Bir Matematikçinin Savunması (1)

G.H.Hardy

Handegül Sert
Türkçe Yayın
6 min readMay 11, 2020

--

*Hamming’den sonra, her ne kadar hüzünlü bir kitap olsa da Savunma, önemli olanın ne olduğuyla ilgili güzel bir farkındanlık yarattı bende. Çıkardığım notlar şöyle;

Kısım 1

C.P.Snow’un Önsözü

  • Dediklerine göre Hardy, gerçek bir matematikçiydi, fizikçilerin dillerinden düşürmedikleri Dirac’lar, Bohr’lar gibi değil, kusursuzların en kusursuzuydu. Ayrıca aykırı, uçuk, radikal ve her konuda konuşmaya hazır bir kişilikti.
  • Tıpkı Einstein gibi rahat şeyler giyerdi, ondan farklı olarak bu rahat giysileri pahalı ipek gömleklerle çeşitlendirirdi.
  • Yanına oturtuldum. Tanıştırılmadık. Sonradan öğrendiğime göre Hardy, formaliteyi gerektiren bütün işlerde utangaç ve çekingenmiş ve özellikle de tanıştırılmaktan ürkermiş. Başının hafif bir hareketiyle tanışma faslını geçiştirip hiçbir giriş yapmadan konuya girdi; ”Kriket hakkında epey bir şey biliyormuşsunuz, öyle mi?”
  • Sonraları birçok vesile ile fark ettiğim gibi, Hardy ne kendisinin ne başkasının sezgi ve izlenimlerine hiç güvenmiyordu. Ona göre birisinin bilgisini değerlendirmenin tek yolu onu sınamaktı. Bu matematik, edebiyat, felsefe, politika, sevdiğiniz herhangi bir şey için geçerliydi. Eğer karşısındaki kişi soruları blöf yapmış ve sonra da sorular karşısında afallamışsa, bunu hemen yakalardı.
  • Einstein ve Rutherford gibi büyük bir dahi değildi. Deha diye bir şey varsa, kendisinin hiç de dahi olmadığını her zamanki açık sözlülüğü ile söylerdi. Kendisinin, en iyi olasılıkla, sadece kısa bir süre için dünyanın beşinci en iyi soyut matematikçisi olduğunu söylüyordu. Kişiliği de zekası gibi güzel ve duru olduğundan, arkadaşı ve meslektaşı Littlewood’un kendisinden çok daha güçlü bir matematikçi olduğuna, çırağı Ramanujan’ın da gerçekten (aynı kapsam ve etkinlikte değilse de) en büyük matematikçilerinki gibi, doğal bir dehaya sahip olduğunu vurgulardı.
  • Ben, onun Bir Matematikçinin Savunması’ndaki son derece gurur dolu ve alçakgönüllü olan kendi sözlerine inanmayı yeğlerim: “Karamsarlığa kapıldığımda ya da kendini beğenmiş, sıkıcı insanları dinlemek zorunda kaldığım zamanlarda hala kendime şöyle diyorum: Ben de sizlerin hiçbir zaman başaramayacağınız bir şey yaptım. Littlewood ve Ramanujan ile hemen hemen eşit koşullarda ve birlikte çalıştım.”
  • Onu Einstein ya da Rutherford ya da herhangi başka bir büyük dahiden üstün kılan bir şeye sahipti; o da herhangi bir zihinsel uğraşıyı, ister küçük ya da büyük, ister sadece bir oyun olsun, bir sanat eserine dönüştürme yeteneğiydi.
  • Çocukken her derste sınıf birincisiydi. Fakat sınıf birincisi olmanın gereği olarak ödül almak için bütün okulun önüne çıkması gerekiyordu ve bunu istemiyordu. Bir akşam birlikte yemek yerken, sınavlarda bilerek yanlış cevaplar verip bu dayanılmaz işkenceyi önlemeye çalıştığını söyledi bana. Ancak numara yapma yeteneği öyle kısıtlı olmalı ki, ödülleri yine de o kazanıyormuş.
  • Bu bireysel farkındalığı zamanla değişti. Rekabetçi oldu. Savunma’da söylediği gibi, “Çocukluğumda matematiğe karşı özel bir tutkum olduğunu hatırlamıyorum, matematikçi olmanın pek de asil bir şey olduğunu düşünmezdim. Matematiği sınavlar ve burslar ile ilgili bir şey olarak algılardım, öteki çocukları yenmek istiyordum ve matematik de bunu gerçekleştirmenin en kısa yolu gibi görünüyordu.”
