim’in durumunda trans avukatları dışlayan, yok sayan tek şey barolar ve Adalet Bakanlığı sistemi değil: “Ben avukat oldum. Tamam, müvekkil gelecek mi bakalım bana? Tek sorun barolar ve Adalet Bakalığı mı? Keşke onlar olsa. Pompalanan önyargı bütün komünite için, her yerde karşımıza çıkıyor. Hayatımızı idame ettirebilmemiz gerekiyor, ne yapacağız? Ben hiçbir zaman pozitif ayrımcılık istemedim kimseden, insanların bunu fark etmesini bekledim. Çünkü öğrencilik yıllarımdan beri ben çok çaba harcıyorum.” LGBTİ+’ların yüzüne vurabilecek, her an bir köşe başından dönüp önünü kesebilecek ayrımcılıkların sistematik ve bir o kadar da dallı budaklı olduğunu hatırlatıyor söyledikleri. Önyargılar, bazı anlarda yaşamı idame ettirmek için gereken temel olan iş, para, barınma, eğitim gibi alanlara erişimin önüne de setler çekebiliyor.

Pandemi ve süreci askıya alınan işler

Evrim Demirtaş

Pandemi sürecinin ve karantinanın taze bir avukat olan Evrim için nasıl geçtiğini merak ediyorum. Malum, mart ortasından haziran ortasına kadar adliyeler kapalı, tüm davalar askıya alınmış vaziyetteydi. Evrim sürecin kendisi için korkunç geçtiğini söyleyip anlatmaya başlıyor: “Ruhsatım geldi onu almam lazımdı. Ev kirası var, faturalar var. Bana bir yerden para gelmiyor, yarı zamanlı bir yerlerde çalışamam, her yer kapalı. İş yok, güç yok. Haydi bir ay idare ettim, daha sürecek diyorlar.” SpoD Pandemi Raporu: COVID-19’un İlk Üç Ayında LGBTİ+’lar’da da özetlendiği gibi, bu krizde LGBTİ+’lar ilk gözden çıkarılan kesimlerden biri oldu, keza seks işçileri bu süreci çalışamadıkları için çok daha ağır ve güvencesiz yaşadı (s11). Ayrıca pek çok LGBTİ+ özne de bu süreçte yararlanabileceği sosyal yardımlardan haberdar değildi. Evrim gibi kendi kendisine yetmeye çalışan ve yaptıkları işten başka kaynağı olmayan pek çok insanın da pandemide benzer şeyler yaşadığını artık biliyoruz.

Sivil toplumda olmanın ve orada kurulan dayanışma ağlarının kendisi ve pek çok LGBTİ+ birey için öneminden bahsediyor: “En son sivil toplumdan birkaç kişi benimle dayanışınca bir ay idare ettim. İyiliklerini, desteklerini unutamam. Beni uzaktan tanımalarına rağmen, beni o dayanışmaya dahil ettiler.” LGBTİ+ istihdamının sivil toplumda daha yoğun olduğunu, kurumların kendileri gibi başka insanlar için fırsat yaratıyor olmasının dikkate şayan olduğunu belirtiyor.

Kendisinin de sivil toplum alanındaki bu dayanışmaya profesyonel olarak katkıda bulunmayı önemsediğini, Ankara’da özellikle seks işçilerinin haklarının korunmasıyla ilgili çalışan Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık Ve İnsan Hakları Derneği’ne böyle düşünerek girdiğini anlatarak devam ediyor: “Orada çalışmayı da hep istedim aslında. Seks işçileri, dezavantajlının da dezavantajlısı. Hele bir de LGBTİ+ özneyse ne yazık ki hakları hiçbir zaman görünür olmuyor. Çıkıp savunsunlar deniyor, gece çalışıp gündüz uyurken nasıl yapsınlar bunu, hayatlarını kazanmak zorundalar. Gece çalışan eşcinsel erkekler var, trans seks işçileri var, her anlamda risk grubundalar.” Tüm bunlara ek olarak, yine SPoD’un raporunda hastanelerin psikiyatri ve endokrinoloji polikliniklerinin randevu vermemeye başlamasının, trans danışanların cinsiyet uyum süreci ve hormon terapisine erişimine zarar verdiği açıklanıyor (s11).

Gelecek günlere dair, içinde yaşadığımız ülkede olumlu pek az şey olabileceğini kabullendiğini söylüyor: “Türkiye’de hak ihlali, ayrımcılık yaşamamış, nefretin yönelmediği grup kalmadı. Nefretin ne kadar kötü bir şey olduğunu hatırlatmamız, anlatmamız lazım. İnsanların empati yapmalarını sağlamamız lazım.” Gerçekten de ayrımcılığın cinsiyete, yönelime, dine, ırka, kısacası farklı telakki edilen, ‘çoğunluğun dışında kalan’ her şeye acımasızca yöneldiğini görmedik mi yıllardır?

