Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
9 min readJun 26, 2020

--

Pleybek, drag ve Dudakların Cengi: Florence Konsantina Delight’ın çetin gece hayatı

Kentsel dönüşümün ve çok kültürlülüğün ayağımıza kadar geldiği Kurtuluş’ta 3. kez röportaja gidiyorum. Bu sefer fotoğraflardan, performanslarından tanıdığım biriyle konuşmaya: Florence Konstantina Delight. Adını Rönesans’ın başkentinden, Florence Welch’in duygulu sesinden ve İstanbul’dan alıyor. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi mahalleden, ortak arkadaşlardan, onun gitgide daha da profesyonelleştiği drag queenlik işinden konuşuyoruz. Performans yapmanın ve sahnenin ışıltısının getirisi olarak fotoğraf çekiminde, hareketlerinde ne kadar rahat olduğunu fark etmemek imkansız.

Kısaca drag performansın ne olduğunu açıklamak gerekirse; cinsiyetlerin ikiliğiyle (“kadın-erkek” veya “eril-dişil”) ve onlarla ilgili norm kabul edilen şeylerle dalga geçme hali. Abartılı “kadınsı” performanslar “drag queen”lik olarak adlandırılıyor. Özellikle son 3 yıldır İstanbul’daki kuir gece hayatında kendine önemli bir yer açan drag performanslar ve şovlar dünyada RuPaul’s Drag Race şovuyla ile popülerlik ve görünürlük kazandı. Belki, 90 jenerasyonu olarak bundan önce drag karakterlere ve performanslara, bazı politik olarak yanlış Türkiye yapımı filmlerde, tek tük partilerde ve çok sevdiğimiz Almodovar filmlerinde yaklaşabilmiştik.

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Koronavirüs salgınının etkilediği ve muhtemelen dalga dalga etkilemeye devam edeceği alanlardan biri de eğlence sektörü oldu. Mart ortasında kapanan meyhane ve kafe ruhsatlı pek çok mekân mayıs sonunda tekrar açılabildi[1]. Ama bar ruhsatı olan pavyonlar, konser alanları ve kulüpler kendine yer bulamadı. Dolayısıyla bu mekânlarda servis, bartending, DJ’lik ya da sahne performansı yapan insanların büyük bir bölümü şu anda işsiz kaldı. İşsiz kalan bu kitlenin hatırı sayılır bir bölümü LGBTİ+ bireylerdi. Bunun üzerine LGBTİ+ gece hayatı aktörleri pandemi ve karantina sürecinde türlü türlü kitlesel fonlamalarla dayanışma talep etti. Bunların bazıları Queerwaves, Coweed, Dudakların Cengi olarak sayılabilir. Hatta !f Bağımsız Film Festivali de Onur Haftası vesilesiyle kuir performans sanatçıları için film gösterimi, Zoom partisi ve dayanışma gecesi organize etti.

Aralık 2017’den beri her hafta LGBTİ+’ları bir araya getiren Dudakların Cengi ilk başladığı zamanlardan koronavirüs öncesi döneme kadar dayanışma ve bahşişle işleyen, pek çok LGBTİ+ birey için kendini keşfetme, yeniden yaratma ve ekonomik destek sağlama alanına dönüşen bir şov oldu. Florence de Dudakların Cengi’nde drag performansına başlayanlardan biriydi.

İlk drag queen performansını 2016’da bir arkadaşı vesilesiyle keşfettiği Boğaziçi Üniversitesi’ndeki organizasyonlardan birinde yapan Florence, aslında tüm bu fırtınalı hayattan önce İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyormuş. O ilk organizasyona gittiğinde ne kadar heyecanlandığını anlatırken gözleri parlıyor: “Benim evde annemin kıyafetlerini giyerek ve makyaj yaparak gizli gizli yaptığım bir şey kamusal alanda yapılıyordu. İnsanlar onları alkışlıyor ve bu bir üniversitede oluyor. ‘Bunları yapabiliyoruz ve alkışlanıyoruz, yanlış bir şey yok bunda’ hissi çok güzel gelmişti.” Tüm bu giyinip süslenme halinin kapalılığı, sonunda açık olduğunda yaşanan rahatlama pek çok LGBTİ+ bireyin yakınlık kurabileceği bir his: herhangi bir cinsiyete ait olmamanın, sahnede başka biri olabilmenin, takdir edilmenin verdiği özgürlük ve özgüven hissi. Göz kırparak gülüyor ve konuşmaya devam ediyor: Sonra ben daha iyisini yaparım dedim…Yarışma vardı, neredeyse finale kalıyordum. İyi yapmışım herhalde dedim…” Drag performans yapmayı denemek isteyebilecek herkesin içini rahatlatacak bir ifadeyle “zaten iyisi kötüsü yok, kendine ket vuruyorsun,” diye ekliyor. Gerçekten de, normatif olan hiçbir şeye uyma gerekliliğinin olmadığı, her şeyin denenebildiği, teğellerle, yamalarla birbirine dikildiği, her renge boyandığı bir alan drag. Çocukkenki asosyalliğinin intikamını sahneye çıkarak almak istediğini söylüyor ve “tabii sonra bağımlılık yaptı sahne” diyor kikirdeyerek.

