Eleştirel Düşünce ve Sorgulamak

Fatih Başar Kutlu
Türkçe Yayın
Published in
7 min readJul 11, 2021

“Merak, filozofun hissettiğidir ve felsefe merakla başlar.” ; Sokrates’in yüzyıllar aşarak bizlere erişen ve belki de en önemli felsefi temel algılarından birini temsil eden kıymetli bir mesajı… Her ne kadar mevcut sistem insanın tüketim dürtüsü temeli üzerine kurulmuş olsa da sahip olduğumuz medeniyet ve onu elde etmek için uğruna çabaladığımız ilerlemeci zihniyetin yakıtı merak ve eleştirel düşüncedir.

Kaynak: Freepik

Özellikle ülkemiz ve benzer sosyopolitik/sosyokültürel yapılardaki ülkelerin sosyolojik bir getirisi olarak genel anlamda yaşamlarımız bir döngü içerisinde seyretmektedir.

Eğer şanslıysanız, ortalama üzeri bir iş bulabilmişsinizdir ve elde ettiğiniz bu imkan, ara sıra da olsa döngünüzün dışına çıkarak ufak kaçamaklar yapmanızı sağlar. Ancak uzun vadede düşündüğümüzde, fırsat bularak çıktığımız bu kaçamak tatillerimiz de bir noktadan sonra bizim için uzun vadeli yaşam döngümüzün bir parçası haline gelerek rutinleşmeye başlayacaktır. İşte bu gibi bir yaşam, aslında sorgulamayı bizlere giderek unuttururken, belki de her şeyin en temeline kadar inmemiz gerektiği noktalarda hiçbir şeyi sorgulamadan atlamamıza sebebiyet verebilmekte.

Sorgulamak aynı zamanda farklı açılardan bakmamızı sağladığı için de bir süredir takılı kaldığımız sorunlarımıza farklı çözümler getirebilmemizi de mümkün kılmakta. Örneğin kulaklığınızın bir tarafı çalışıyor bir tarafı çalışmıyorken sorunun kablodan ya da senkronizasyon sorunundan kaynaklandığını düşünüyor olabilirsiniz ama belki de aslında sorun, cebinizdeki küçük bir pamuğun kulaklığınızın tek tarafını tıkamış olmasından ibarettir.

René Descartes | Kaynak: Wiki

Şimdi biraz da işin öteki tarafından bakalım, tıpkı eleştirel düşünce ile en temelde önerdiğimiz gibi; sorgulamak, bu sefer de yaşamınızdaki her şeyi sorgulamanıza neden olacak bir gidişata sizi sürükleyebilir. Nitekim, bu hayattaki en büyük soru “Neden?” sorusudur. Ve bu soru, eğer René Descartes gibi bir bireyseniz sizi her şeyin kötü bir şeytanın yanıltması olduğu ve şüphe edilemeyecek tek şeyin kendi düşünebilen varlığımız olduğu yanıtına götürebilir.

“Düşünüyorum, öyleyse varım.” en basit ve temel tabirle sürekli sorgulama üzerine kurulu olan Şüphecilik düşüncesinin modern felsefedeki temsilcisi René Descartes, tüm sorgularının temelinde vardığı sonucu işte bu aforizmayla somutlaştırmıştı. “Cogito, ergo sum.” peki buradan ne anlamamız gerekiyor?

Descartes, sorgulamaya başladığında aslında hiçbir şeyin hatta bedenlerimizin bile varlığı konusunda kesin bir kanıya varamayacağımız kanaatine vardı. Gördüklerimiz bizleri ışığın ya da başka etkenlerin etkisiyle yanıltıyor olabilir, duyduklarımızı beynimiz olduğundan farklı algılıyor olabilir ve hissettiklerimizin hepsi aslında sanal bir yapının parçasından ibaret olabilir.

Örneğin 10 C derece, sizin için soğuk hava olabilirken bana sıcak gelebilir. Nitekim bu yalnızca algısal farklılıklarımızdan kaynaklı değil, dışsal etkenlerle de olanı farklı algılamamız mümkün kılınabilir. Tüm bunların ışığında Descartes, beynimizin algıladıklarına güvenmenin sorun yaratabileceği kaygısına düşmüştü. Peki öyleyse, varlık var mıydı? İşte bu noktada her şeyin şüpheyle karıştığı bu yapı içerisinde şüpheye düşemeyeceği tek bir şeyden bahsedilebilir: Şüpheye düşen kendisi. Eğer kendisi olmasaydı, o zaman düşünebilen ve şüpheye düşen bir varlıktan söz edilebilir miydi? Dolayısıyla, belki bedeni, gördükleri, hissettikleri, evrensel yasalar, matematik gibi sistematikler ve diğer her şeyin varlığına şüpheyle yaklaşılabilirdi ama bu yaklaşım için kendi varlığının kesinliği söz konusu olmalıydı.

