İyi Yazmak Üzerine — Part III

Düzyazı İçin Yol Haritası

safa kutlu
Türkçe Yayın
11 min readDec 13, 2015

--

İyi Yazmak Üzerine — William Zinsser / On Writing Well

Altıkırkbeş Yayın’larından 30. yıl özel baskısı olarak Eylül 2014 yılında çıkan ‘İyi Yazmak Üzerine & Düzyazı İçin Yol Haritası’ kitabından aldığım ve 4 bölüm halinde derlediğim notlar.

Üçüncü Bölüm: Formlar

1- Edebi Tür Olarak Nesir

Eninde sonunda her yazar en çok rahat ettikleri yolu izlemek zorunda kalırlar. Yazı yazmayı öğrenen çoğu kişi için bu yol nesirdir. Bu sayede bildikleri, gözlemleyebilecekleri ya da öğrenebilecekleri şeyler hakkında yazabilirler. Bu özellikle genç insanlar ve öğrenciler için gereklidir. Ya kendi hayatlarında bulunan ya da direkt bir ilgilerinin olduğu konular hakkında yazmaya çok daha meyilli ve isteklidirler. Yazı yazmanın temelinde motivasyon vardır. En iyi nesir yazabiliyorsanız, bu alanın diğerlerinden daha az kaliteli olduğu düşüncesini aklınızdan çıkarın. Yapılması gereken tek ayrım iyi yazı ile kötü yazı arasındadır. Hangi formda olursa olsun, adına ne dersek diyelim, iyi yazı iyi yazıdır.

2- İnsanlar Hakkında Yazmak: Röportaj

İnsanları konuşturun. Onlara, hayatlarında ilginç ya da canlı olan şeyler hakkında cevap verdirecek şekilde sorular sormayı öğrenin. Kendi kelimeleriyle ne düşündüğünü ya da ne yaptığını anlatan biri kadar insanı yazmaya teşvik eden bir şey olamaz.

Siz dünyadaki en üstün tarza sahip kişi olsanız bile, kendi kelimeleri her zaman sizinkilerden daha iyi olacaktır. Kendi kelimeleri, onun konuşurkenki havasını ve mizacını taşırlar. Dili kullanışına göre nereden geldiğini, nasıl bir ortamda yetiştiğini anlayabilirsiniz. Neler yapmak istediğinin izlerini dilinde bulabilirsiniz.

Ne tür nesir yazıyor olursanız olun yaptığınız ve yazınızda işlediğiniz “alıntılar” yazılarınızı canlandırır.

Moralinizi bozmayın. Her rögar kapağının olduğu yerde, geleceği bunu yaptırmaya bağlı olan bir politikacı, ve aptal politikacıların işlerin kendi kendine hallolacağını zannettiğini düşünen, o civarda senelerdir yaşayan dul bir kadın olacaktır. Bu insanları bulup hikayenizi onlara anlattırın.

3- Mekânlar Hakkında Yazmak: Gezi Yazısı

Evine dönen bir gezgin kadar kimse eve döndüğünde sıkılmaz. Gezisi o kadar hoşuna gitmiştir ki bize her şeyi anlatmak ister ama biz her şeyi dinlemek istemiyoruz. Sadece birazını dinlemek istiyoruz.

Onun gezisini diğerlerinkinden farklı kılan şey ne? Bize zaten bilmediğimiz ne söyleyebilir? Disneyland’de yaptığı her şeyi, Büyük Kanyon’un inanılmaz olduğunu, ya da Venedik’te kanallar olduğunu duymak istemiyoruz. Disneyland’deki aletlerden biri bozulduysa, harika Büyük Kanyon’a biri düştüyse, işte bu okumaya değer olur.

Diğer bir büyük tuzak da tarzdır. Nesrin en çok bu alanında yazarlar aşırı duygusal kelimeler ve basmakalıp olduğu bariz olan ifadeler kullanırlar. Konuşmada zar zor kullanacağınız sıfatlar -”harikulade”, “alacalı”, “güllük gülistanlık”, “efsanevi”- bir anda metni doldurur. Tepelerde yer alan kasabalar bağra basılmıştır -tepede olup da tepe tarafından bağrına basılmamış tek bir kasaba duymadım- ve kırsal bölge, tercihen yarısı unutulmuş sapa yollarla bezelidir.