  • Bununla birlikte son derece hassas bir yaradılışla yaşamak zorundaydı. Sanki herkesten üç kat eksik deriyle doğmuştu. Hardy, manevi olgunluğuna ulaşmadan önce, dış dünyayla ilgili incelemelerinde güçlü egosunu alt etmek zorunda kalan Einstein’ın tersine yeterince korunmayan bir egoyu güçlendirmeliydi.
  • Klasik bir narsist karşıtıydı. Fotoğraflarının çekilmesine dayanamazdı. Bildiğim kadarı ile sadece beş adet anlık fotoğrafı vardır. Odasında ayna -hatta tıraş için küçük bir tane bile- bulunmazdı. Bir otele gittiğinde ilk işi bütün aynaları havlularla örtmekti. Yüzü bir hilkat garibesi gibi olsaydı bile tuhaf bir şeydi bu, fakat asıl tuhaf olan şey onun tüm yaşamı boyunca çok yakışıklı olmasıydı.
  • Tanrı’ya inanmadığı kanısına varmıştı. Bu, onun için, zihnindeki kesin ve berrak tüm diğer kavramlar gibi, siyah-beyaz kararlardan biriydi.
  • Okumak için gittiği Trinity’de şapel zorunluydu. Hardy, kuşkusuz kendisine has çekingen kararlılığıyla dekana vicdani nedenlerle kiliseye gidemeyeceğini söylemişti. Dekan, durumu ailesine anlatması gerektiğinde ısrar etti. Anne-babası dindar Ortodokslardı ve dekan da, Hardy de bu haberin onlara büyük bir üzüntü vereceğini gayet iyi biliyordu.
  • Hardy vicdanıyla boğuşuyordu. Konuyu geçiştirecek kadar dünyalı değildi. Hatta bu sorunun nasıl ele alınacağını bilebilecek olan George Trevelyan ve Desmond MacCarthy gibi çok daha tecrübeli arkadaşlarının tavsiyelerini isteyecek kadar bile dünyalı değildi.
  • Sonunda ailesine mektubu yazdı. Biraz da bu olayın etkisiyle, dinsel inançsızlığını açık ve aktif olarak hep sürdürdü. Seçimlerde oy kullanmak için bile okul şapellerine gitmeyi reddetti. Din görevlileri arkadaşları oldu, fakat Tanrı onun kişisel düşmanıydı.
  • Şaşılacak kadar farklı türden pek çok arkadaşı vardı. Bu arkadaşlar kendisine has özel bazı testleri geçmek zorundaydılar. Spin dediği bir niteliğe sahip olmaları gerekirdi. (Bu bir kriket terimi olup günlük dilde bir karşılığı yoktur, belli bir eğilimi ya da kinayeli, esprili ve beklenmedik bir yaklaşımı ifade eder. Yakın dönem örnekleri, Macmillan ve Kennedy spin’den yüksek not alacak; Churchill ve Eisenhower ise başarısız olacaktı.)
  • Çoğumuzun farkında olmadan elde ettiği doyumları o bulamadı, fakat kendisini çok iyi tanıdığından bu durum onu mutsuz etmedi. İç dünyası kendisine aitti ve çok zengindi. Hayal kırıklığı sonunda geldi. Sadık kız kardeşi dışında hiçbir yakını kalmadı.
  • Savunma’da -ki bu kitap bütün canlılığına rağmen umutsuz hüznün kitabıdır- yaratıcı bir insanın yaratma gücünü ve arzusunu kaybetmesiyle ilgili olarak, alaycı bir umursamazlıkla , “Çok yazık, ama bu durumda zaten pek de değeri kalmamıştır ve artık ona üzülmek aptalcadır.” der.
  • Ramanujan, Putney’deki hastanede ölüm döşeğinde yatarken Hardy onu ziyarete giderdi. Taksi plakası ile ilgili olay bu ziyaretlerin birinde gerçekleşmişti. Hardy o gün de her zamanki ulaşım aracı olan taksiyle gitmişti Putney’e. Ramanujan’ın yattığı odaya girdi. Konuşma başlatmada her zaman beceriksiz olan Hardy, muhtemelen daha selamlaşmadan ve mutlaka ilk söz olarak “Geldiğim taksinin numarası 1729'du. Bana çok alelade bir sayı gibi geldi.” dedi. Ramanujan’ın buna yanıtı şu oldu: “Hayır Hardy! Çok ilginç bir sayı. İki küpün toplamı olarak iki farklı şekilde ifade edilebilen en küçük sayı.”

