Abdullah Efendi’nin Rüyaları Üzerine

Hümeyra Üzel
Türkçe Yayın
Published in
5 min readMar 21, 2021
Çalışma bana ait değildir. Çalışmanın Abdullah Efendi’nin zihni durumunu güzel yansıtabileceğini düşünüyorum.

Abdullah Efendi’nin Rüyaları hikayesi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk hikaye kitabı (1943) olan Abdullah Efendi’nin Rüyaları’ndaki ilk öyküdür. Postmodernist bir yapıdadır. Öykü, ana karakterimiz ve bir aydın olan Abdullah Efendi’nin kimlik çatışmasını sürrealist ögelerle bize aktarır: Abdullah Efendi, hayatın koca bir maskenin arkasında, yalandan ibaret olduğunu anlar. Bütün benliğiyle o anda olan, karşısındakini pürdikkat dinleyen birinin bile alttan alta oradan gitmek istediğini görür. Artık neye inanmalı, neye güvenmeli bilemez. Korku teması hakimdir.

Abdullah Efendi’nin Rüyaları’ndaki zaman ve mekan algısı sıra dışıdır. Geriye dönüşün de olduğu öyküde zaman yataydansa dikeydir: Aynı anda bir çok şey yaşanır. Bütün olan biteni diyalogların yanı sıra da ilahi bakış açısı aracılığıyla Abdullah Efendi’nin düşüncelerinden dinleriz.

Öyküde, meyhane, genelev, sokak ve tepenin üzerinden denize doğru sıralanmış evler gibi dar mekanlar bulunsa da Abdullah Efendi’nin zihni karakterin ana geniş mekanıdır. Hikayede ara ara çok uzun cümleler olması hikayeyi okuması bir nebze zor kılsa da Abdullah Efendi’nin hızlı düşüncelerinin hararetliliğini çok güzel vurguluyor. Bunun yanı sıra öykü duru ve doğal bir anlatım sergiler; öyküleyici ve betimleyici ögeler yoğundur. Sürükleyicidir ancak okuması dikkat gerektirir yoksa Abdullah Efendi’nin karmaşık düşüncüleri arasında kaybolunabilir.

Yoğun bir metindir, çeşitli semboller ve laytmotif tekniğini içerir. Metinde tekrara eden en çok dikkatimi çeken kelime yılandır. Yılan, bir noktada manevi iyileşmeyi ve yeniden doğuşu simgeler. Hikayede, Abdullah Efendi’nin devamlı ayak ucunda olduğunu söylediği yılan da bir manada değişimin habercisidir. Öykünün sonlarına doğru, büyük sorgulamada da o yılanın Abdullah Efendi’yi ısırması da eski benliğinin artık tamamen ölüp gittiğine bir gönderme niteliğindedir.

Hikaye, Abdullah Efendi’nin arkadaşlarıyla vakit geçirdiği bir meyhanede başlar. Orada, gözü diğer masalara takılır. Bir kadının karşısındaki erkeği bütün bedeniyle, pür dikkat dinlemesi gözüne çarpar. Ama kadının bacaklarının bir acele içinde, bunalmışlıkla oradan uzaklaşmak istediğini görünce çok büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Karakterin ne kadar masum ve iyimser olduğunu anlarız buradan. Hikayedeki ilk kırılma burada gerçekleşir. Neredeyse kendini kaybeder, koca bir yalan dünyanın içinde yaşadığı fikri onu içten içe yemeye başlar. Bu acı sadece ikizyüzlü hayat için değildir, tabii. Bir başka masayı incelemeye başlar Abdullah Efendi ve yine bir kadın ile adam görür. Kadın adamı dinlerken bir heyecanlanıyor bir sıkılıp sandalyeye gömülüyordur. Bu durumu Abdullah Efendi şöyle açıklar: “Hiçbir hastalık, hiçbir işkence; sevdiği kadını her an yeni baştan kendi arzusunun ateşiyle ve ilk kımıldanışta bir yığın kül olmak için, yaratmağa mecbur olan bu zavallının azabıyla kıyas edilemezdi.” Bir kadına sahip olamamanın acısıydır bu onun için.