Bir yer hakkında nasıl iyi bir yazı yazabilirsiniz? Benim nasihatim iki prensibe indirgenebilir. Tarz ve özlülük.

İlk olarak, kelimelerinizi olağanüstü itinayla seçin. Eğer bir ifade size kolay geliyorsa, buna şüpheyle yaklaşın; bu büyük ihtimalle, gezi yazılarıyla bağdaşmış sayısız klişeden bir tanesidir.

Özlülüğe gelince, inanılmaz derecede seçici olun. Bir sahili tasvir ediyorsanız “kıyıya kayalar saçılmıştı” ya da “arada bir martılar geçiyordu” yazmayın. Kıyılarda genelde kayalar olur ve üzerlerinden martılar geçer. Bilindik her şeyi eleyin. Önemli olan ayrıntılar bulun. Anlatımınız açısından önem arz edebilirler; sıra dışı, renkli, komik ya da eğlenceli olabilirler. Ama işe yaradıklarından emin olun.

4- Kendiniz Hakkında Yazmak: Anı Yazısı

Bir yazar olarak yazabileceğiniz konular arasında en iyi bildiğiniz konu kendinizsiniz: geçmişiniz ve şimdiniz, düşünceleriniz ve duygularınız. Yine de büyük ihtimalle hakkında yazmaktan en çok kaçındığınız konu da bu.

Bir okulda ya da kolejde bir yazı sınıfına davet edildiğimde, öğrencilere sorduğum ilk soru şu: “Problemleriniz neler? Endişeleriniz neler?” Maine’den Kaliforniya’ya kadar cevap aynı: “Hocanın istediği konu hakkında yazmak zorundayız.” İç karartıcı bir cümle.

“İyi hocalar bunu istemez,” diyorum ben de onlara. “Hiç bir öğretmen aynı konu hakkında, aynı kişi tarafından yazılmış 25 tane aynı yazıyı istemez. Aradığımız şey -kağıtlarınızdan fışkırmasını istediğimiz şey- bireysellik. Sizi eşsiz yapan her ne ise onu görmek istiyoruz. Bildiklerinizi ve düşündüklerinizi yazın.”

5- Bilim ve Teknoloji

İnsani bilimler fakültesindeki bir sınıfa gidip onlara bilimin bir dalı hakkında bir şeyler yazmalarını söylerseniz sınıfta bir uğultu olur. “Hayır! Bilim olmaz!”

Yetişkin bir kimyager, fizikçi ya da mühendise de bir rapor yazmasını söylerseniz neredeyse panik denecek bir ruh haline büründüklerini görebilirsiniz. “Hayır! Bize bir yazı yazdırmayın!” diyeceklerdir.

Bilim, sırrını çözdüğünüzde herhangi bir nesir konusudur. Yazmanın sırrını çözdüğünüzde bunun da bilim adamlarının bildiklerini aktarma yollarından biri olduğunu göreceksiniz.

Öğrencilere bilim hakkında verdiğim ödev basit. Onlara sadece bir şeyin nasıl çalıştığını soruyorum. Tarz ya da diğer bu tür şeyler umrumda bile değil. Bana sadece örneğin bir dikiş makinesinin, ya da bir pompanın nasıl çalıştığını, ya da elmanın neden yere düştüğünü ya da gözün gördüğü şeyi beyne nasıl ilettiğini anlatmalarını istiyorum. Herhangi bir süreci anlatmaları iş görür ve “bilim”, içine teknoloji, tıp ve doğanın da dahil edilebileceği şekilde biraz kapsayıcı bir şekilde tanımlanabilir.

Bir sürecin nasıl işlediğini anlatmak iki sebepten ötürü değerlidir. Süreci sizin bildiğinizden emin olmanızı sağlar. Sonra da bu süreci sizin için bu kadar net hale getiren fikir ve çıkarımları düzgün bir sıra ile okuyucuya anlatmaya zorlar. Düzensizce düşünen çoğu öğrenci için bunun çığır açtığını gördüm. İçlerinde Yale ikinci sınıf öğrencisi olup vize zamanı kağıdını belirsiz ve genel şeylerle dolduran bir tanesi bir gün morali yüksek bir şekilde sınava girip yangın söndürücünün nasıl çalıştığıyla ilgili yazmış olduğu yazıyı okuyup okuyamayacağını sordu. Kaosa doğru sürüklendiğimizden emindim. Ama eseri sadelik ve mantıkla ilerliyordu. Üç farklı yangına nasıl üç farklı yangın söndürücüyle müdahale edilmesi gerektiğini çok net bir şekilde anlatıyordu. Bir günde yazdıklarını sıraya koymayı bilen bir yazar haline gelmesi beni de onu da çok sevindirmişti. Üçüncü sınıfın sonuna gelene kadar yazdığı bir nasıl-yapılır kitabı, benim yazdığım herhangi bir kitaptan daha çok satmıştı.