Florence, drag yapmak istediği dönemlerde pahalı gece kulüplerine gitmek dışında bir seçenek olmadığını, diğer drag queen’lerin kolay erişilebilir insanlar olmadığını ve profesyonel işin bu değilse bu alana girmenin zor olduğunu belirtiyor. Drag performansların 2017’deki Dudakların Cengi’ne kadar Onur Haftası organizasyonları ya da bazı temalı partiler dışında pek de “halka inmediğini” söylemek yanlış olmaz sanıyorum. Daha küçük barların, organizasyonların drag kültürüyle ilgilenmesi ise birkaç yıl önce başladı.

Martı sesleri en üst kattaki dairesinde zaman zaman konuşmalarımızı bastıracak kadar kuvvetleniyor ama umursamadan devam ediyoruz muhabbete. Dudakların Cengi 2017 sonunda ilk kez organize edildiğinde Florence bir daha yapılamayacağını düşünüyormuş ama yine de çok heyecanlıymış. Başlarda para almadıkları bu drag şov geceleri, bir noktadan sonra dayanışma usulü para kazanılabilen bir yere dönüşmüş: “Açık sahne ve karaokeye gitmek gibi bir şey Dudakların Cengi,” diyor. Pleybek yapacağın şarkıyı seçip, hazırlanıp çıkıyorsun sahneye.

Sonrasında yavaş yavaş DJ’lik yapmaya, drag karakterini daha görünür hale getirmeye başlamış. Pandemiden önce bir dönemin lezbiyen, şimdinin kuir eğlence mekânı Bigudi’de çalıyormuş. Oraya gitmeye başladığı ilk zamanlarda insanların drag performansıyla alay ettiğini ama zamanla herkesin duruma alıştığını ve arkadaşlarının da kendisinin de orada rahat ettiğini söylüyor. Bigudi Bar[2] 2007’den beri Taksim’in çeşitli yerlerinde kuirlere açık, güvenli bir eğlence ortamı yaratmaya çalışıyor.

Gece hayatında iş alabilen, tercih edilen biri olmak isteniyorsa, yaratılan drag karakterinin tanıtımını yapıp görünürlüğünü sağlamak da önemli bir konu haline geliyor: “Sana talep gelmesini sağlaman lazım süreklilik sağlamak için. Drag’liği Türkiye’de iş haline getirmeye çalışıyorum. Ekonomik olarak hiç makul bir iş değil. İnsanlar seni sahneye çıkarsın diye para harcamak, çıktığın mekânın estetiğine uymak zorundasın. Emeğinin karşılığını hiç alamıyorsun çünkü harcaman gerekiyor o parayı yeni bir şey yapmak için.” Yeni bir performans yapabilmek, sunabilmek genel olarak para harcamayı, kıyafet ya da malzeme almayı gerektiriyor. Dolayısıyla alınan paraların yeni hizmetler için harcandığı bir döngü haline gelebiliyor drag şov kültürü. Bazı insanların bunu anlamadığını, dar kafalı olabileceğini söyleyerek anlatmaya devam ediyor: “İşimizin en büyük zorluğu ve güzelliği, 5 liraya 5 milyonluk gibi görünmek. Bit pazarından alırsın filan…Bizim işimizin olayı pahalı görünmek, pahalılıkla dalga geçmek…Sonra 10 lira verilip girilen bir mekânda insanlara bu kıyafetlerle bir şov hazırlamak…”

Bir şeylerin ne kadar hızlı değiştiğinden bahsederken, “sanki 10 sene öncesinden bahsediyorum” deyip gülmeye başlıyor. Gerçekten de son 3 yıl hızlı değişimlerle dolu ve yoğun olmuşa benziyor. LGBTİ+ hareketin özellikle son 20 yıldır görünür, üzerine konuşulur hale geldiği Türkiye’de geçen 3 yıl, farklı kuşaklardan bahsediyormuş etkisi yaratabiliyor.