*1729 = 12^3 + 1^3 = 10^3 + 9^3

  • Ramanujan savaştan iki yıl sonra döndüğü Madras’da veremden öldü. Hardy Savunma kitabında, matematikçilerin yoklama listesinde yazdığı gibi: “Galois yirmi bir, Abel yirmi yedi, Ramanujan otuz üç, Riemann kırk yaşlarında öldüler… Yaşı ellinin üstünde birinin başlattığı önemli bir matematik atılımı bilmiyorum ben.”
  • Kampüste yaz geldiğinde kriket alanında buluşurduk Hardy ile. Burada doğruca en sevdiği yere, güneşin tek ışınını bile kaçırmayacağı, çardağın karşısına geçerdi; tam bir helyotropik/ışığa yönelen idi. Güzel bir Mayıs gününün ortasında bile, güneşi parlamaya ikna etmek için yanında “Tanrı karşıtı akü” dediği şeyler taşırdı. Bunlar üç-dört süveter, kız kardeşine ait bir şemsiye, içinde ya bir doktora tezi ya Royal Society için yaptığı bir değerlendirme ya da sınav kağıtları bulunan kocaman bir zarftan oluşurdu. Bir akrabasının açıkladığına göre Tanrı, Hardy’nin, havanın değişeceği ve ona çalışma şansı vereceği beklentisiyle geldiğini düşünüp karşı önlem olarak havanın pırıl pırıl olmasını sağlayacaktı.
  • Çevresindekiler, eğer şansları varsa, kriket dışındaki konularda da yazılarındaki kadar özgün konuşmalarına muhatap olurdu. Savunma’da bunun tipik örneklerini görebiliriz. İşte birkaçı;
  • “Çoğunluğun görüşlerini dile getirmek, üstün nitelikli bir kimsenin zaman harcamasına asla değmez. Tanımı gereği bunu yapacak pek çok başka kişi çıkar.”
  • “Herhangi ciddi bir amaca erişmede, zeka ancak çok önemsiz bir Tanrı vergisidir.”
  • “Gençler kendini beğenmiş olmalı, fakat ahmak olmamalıdır.”
  • “İnsan bazen acı şeyler söylemek zorunda kalabilir, ancak, bunlar olabildiğince basit bir şekilde söylenmelidir.”
  • Bir Matematikçinin Savunması hüzün dolu bir kitaptır. Evet, entelektüel, espri dolu zeka ürünü bir kitaptır, evet billur duruluk ve içtenlik hala oradadır, evet, bu yaratıcı bir sanatçının tanıklığıdır. Ancak aynı zamanda abartısız bir kabullenmeyle, bir zamanlar var olan ve artık geri gelmeyecek yaratıcılık için atılmış acılı bir çığlıktır. Dilde bunun gibi bir şey olduğunu ben bilmiyorum, bunun nedeni biraz da, böylesi bir çığlığı yansıtabilecek edebi yeteneğe sahip insanlardan çoğunun bunu yaşamamış olmasıdır. Bir yazarın, kendisininin tamamen tükenmiş olduğunu tüm gerçeğiyle idrak etmesi çok enderdir.
  • Bir de şöyle bir aksiyomu vardı: “Hiç kimse, hiçbir zaman sıkılmamalıdır; insan korkabilir ya da iğrenebilir ama canı sıkılamaz.” Hardy’nin hayatının son zamanlarında başına gelen buydu, düpedüz canı sıkılıyordu.
  • Ciddi biri için yaşam demek, yaratıcı yaşam demekti. O ise, yaratıcı bir yaşama yeniden başlamak isterdi; eskisi kadar yaratıcı olmak ona yetecekti. Ancak hayatı sona ermişti.
  • Donald Robertson, Hardy’nin en yakın arkadaşıydı. Hardy’e ilk adıyla hitap eden birkaç kişiden biriydi. Beni odasında sessizce selamladı ve şöyle dedi; “Hardy’nin kendisini öldürmeye kalkıştığını bilmelisin.”
  • Ölümü istiyordu Hardy, ondan korkmuyordu. Hiçlikten korkacak ne vardı? Katı entelektüel metaneti geri gelmişti. Kendini öldürmeye bir daha kalkışmayacaktı, zaten bu işi beceremiyordu. Beklemeye hazırdı.
  • Ölümünden iki ya da üç hafta önce Royal Society’den en yüksek şeref nişanı olan Copley Madalyasının kendisine verileceğini duymuştu. Yüzünde, tüm bu aylar boyunca ilk kez olarak, o eski şeytani gülüş belirmişti. “Sona çok yakın olduğumu şimdi iyice biliyorum. İnsanlar sana alelacele onur şeyi vermeye kalkınca bundan yalnız tek sonuç çıkar.”
  • Aynı hafta içinde bir gün kız kardeşine “Bugün öleceğimi bilsem bile, yine kriket sonuçlarını duymak isterim” demiş. Buna çok benzer bir şeyi gerçekten de yaşadı. O hafta her akşam uyumadan önce kız kardeşi ona Cambridge Üniversitesi’nin kriket tarihinden bir bölüm okudu. Bu bölümlerden biri onun işittiği son sözler olmuş.

C.P.Snow

*Ramanujan, Littlewood, Galois, Abel, Riemann

*Bir Matematikçinin Savunması (2) için tıklayınız.

Namaste.

--

--

Handegül Sert
Türkçe Yayın

Product Person, Editor, Akıl Modelleri podcast host