Yazıları belirsizlik içeren başka öğrenciler de aynı tedaviyi denediler ve o zamandan beri berrak bir şekilde yazıyorlar. Deneyin. Çünkü bilimsel ve teknik konularda yazma prensibi, nesir yazmanınkiyle aynıdır. Hiç bir şey bilmeyen okurlara adım adım ilgilerinin olmadığı ya da anlayamayacak kadar aptal olduklarından korktukları bir konuyu kavratma prensibi.

Bilim hakkında yazmayı baş aşağı duran bir piramit olarak düşünün. En alttan, okuyucunun daha fazlasını öğrenebilmesi için bilmesi gereken bir bilgiyle başlayın.

İkinci cümle ilk cümlede belirtilen şeyi açıp piramidi genişletmeli ve üçüncü cümle de ikinci cümle üzerinde aynı etkiyi yaratmalı. Böylece bir bilginin yavaş yavaş ötesine, önemi ve teorisine geçebilirsiniz -yeni bir keşfin nasıl bilinen bir şeyi değiştirdiği, ne gibi yeni araştırma olanakları açtığını ve bu araştırmanın hangi dallarda uygulamaya koyulabileceği gibi. Piramidin ne kadar genişleyebileceğinin bir sınırı yoktur ama okuyucunuz bu geniş dalları ancak tek bir dar bilgiyle başlarsa bilirler.

6- İş Yazısı: İş İçin Yazının Kullanımı

Bildiri, iş mektubu, idari rapor, finansal analiz, pazarlama teklifi, patrona not, faks, elektronik posta, Post-it -bütün gün ofisinizde dönen kağıt parçaları yazı türleridir. Bunları ciddiye alın. Çalışanların bildirim yapabilme, bir toplantıyı özetleme ya da düzgün bir şekilde bir fikir sunma becerilerine bağlı olarak sayısız kariyer ya batar ya çıkar.

Hissedarlara seslenen başkan, prosedür değişikliğini açıklayan bankacı, ailelere mektup gönderen bir okul müdürü. Her kim olursa olsun, yazmaktan genellikle o kadar korkarlar ki cümlelerinde insana dair bir şey bulunmaz -böylece bağlı oldukları kurumda da. Böyle yerlerin her sabah gerçek insanların gelip çalıştığı gerçek bir yer olduğunu kafada canlandırmak zordur.

Ama sırf insanlar bir kurum için çalışıyorlar diye bir kurum gibi yazmak zorunda değiller. Kurumlar da hareketlendirilebilir. İdareciler insana çevrilebilir. Bilgi açıkça ve yapmacık bir gösterişten uzak bir biçimde verilebilir.

Vurgulamak istediğim şeyi en iyi yapan kişi, Ecclesiastes’in içinden alınmış şu ünlü satırları modern bürokratik dile çeviren George Orwell’dir:

Döndüm ve güneşin altında yarışın hızlıya, savaşın güçlüye, ekmeğin bilgeye, zenginliğin zekiye, lütfun becerikliye değil; zaman ve şansın hepsine eşit olduğunu gördüm.

Orwell’in uyarlaması şöyle:

Güncel fenomenin objektif değerlendirmesi, rekabete dayanan aktivitenin başarı ya da başarısızlık durumunun doğuştan gelen bir kapasiteyle orantılı değil, her zaman için tahmin edilemez olanın da büyük oranda hesaba katılması gerektiği sonucuna varmaya bizi zorlar.