Net ve tane tane, adaletin insan olan herkesi birbirine denk hale getirdiğini ve bunun güç ilişkilerinden bağımsız olması gerektiğini, yoksa güçlünün daha güçsüz, avantajsız olanı ezmeye devam edeceğini anlatmaya devam ediyor Evrim: “Eşitlik, pozitif ayrımcılık neden önemli, neden gerekli, neden bizi korur? Şu an güçlü olabilirsin, ama sistem değişir, işler tersine döner. Sonraki jenerasyonlar için hukuku güçlendirmelisin. Eşitlik, özgürlük, pozitif ayrımcılık bunlar çok önemli. Pozitif ayrımcılıktan kastım fırsat eşitliği sağlanması, başka bir derdim yok benim.” Evrim hukukun, adaletin, herkes için tecelli etmesi gerektiğini vurguluyor tekrar tekrar. Sonra kahkaha atarak ekliyor: “İçişleri bakanlığı beni danışman olarak alsın, hayatımız değişir.”

Yürüyüşü bile aktivizm olan trans bireyler

Alelacele meclisten geçirilen ve yargı bağımsızlığına müdahale olduğu düşünüldüğü için avukatlardan ve ülkenin çeşitli yerlerindeki baroların eylemleriyle karşı çıktıkları çoklu baro tasarısından, LGBTİ+’lar üzerinde artan baskıdan, güncel politikanın etkilerinden söz ediyoruz sonra: “Çoklu baro taslağı şu anda mecliste, ve muhtemelen biz ne yaparsak yapalım değiştirecekler sistemi…Mahkemelerde hukuku öyle bir hale getirdiler ki, hukuk siyasi oldu bizim ülkemizde artık. Avukatın siyasi bağlantıları sorguluyorlar,” diyor yenilgiyi kabullenmiş bir ses tonuyla. Ama yine de trans kadın bir avukat olarak mücadelesinin bitmediğinin farkında.

Özellikle 2000’lerin başında ülke gündemini meşgul eden başörtülü kadınların üniversiteye girişi tartışmalarına referans vererek temel insan hakları ihlal edilmiş muhafazakar iktidarın eşit istihdam, eğitim, barınma gibi benzer temel hakları talep eden LGBTİ+ özneleri hedef göstermesini, nefretini anlayamadığını söylüyor: “İnsanlar peruk takarak okula girmeye çalışmışlar. O kadar korkunç ki bu. Şimdi uyguladıkları bu nefret suçunun sonuçlarını tahmin edemiyorlar mı? Ayrımcılığı en çok onların bilmesi gerekmiyor mu?” Ayrıca LGBTİ+ ve feminist hareketin dayanışma anlarının aslında ne kadar eski ve sağlam temellere oturduğunu da hatırlatıyor Evrim’in sözleri: “Türkiye’de LGBTİ+ hareketi, feminist hareket, arkasında büyük kurumların desteği olmayan hareketler. LGBTİ+ hareketi güzel bir yol katediyor. Gelinen noktadan sonra geri dönüş yok diye düşünüyorum. Atacakları her adım, keşke atmasalar ama, LGBTİ+ hareketi güçlendirecek.” Gerçekten de tüm yasaklara, engellemelere rağmen LGBTİ+ hareketi ülkenin irili ufaklı tüm şehirlerinde, üniversitelerde örgütlenmeye, dayanışmaya devam ediyor. Bu yıl etkinliklerini çevrim içi gerçekleştiren, İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın son günü herkesin olduğu noktayı sloganlarla süslediği “ben neredeyim?” haritası da LGBTİ+ öznelerin ve örgütlenişin ne kadar kalabalık olduğunu göstermişti.

Evrim ayrıca, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayanları koronavirüsün kaynağı olarak hedef gösterdiği açıklamanın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Haziran’da (İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’ndan bir gün sonra) LGBTİ+ veya Onur Yürüyüşü ifadelerini kullanmadan sapkınlıkların normalleştirilmesine karşı çıkacaklarını belirten açıklamalarının karşısında insan haklarını savunan herkesin mücadele etmesi gerektiğini vurguluyor. Sonra basit bir örnekle devletler ve vatandaşlar arasındaki sözleşmeden ve bunun etik bağlayıcılığından söz ediyor: “Örneğin ben müvekkillerimin telefonlarını 9:00’a kadar açıyorum diyorsam, 8:59’da o telefonu açmalıyım. Aramızda iş sözleşmesi var. Benzer bir şekilde toplum sözleşmesi var bizim devletle aramızda. Devlet, güçlü olanın zulmünden, her vatandaşını eşit olarak korumalı.” Biz bu röportajı yaparken, Antalya’da gerçekleşen bir trans kadın cinayeti üzerine 23 Haziran’da kesinleşen cezanın müebbet oluşu gündemdeydi. Cezayı duyan failin bayılması özellikle cezanın beklenmediğini, nefret suçlarında cezasızlığın ne kadar kanıksandığını gösteriyordu. Bunun gelecekteki davaları nasıl etkileyebileceğinden, emsal olup olmayacağından bahsediyoruz: “Cezasızlığa çeşitli sebeplerle o kadar alışmışlar ki, düşüp bayılması bunun bir göstergesi. Adaletin ne kadar tecelli ettiğinin bir göstergesi. Anlatılması gereken, güzel bir karar. Öldürdüğü insanın trans kadın olması bir şey değiştirmez, yaşam hakkı herkes için kutsaldır.”