Geneleve gitmek üzere meyhaneden çıkarlarken Abdullah Efendi arkasında uyuklayan gölgesini daya sonra uyandırmak üzere arkasında bırakır: bir maske olarak kullandığı o aydın gölgesini. O artık tek başına, korkularıyla ortadadır. Ama ne yazık ki daha sonra, bıraktığı gölgesi yangın esnasında yanar. Böylelikle yalan da olsa bir nebze ait olduğu tek şey de yok olmuştur. Kimliksiz kalmıştır. Geneleve gittiklerinde bir odaya girdi ama bir tuhaflık var ki kendisini hemen belli etti. Tavanda yüzü yanmış bir ceviz gibi buruşmuş küçücük yaşlı bir adam vardı. Ona sesleniyor, ondan su istiyor, genelevde yaptıklarından bahsediyordu. Bu ses Abdullah Efendi’yi binadan çıkana kadar kovaladı ve sonunda sustu. Daha sonrasında hep beraber başka bir geneleve giderler. Orada Abdullah Efendi kendine bir kadın seçer ve bir odaya çıkarlar. İşlerini göreceklerken Abdullah Efendi odada uyuyan bir çocuk olduğunu fark eder ve rahatsız olur yine de devam ederler ama kadın takma göğsünü takmadığını fark edip bir çığlıkla yataktan kaçar. O sırada gözü duvardaki gelin damat tablosuna takılır ve onlar bir anda dans etmeye başlar. Bir süre sonra bütün bu olanlardan bunalır ve kendini alelacele dışarı atar. Koşar, koşar, koşar.

Meyhaneden başlayan bu serüven boyunca onu devamlı rahatsız eden bir şey vardır: Karanlık. Bir türlü gün aymaz. Karanlıkta yalnız başına, düşünceleri ile kalır. Yürümeye devam eder ve bir tepeye ulaşır. Hala gecedir ama tepeden aşağıya inen evler aydınlıktır. Evlerin içinde daha önce genelevde toplada gördüğü çift şimdi canlanmış ve dans ediyor, bir cadı bir çocuğun kalbini söküp alıyordur. Öykünün bu evresi, okuyucu olarak Abdullah Efendi’nin zihninde olduğumuzu net şekilde anladığımız kilit noktadır. Buraya gelene kadar alkolden bir şeyleri net göremiyor diye düşünsek de bu bölümdeki fantastik yapının uyuşturucu almamış karakterimiz için bir rüya olduğu açıktır.

Abdullah Efendi bütün bu gördüklerinden ürker ve oradan koşarak kaçar. Bir süre bir merdivende dinlendikten sonra kendini bir evde bulur. Çok susamıştır, ne zamandır koşuyordur çünkü. Bu süreçte olanları anlamlandırmaya çalışır, bir şeylere bağlanmaya. Ama nafile “Bu taş kadar katı karanlık, her hayali siliyordu. Onun hüküm sürdüğü yerde bir şey hatırlamak, bir şeye bağlanmak imkansızdı.” Abdullah Efendi onca yıl maskesi altında yaşadığı benliğinden iyice kopuyor, parçalanıyor ve ümitsizliğe düşüyordur. Bir ara kendini aynaların içinde bulur. Bu aynalar artık görüneni değil de insanların gerçekliğini yansıtır.

Sonunda bir sürahi bulduğunda bir çocuk onu o suyu içmekten alıkoymak ister. Hikayede şu ana kadar tek var olan çocuğun genelevdeki odadaki çocuk ve Abdullah Efendi’nin zihninde olduğumuzu hatırlarsak buradaki çocuğunda da aynı çocuk olduğunu anlarız. Akla gelen bir soru da şudur ki bu çocuk neden Abdullah Efendi’nin zihninden çıkamamaktadır? Bu soruya verilebilecek bir cevap şudur, çocuk gerek suya ulaşamamasıyla gerek de cinsel ilişkiye gireceklerken orada olup Abdullah Efendi’ye rahatsızlık vermesiyle huzursuzluğu temsil eder.

Özetle, İsa peygamberin de dediği gibi “Karanlıkta oturanlar büyük ışığı görürler.” Abdullah Efendi o gecede savunmasız şekilde kalmış ve kendi gerçekliği, kimliği, bir manada ışığı ile yüzleşmiştir.

Kaynakça:

Tanpınar, A., H. Abdullah Efendi’nin Rüyaları. İstanbul: Dergah Yayınları, 2011.

Bana sosyal medya hesaplarımdan ya da humeyra.uzell@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Yazıyı beğendiyseniz alkış atarak, yorum yaparak ve paylaşarak destek olabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler. :)

--

--

Hümeyra Üzel
Türkçe Yayın

Düşünmek, sorgulamak ve fikir alışverişinde bulunarak öğrenmek adına yazmaya başladım. #KitapRaporları @Gaia Dergi | @Tedev Genç Sanat Dergisi