İlk olarak paragrafların nasıl göründüğüne bakın. Üstteki bizi kendisini okumamız için davet ediyor. Kelimeler kısa ve etraflarında nefes alacak yer var; insan konuşmasının ritmini taşıyorlar. Alttaki paragraf ise uzun kelimeler tarafından işgal edilmiş. Bize anında hantal bir aklın işi olduğunu bildiriyor. Kendisini böyle boğucu bir dille ifade eden bir aklın bizi hiç bir yere götürmesini istemiyoruz. Okumaya bile başlamıyoruz.

7- Spor

En iyi spor yazarları bunu bilir. Çok kullanılmış eş anlamlı sözcükleri kullanmaz, cümlelerinde tazelik ararlar. Red Smith’in yazılarına baktığınızda hiç bir zaman bir sopacının çifte ölüme atladığını göremezsiniz; Smith, bir vurucunun çifte oyun oynamasına müsaade etmekten korkmazdı. Ama yüzlerce alışılageldiğin dışında kelimeler -güzel kelimeler- bulabilirsiniz. Kesinlik bildiren ve diğer spor yazarlarının onları koymayacağı yerlerde kullandığı kelimeler yazısını süslerdi. Bunlardan zevk alıyoruz çünkü yazar gazeteciliğe özgü bir tarzda taze imgelem kullanacak kadar işini önemserken, diğer yazarlar eskilere takılıp kalmış durumdadırlar. Bu yüzden Red Smith yarım asırdan fazla süre boyunca yazdığı halde hâlâ alanının kralıydı ve diğer spor yazarları çoktan -böyle diyecek olanlar ilk onlar olurdu- soyunma odasına gönderilmişlerdi.

Red Smith’in köşesinde beni mizahi ve eşsiz yönleriyle şaşırtan pek çok ifade hatırlıyorum. Smith ciddi bir balıkçıydı ve oltasına yem takıp o zor yakalanır balığı, nefessiz kalmış spor yetkilisini yakalamasını izlemek bir zevkti. “En profesyonel sporlarda dip, çarlıktan çıktı.” yazıyordu. Takım sahiplerinin açgözlülüğünün spor monitörlerinin cesaretini aştığını söylüyordu. “(Beyzbolun) Derebeylerinin ilki ve en serti Kenesaw Mountain Landis, 1920'de güce kavuşmuş ve 1944'te ölene kadar demir yumrukla yönetmiştir. Ama beyzbol Küçük Sezar’la başladıysa, Tekinsiz Ethelred ile bitti.” Red Smith perspektifimizin günlük muhafızıydı, bizi dürüst tutuyordu. Bunun büyük bir sebebi iyi bir dille yazıyor olmasıydı. Tarzı sadece zarif değildi; güçlü görüşler taşıyacak kadar güçlüydü de.

Çoğu spor yazarının iyi bir dil kullanmalarını engelleyen şey, bunu denememeleri gerektiği yanılsamasıdır. O kadar çok klişe bulmuşlardır ki bunların gerekli olduğunu düşünmüşlerdir. Aynı zamanda eğer eş anlamlı bir sözcük bulabiliyorlarsa, okuyucu için gözünde canlandırılması en kolay olan kelimeyi -vurucu, koşucu, golfçü, boksör- kullanmamayı tercih ederler. Ve genellikle, uğraşarak, bunu yapabilirler.

8- Sanat Hakkında Yazmak

Birincisi şu: eleştirmenler eleştirdikleri şeyi sevmeliler. Filmlerin aptalca olduğunu düşünüyorsanız, filmler hakkında yazmayın. Okuyucu bilgili, tutkulu ve önyargılı bir film tutkununu hak ediyor. Eleştirmenin her filmi sevmesi gerekiyor gibi bir zorunluluk yok; eleştiri nihayetinde tek bir kişinin fikridir. Ama her filme o filmi sevmeyi isteyerek gitmelidir.

Başka bir kural şudur: içerik hakkında fazla şey açık etmeyin. Okuyucuya gittiklerinde hoşlarına gidecekleri bir hikaye olup olmayacağını anlayabilecekleri kadar bilgi verin. Çok fazla verip onları alacakları zevkten mahrum etmeyin. Genelde tek bir cümle iş görecektir. “Bu, cüce cin gibi giyinmiş üç yetim çocuğun yardımıyla, kötü kalpli bir dul kadının testisinin içinde altın sakladığı bir köye sürekli giden tuhaf, İrlandalı bir rahip hakkında bir resimdir.” Öldürseniz gidip o filmi izlemem -ekranda ve sahnede yeterince “küçük insan”a doydum. Ama benim bu saçma düşüncemle aynı fikirde olmayan bir sürü insan var ve bu filmi görmek isteyebilirler. Anlatımın her ayrıntısını vererek, özellikle de köprünün altında trol olduğunu anlatarak onları eğlencelerinden etmeyin.