“Kabuk bağlayarak mücadele ediyorum”

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Ayrımcılıktan bahsederken, özellikle gece dışarıdayken, fiziksel olarak üstündeki şeylerin, peruğunun çekiştirilmesi, parmakla gösterilmek gibi şeylerin kaçınılmaz olarak yaşandığını anlatıyor: “Bir sürü şeyle alay eden bir şey drag, o yüzden DJ’lik kadar ciddi bir iş gibi görülmüyor. Cinsiyet normlarıyla alay ediyoruz, politik bir varoluş aslında. İnsanları açıyorsun, ilk adımı atmaları için cesaret veriyorsun. Bunu çok küçümsüyor ve görmezden geliyor insanlar.” Bu açılmayı yaşadığı için kendini çok daha rahat hissettiği, halinden ve tavrından anlaşılıyor. Florence’ın en çok canını sıkan şey LGBTİ+ örgütlenmelerde yaşadığı küçümsenme, ciddiye alınmama, kendisine yanlış cinsiyet atanması gibi şeyler olmuş: “LGBTİ+ aktivistlerin drag kültürünü cis-gay[3] eğlencesi olarak gördükleri için eleştirdiğini ama bu işi yapan pek çok insanın ve kendisinin tecrübelerinin trans deneyimlere daha yakın olduğunu” belirtiyor. “Bana cis-gay diyenler oluyor, epey zorlanıyorum aslında, cis-gay olmayı bırakalı çok oldu çünkü. Çocukluğumdan beri o kadar cis-gay biri değilim, sesimden görünüşümden dolayı bir ton ayrımcılık yaşadım.” Ayrımcılık tek katmanlı, sınırları tek seferde belirlenebilen bir şey olmuyor. Aksine güvenli olduğu varsayılan LGBTİ+ komünite içinde de farklı seviyelerde yüz yüze kalınan bir şey olabiliyor. “Drag şovlara çıkan insanların aslında çok zor koşullarda bunu yapmaya çalıştığını, bunun bile takdire şayan olması gerektiğini” söylüyor. “Kendi karakterini yaratıyorsun. Kötü şeyleri eğlenceli hale getiriyorsun, yaraları sarıyorsun, iyileşme oluyor.” Drag kültürünün de LGBTİ+ örgütlerdeki gibi dayanışmanın, bir arada olmanın ve üretmenin bir yolu olduğunun, dolayısıyla insanları güçlendirdiğinin göstergesi oluyor söyledikleri.

Düşündükçe aklına daha çok örnek geliyor gündelik hayatta yaşadığı ayrımcılığa dair: “Hastaneye gitmiştim bir şey için, doktor bir sürü insanın ortasında, ‘bulaşıcı bir hastalığın var mı?’ diyor. Çok sinirlendim, bağırıp çıktım.” LGBTİ+ bireyler için, açık olmasalar da LGBTİ+ olduklarının fark edilmesi pek çok alanda zorlayıcı olabiliyor. Parlak bir fikir bulmanın coşkusuyla ekliyor sonra: “Fobik olmayan doktorları desteklememiz lazım. Hormonlu Domates[4] gibi onun tersi motive edici bir ödüle ihtiyacımız var.” LGBTİ+ dostu sağlık, hem yerellerde belediyelerin hem de LGBTİ+ inisiyatiflerinin üzerine eğildiği, fobik olmayan doktor ağının genişletilmeye çalışıldığı bir alan. Sağlığa erişim, erken teşhisin kritik olduğu pek çok durumda hayati önem taşıyor. Bu anlamda, iyi örnekleri, fobik olmayan sağlık hizmetlerini toparlayıp LGBTİ+ komünite içinde bilgiyi yaygınlaştırmaya çalışan bir websitesi olan Lgbtisağlığı sitesi takibe ve ziyarete değer olabilir.

Florence’a yaşadığı ayrımcılığa karşı nasıl mücadele ettiğini soruyorum: “Kaşarlanıp kabuk bağlayarak mücadele ediyorum,” diyor sırıtarak. Gece hayatının alkol oranı yüksek gecelerinde bazen çok zorlandığını itiraf ediyor: “Başlarda çok hassastım, bana dokundular diye olay çıkarıyordum. Dönüp bakmalar, gülmeler…Partilerde na-trans çoğunluğun olduğu mekânlarda neler yapıyorlar…Sarhoş insanlar, minicik sahneler, birileri peruğumu çekiyor performans sırasında.”