Eşit istihdam, nefret suçlarına karşı cezasızlığın son bulması, kanunlar önünde eşit muamele, yani eşit insan haklarının talep edilmesi, LGBTİ+ aktivizmin ve hak örgütlerinin temel meselelerinden bir tanesi. Evrim eşitlenmenin ne kadar uzağında olduğumuzu şöyle anlatıyor: “Hammurabi kanunlarından Aristo’nun mülkiyet anlayışına kadar giden, insan haklarını tarihi önemini geçtim, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeleri de yok sayıyorlar artık. Onu da geçtim, vicdan ve akıl denen şeyler var. Senin ayrımcı davranma hakkın yok devlet olarak. Biz bu ülkenin vatandaşıyız, bir parçasıyız. Avantajlı-çoğunlukta olan gruplar nasıl onurlu yaşamayı hak ediyorsa tüm dezavantajlı gruplar da ediyor. Ama vazgeçmememiz gerekiyor.” Gündemin yoğunluğunun yorucu olabileceğini kabul etse de, mücadelenin devam etmesi gerektiğini vurguluyor.

Evrim gündemin Onur Ayı, hedef gösterme ve nefret söylemleriyle yoğun olduğu dönemlerde “kendi komünitenle dayanışmanın gücüne çok inanıyorum,” diyor. Alanda çalışan LGBTİ+ öznelerin hem kendi özneliklerinden gelen birincil travmayı, hem de adına savunuculuk yaptığı bireyler dolayısıyla ikincil travma yaşadığını belirtiyor. “Yıkıldığın an, ekibinle ekip arkadaşlarınla dayanıştığın, bazen beraber uzaklaştığın anlar çok önemli.” Fobik tutumlarla ve ayrımcılıkla kişisel mücadelesinde kendisini korumayı ve enerjisini boşa harcamamayı da öncelediğini itiraf ediyor: “Benimle, kimliğimle ilgili tartışmaya giren insanlara önce güzelce derdimi anlatmaya çalışıyorum, baktım tartışmaya giriyor, beni manipüle ediyor engelliyorum, görüşmeyi bırakıyorum. Yapacak hiçbir şey yok, yoksa çok yoruluyorsun.” Bu cümleler kulağıma daha önceki röportajlardan da tanıdık geliyor (Büşra, Deniz).

Ayrımcılıkla mücadele etme halinin onun gündelik hayatının bir parçası olduğunu söyleyerek devam ediyor:Sadece mesleğimizi yaparken zorlanmıyoruz biz, markete alışverişe giderken de problem yaşıyoruz. Bir yerde kahve içerken, seyahat ederken…Yürürken bile aktivizm yapıyorum.” Görünür, açık kimlikli trans bir kadın olmanın, taciz, transfobi ve kadın düşmanlığıyla dolu bir dış dünyada basit gündelik meseleleri bile mücadele alanı haline getirdiğini görebiliyor insan. Sonra heyecanla ekliyor, “İstediğim hayatın parayla ilişkisi yok, mesleğimi yaparken mücadele vermek istiyorum.” Konuşmamızın sonuna gelirken, nefret ve önyargının LGBTİ+ bireylerin hayatında ne kadar belirleyici olduğunun farkedileceğine dair umudumuzu güçlü tutmaya devam ediyoruz. LGBTİ+’lar için eşit hak mücadelesinin dayanışmayla büyüyeceği gelecek zamanlarda, bir gün bir yerlerde karşılaşacağımızı umarak vedalaşıyoruz.

[1] Cis-heteroseksüel: Cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin aynı olması hali, trans olmayan manasında kullanılıyor.

[2] Cinsiyet uyum ya da geçiş süreci kavramlarıyla ilgili daha detaylı bilgi almak için tıklayabilirsiniz.

[3]LGBTİ+ komünitenin kullandığı Lubunca’da “belli etmemek,” “çaktırmamak” anlamında kullanılan sözcük.

--

--