Üçüncü bir ilke de spesifik detaylar kullanmaktır. Böyle yaparak genelleme yapmaktan kurtulursunuz. Genellemelerin hiç bir anlamı yoktur. “Bu oyun her zaman büyüleyici,” der tipik eleştirmen. Ama nasıl büyüleyici? Sizin büyüleyiciden anladığınız ile başkasının anladığı farklı şeyler. Bir kaç örnek verin ve okuyucularınızın bunu kendi büyüleyicilik tartılarında tartmalarına izin verin. Joseph Losey’in yönettiği bir filmin iki farklı incelemesinden parçalar veriyorum.

(1) “Sivilize ve ölçülü olmaya çalışırken müstehcenliğe uygun yerlerde dahi yer vermemiş ve kansızlığı damak zevkiyle karıştırmış.” Cümle anlamsız, belirsiz. Filmin havasıyla ilgili ufak bir ima var ama gözümüzde canlandırabileceğimiz bir şey yok.

(2) “Losey abajurlarda uğursuzluk ve masa takımlarında anlam bulan bir tarza sahip.” Bu cümle keskinlik içeriyor -ne tarz sanatsal bir film yapımı olduğunu hemen anlıyoruz. Aile yadigarlarının üzerinden özellikle inanılmaz bir yavaşlıkla geçen kamera neredeyse gözümüzün önüne geliyor.

Kitap incelemesinde bu, yazarın kendi kelimelerinin belgelemesini yapmasına izin vermek anlamına gelir. Tom Wolfe’un tarzının gösterişli ve olağan dışı olduğunu söylemeyin. O gösterişli ve olağan dışı cümlelerden alıntı yapın ve ne kadar acayip olduklarını bırakın okuyucu kendisi görsün. Bir tiyatro oyununu değerlendirirken bize sadece sahne düzeninin “çarpıcı” olduğunu söylemeyin. Farklı düzeylerinden bahsedin, nasıl ustaca kurgulandığını anlatın, ya da aktörlerin giriş ve çıkışlarını geleneksel bir düzenlemeye nispeten nasıl kolaylaştırdığını açıklayın. Okuyucularınızı tiyatro koltuğuna oturtun. Sizin gördüğünüz şeyi onların da görmesine yardım edin.

9- Mizah

Mizah, nesir yazarının gizli silahıdır. Gizli, çünkü çok az yazar önemli bir konudan bahsederken mizahın en iyi araçları -ve bazen tek araçları- olduğunun farkındadır.

Güçlü bir editoryal karikatür, ağırbaşlılıkla yazılmış yüz başyazıya bedeldir. Garry Trudeau’nun çizdiği bir Doonesburry bant-karikatürü binlerce kelimelik ahlak dersine bedeldir. Bir Catch-22 ya da Dr. Strangelove, savaşı “olduğu gibi” göstermeye çalışam kitap ve filmlerden daha güçlüdür. Bu iki seri, bizi yarın yok edebilecek askeri düşünme tarzı hakkında uyarmak isteyen herkes için hâlâ standart bir referans noktasıdır. Joseph Heller ve Stanley Kubrick savaş hakkındaki gerçeği, çılgınlığını ortaya çıkaracak kadar yükselttiler, ve biz de bunu çılgınlık olarak tanımlıyoruz. Yapılan espri şakaya alınmamalı.

Bu çılgın gerçeğin yükseltimi -hâlâ çılgınlık olarak görülecek bir noktaya-, ciddi mizahçıların yapmaya çalıştığı şeyin özüdür. Gizemli işlerini nasıl yaptıklarına dair bir örnekle devam edelim.