Geceleri, kıyafeti ve makyajıyla taksiye binmenin ya da sokakta yürümenin de zor olduğunu ama bununla baş etmeyi öğrendiğini söylüyor: Artık taksicilere bağırıp çağırıyorum. Taciz ediyor beni, ‘şuraya gidiyoruz’ diyorum, para vermeden iniyorum.” Çalışmaya ya da eğlenmeye gittiği mekânların da bazen garip davranabildiğini ya da farklı muamele edebildiğini, bu yüzden tanıdığı mekânlara gitmeyi tercih ettiğini söylüyor. “Ama onları saymıyorum bile, ayrımcılık çıtam baya yükseldi,” diyor elini havada sallayarak. Deniz’in de fobileri kategorize edebildiğini, hepsine aynı tepkiyi vermediğini anlatışı geliyor aklıma.

Gece hayatına alternatifler yaratabilmek

Koronavirüs pandemisi gece hayatında çalışan pek çok LGBTİ+ gibi Florence’ı da işsizlik ve belirsizlikle baş başa bırakmış. O da drag queen’liği başka işlerle dengelemesi gerektiğine karar vermiş bu süreçte. Çünkü gece hayatının belirsizliği, sekteye uğrayabilir hali ve yoruculuğu, onun sürdürülebilir bir kaynak olmasını engelliyor. Geleceğe dair kaygıları olduğunu, öğrenmek istediği film çekip kurgulama, yönetmenlik gibi şeyler için yurtdışına gitmeyi düşündüğünü söylüyor: “İfşa edilmekten fişlenmekten ve çalışamamaktan ya gizli kapaklı çalışmak zorunda kalmaktan korkuyorum. Bu işi yapmadığımda, evden yapabileceğim başka bir işim olsun istiyorum…Kendi istediğim şeyi yapabilmek için para kazanmam gerekiyor: tiyatro yapabilmek için dizide oynamak gibi.” Florence çalışmayı sevdiğini, kafelerde oyun geceleri düzenleyebileceğini, “drag performansını evirip çevirip bir şeylere döndürmek istediğini” söylüyor. Esasında serbest meslek çalışanı olan ve röportaj yaptığım Leman gibi, o da işinin/sanatının gideceği yönü kendisi belirlemek istiyor.

Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Pandeminin yarattığı karantina sürecinde, sivil toplum, kurumsal işler, video editing gibi alanlarda evden çalışmaya devam edebilmek, pek çok insanın hayatını kurtardı muhtemelen. Ama ne drag şovlar ne de DJ’lik bu kategoriye girebilecek işlerden olabildi. Gece hayatı dışında daha istikrarlı bir iş yapmak istemesine rağmen drag queen’lik yapmayı hiçbir zaman bırakmayacağını da belirtiyor: “Hayatımın sonuna kadar drag queen’lik yapmak istiyorum. Senin çocuğun gibi yarattığın karakter. O benim bir parçam, karakterlerim karıştı artık. Birlikte yıllar geçirdik.” Bu sınırların kolayca birbirinden sıyrılamazlığı, duygusal bir sorumluluk ve yükü de beraberinde getiriyor.

Çevrimiçi partiler ve etkinliklerin dizi dizi olduğu pandemi sürecinde o da partilere katılmış, Instagram’dan canlı yayın yapmış: “İşler çevrim içine döndüğünde orayı kontrol edemiyorsun, drag’den para kazanmak için şu anda, sosyal medyada bir karakter olman lazım. Onu yapmaya çalışıyorum.” Bilgisayar başından partilere katılmanın, canlı yayın yapmanın aslında onun için ne kadar kafa karıştırıcı ve zor olduğunu itiraf ediyor: “Artık içip içip ekrana bakmaktan sıkıldım. Canlı yayın sırasında evin bomboş olduğunu fark etmek çok sıkıcı. İnsanları canlı görmek istiyorum… Özellikle gece hayatı ve seks işçiliği çok büyük darbe yedi pandemide[5].”

Aslında bir süredir belgelemeye ve hafıza oluşturmaya taktığı için bir şeyler çekmek, yönetmenlik yapmak, bunun için de teknik bir şeyler öğrenmek istediğini söylüyor. “80’lerde Lubunya Olmak kitabı dışında ne kaynağımız var bireysel tecrübelere, hislere dair? Yok neredeyse… Bu belgelemenin daha içeriden, bizim tarafımızdan yapılması gerektiğini düşünüyorum.” Onun için kültürel sermayeyi, tarihi LGBTİ+ perspektifinden anlatmak, kendi alanlarımızı açabilmek, birbirimizle dayanışmak açısından değerli. Türkiye’de LGBTİ+ tarihini toparlamak, yazılı olmadığı ve kişisel arşivlerle, tarihle hemhâl olduğu için meşakkatli bir iş[6].