1960'larda bir gün Amerika’daki kız ve kadınların yarısının birden bigudi takmaya başladıklarını fark ettim. Garip, yeni bir afetti ve kadınların bigudilerini ne zaman çıkarttıklarını anlayamadığım için durumu anlatmakta sıkıntı çekiyordum. Arada bir çıkardıklarına dair bir kanıt yoktu. Süpermarkette, kilisede, erkek arkadaşlarıyla buluşurken takıyorlardı. E peki o harika saç tuvaletini ne gibi muazzam bir olay için saklıyorlardı?

Bu fenomen hakkında bir şeyler yazmayı bir sene boyunca düşündüm. “Tam bir rezalet” ya da “Bu kadınlarda gurur yok mu?” gibi şeyler yazabilirdim ama bu nutuk çekmek olurdu ve nutuk mizahın ölümüdür. Yazar mizahi bir yol bulmalı -satir, parodi, ironi, hiciv, saçmalık- ve asıl derdini bunun ardına saklamalı. Genellikle bunu bulamaz ve derdini anlatamaz.

Neyse ki sabrım mükafatlandırıldı. Bir gün gazete bayiinde yan yana duran dört dergi gördüm: Hairdo, Celebrity Hairdo, Combout ve Pouf. Dördünü de aldım -bayicinin şaşkın bakışları altında- ve sadece saça adanmış yepyeni bir gazetecilik dünyası keşfettim: boyundan yukarısının dünyası ama beyin dahil değil. Bigudi pozisyonlarını gösteren ayrıntılı diyagramlar ve genç kızların bigudi problemlerini nasihat isteme amaçlı editörlere gönderebildiği köşeler. İhtiyacım olan buydu. Haircurl adında bir dergi uydurdum ve parodi mektupları ve onlara verilen cevaplar serisi yazmaya başladım. Life’da yayımlanan seri şöyle başlıyordu:

Sevgili Haricurl,
15 yaşındayım ve grubumda güzel olarak nitelendirilirim. Büyük boy bebek pembesi bigudileri takıyorum. 2,5 senedir bir çocukla düzenli bir ilişki yaşıyorum. Beni hiç bigudilerim olmadan görmedi. Geçen gece çıkarttığımda çok fena kavga ettik. “Kafan küçük duruyor” dedi bana. Cüce olduğumu ve onu kandırmış olduğumu söyledi. Onu nasıl tekrar elde edebilirim?

Kederli
Speonk, N.Y.

Sevgili Kederli:
Bu kadar aptalca bir şey yaptığın için sana revadır. Son “Haircurl” anketine göre Amerikalı kızların %94'ü bigudilerini günde 21,6 saat, senede 359 gün boyunca takıyorlar. Farklı olmaya çalışmışsın ve işte manitanı kaybetmişsin. Tavsiyemize uy ve süper-büyük bigudilerden al (en sevdiğin renk bebek pembesi de var) ve kafan her zamankinden büyük ve iki katı hoş duracak. Sakın bir daha bigudilerini çıkarma.

Daha çok vardı, ve belki de Lady Bird Johnson’ın “güzelleştirme” programına küçük bir katkı yapmış bile olabilirim. Ama asıl olay şu: bu yazıyı okuduktan sonra bigudilere aynı gözle bakamazsınız. Daha önce günlük hayatımızda görüp normal karşıladığımız tuhaf tuhaf bir şeye taze bir gözle bakabilmeniz için mizah tarafından çarpıldınız. Konu önemli değil, toplumumuz bigudiler yüzünden yok olmaz. Ama yöntem önemli olan, hatta neredeyse bütün konular için de geçerlidir. Yeter ki doğru mizahi çerçeveyi bulabilin.

O serilerin işe yaramasının sebebi, parodisini yaptıkları forma yakın olmalarıydı. Mizah çirkin bir abartı eylemi olarak görülebilir. Ama bigudi mektupları, onları hem tarz hem de zihniyet açısından bir tür gazeteciliğe özgü form olarak görmeseydik başarıya ulaşmazlardı. Kontrol, mizahın çok önemli bir parçasıdır. Bokboğaz gibi komik isimler kullanmayın. Aynı espriyi iki üç kez yapmayın. Sadece bir kez yaparsanız bu okurların daha çok hoşuna gidecektir. Ne yaptığınızı bilen okurlarınızın entellektüelliğine güvenin ve gerisini dert etmeyin.

--

--

safa kutlu
Türkçe Yayın

lânet olası karlar bile beyaz yağıyor. tasarım - seyahat - hikaye - fotoğraf