Pandemi sonrası gece hayatı

Tek geliri Dudakların Cengi olan pek çok drag queen için oluşturulan Cengaver Fonu’nda para toplandığını, pek çok sanatçının da kendilerine destek olduğunu öğreniyorum. “Çok zor durumda olan, tek geliri Cenk olan kızlar var gerçekten, onlara gitmeli. Biriktirmek gerekiyor, ama onu da bu şehirde yapmak çok zor.” Tüm bu küçük kıpırtılara rağmen, Florence pandemi sonrasındaki gelecekle ilgili daha kötümser olduğunu söylüyor. Diyanet’in açıklamasıyla bağlantılı olarak, Maçka olayı gibi linçler olmaya devam edebilir. Ayrıca insanlar fakirleşecek, kriz büyüyecek. Hedef gösterip nefret edebilecekleri bir şey lazım herkese. LGBTİ+’lar çok daha görünür her alanda o yüzden de büyüyor bu nefret.” Bu görünürlüğün de insanları daha çok kutuplaştırdığını, artık LGBTİ+’ların yok sayılmadığını düşünüyor. Her yıl haziran ayında artan nefret saldırıları, hedef göstermeler ve nefret söylemleri de bu teoriyi destekliyor olabilir. Florence ayrıca gece hayatında “büyük bir patlama beklediğini” söylüyor. “İnsanlar sıkıntıdan delirip fırlayacak dışarı, mekânlar dolacak.” Normalleşme kesinlikle insanları dışarıda olmaya dair rahatlatırken, temmuz’da kültür sanat alanında daha çok mekânın açılması planlanırken pandeminin getirdiği belirsizlik ve ekonomik zorluklar yine de sürecek gibi görünüyor.

Pandeminin yıkıcı etkisi dışında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden ve baskıcı ortama dair daha kaygılı olduğunu ekliyor sonra. Gece hayatı hâlâ en çok vergiye tabi olan, en güvencesiz, ekonomik ve bürokratik baskının en çok hissedildiği alanlardan biri, özellikle Taksim’de. “Mekânlara çok ceza kesiyorlar, baskın yapıyorlar. Sigortasız işçi çalıştırıyor musunuz diye sorguya çekiyorlar. Bir sürü insan sigortasız tabii, ceza kesmeye kalktılar filan ama idare ettik.” Sosyal mesafe kuralının, içkili ve dans edilen mekânlarda nasıl işletileceği hâlâ belirsiz görünüyor. Barlara yapılan kalkanlar barın içinde çalışan insanları koruyabilir ama müşterilerin birbirine yakın şekilde dans pistinde salınması ihtimali ne olacak?

Gece hayatı, ekonomik ve politik baskılara rağmen dayanışmanın canlı tutulmaya çalışıldığı, bir araya gelişlere, aynı müzikte dans etmeye değer verilen, LGBTİ+’ları bir nebze özgür hissettiren bir alan. Belki bu Onur Haftası’nda LGBTİ+ dostu, güvenli bir gece hayatı kültürü oturtmaya çalışan Queerwaves, Dudakların Cengi gibi inisiyatifleri, LGBTİ+ dostu mekanları, DJ’leri, drag performansı yapan insanları desteklemek istersiniz. Çünkü artık pandemi, politik ve ekonomik baskılar karşısında dayanışma olmadan ayakta kalmanın zorluğunu daha çok hissettirmeye başlıyor.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=4JENvQ026k4

[2] “Neredesin Aşkım? Mis Sokak’tayım Aşkım!” yazımda Bigudi’den daha detaylı bahsediyorum

[3] Na-trans ya da trans olmayan gay anlamında kullanılıyor.

[4] Hormonlu Domates ödülleri her yıl İstanbul Onur Haftası’nda yılın LGBTİ+ fobiklerinin seçildiği, ödül olarak domateslerin havalarda uçuştuğu bir organizasyon. Bu yıl da 26 Haziran saat 20:00’da gerçekleşecek çevrimiçi ödül töreniyle domatesler sahiplerini bulacak.

[5] İşçilikleri bazı çevrelerde hâlâ tartışma konusu olan, güvencesiz ve de fiziksel mesafesiz çalışma koşullarına mecbur olan seks işçileriyle gerçekleştirilen bu küçük mülakat, pandemi döneminde seks işçisi olmakla ilgili kısaca fikir verebilir.

[6] Bir süredir Kaos GL ve Lambdaistanbul LGBTİ+ belleği/hafızası oluşturabilmek için çalışmalar yürütüyor.

--

--