-Bir tane daha ister misiniz Bay Descartes? +Düşünmüyorum

Bir başka örnekten yola çıkarak tekrar eleştirel düşünce ile kapılarını sonuna kadar açabileceğimiz şüpheciliğin bizleri getirebileceği noktalara göz atalım; İsa’dan önce 4. yüzyılda yaşamış filozof Gorgias ve ünlü aforizması;

“Hiçbir şey yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de aktarılamaz.”

Tabii, dönemin de felsefi düşünceyi destekleyici etkisiyle, özellikle bilim ve varlık felsefesi üzerine odaklanmış olan Gorgias, Descartes’ın da mensubu bulunduğu şüphecilik akımının en önemli argümanı kabul edilebilecek bu “Üçlü Argüman”ın mucidi ya da kaşifi sayılmaktadır. Böyle söylüyorum çünkü bu gibi bir argümanın varlığını önkabul ettiğimiz takdirde dahi bu düşüncenin mevcut var olan bir sistemin algılanma çabasıyla icat mı edildiğini yoksa sistemin kendi mekanizması olarak daha sonradan keşif mi olunduğunu bilmek güç.

Peki ne demek istiyor Gorgias? Aslında kronolojik olarak tersine bir akış mevcut olsa da, yazımızın kolay anlaşılabilirliği için basit tabirler: Descartes’ın başta söylediğine Gorgias da katılıyor diyebiliriz.

Gözlerinden ışıltılar saçan filozof: Gorgias

Tıpkı Descartes gibi ve tıpkı eleştirel düşüncenin pençesine kapılmış biz “çaresizler” ordusunun bir mensubu, daha doğrusu sancak taşıyıcısı Gorgias, esasında hiçbir şeyin varlığından söz edilemeyeceğini söyler. Dünya’da var olan hiçbir şeyin gerçekliğinden söz edilemez, çünkü hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla hiçbir şeyin bilgisi, anlamı ya da değeri de yoktur.

Öyle ki, bir şeylerin varlığını varsaysak dahi bu sefer de onların bilgisine erişebilmemiz mümkün değildir. Çok basit bir örnekle, benim bu yazı içerisinde “siyah” olarak nitelendirdiğim rengin sizin algınızdaki karşılığı ile benim yansıtmak istediğim tamamen farklı olabilir. Böylesi basit kavramlarda dahi kişiler arasında algı farklılıklarının mevcut olduğu bir durumu dünya genelinde ve oldukça karmaşık yapılarda düşündüğümüz takdirde, neyin “siyah” neyin “siyah olmayan” olduğuna karar vermemizin de mümkün olmadığı aşikardır.

Hatta, velev ki “siyah” kavramının bilgisine eriştik ve artık neyin “siyah” olduğuna ve neyin olmadığına kanaat getirebilir yetkinlikteyiz, böylesi bir durumda da aforizmanın son aşaması olan bilginin aktarılamazlığı konusuna gelmiş oluruz. Ben, bu karmaşık yapının bilgisine vakıf olsam dahi sizin için bahsedeceğim kavramlar, aynı anlam sistematiğinde değerlendirilmemesinden ötürü, sahip olduğum bilgiyi size aktarmam mümkün olmayacaktır. Ki, bu duruma erişmek için dahi iki büyük varsayımda bulunarak ilerlediğimizi de unutmamamız gerekir.

Şüpheciliğin dipsiz ve uçsuz bucaksız okyanusunda varlıkların gerçekliği üzerine kendimizi kaptırarak daha fazla kıyıdan uzaklaşmadan, eleştirel düşünce sonucu varabileceğimiz sorular zincirini Descartes’a ve Gorgias’a bırakalım ve tekrardan sorgulamanın ve eleştirel düşüncenin mevcut yapı içerisinde hayatlarımız için uygulanabilirliği noktasına geri dönelim.

Yaşamlarımız içerisinde, daha önceki Stoacılık temelinde çokça kez bahsettiğimiz üzere, birçok elimizde olan ve olmayan durumla karşılaşıyoruz. Yaşamlarımız devam ettiği sürece de bu durumlar neticesinde birtakım kararlar almamız gerekebiliyor.

The Matrix filminin kültleşen sahnelerinden biri;

Bazen bu kararlar çok basit ve etkisi düşük kararlar olurken, bazıları ise hayatlarımızı oldukça derinden etkileyebilecek öneme sahip kararlar olabiliyor. İşte böyle bir durumda kararlarımızı alırken, elbette başta Stoacılık’ın bizlere sunduğu makuliyetimizi koruma ve mantıklı hareket edebilme yetimizi göz önünde bulundurmanın yanısıra, alacağımız karara da alışageldiğimiz yöntemlerin dışında bakmamız, esasında bizim için çok daha faydalı sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.

Örneğin, çalıştığınız şirkette genel müdürlük ve departman müdürlükleri seçimlere kararlaştırılıyor. Şirket, uygun iki adaya kadar yönetim içi karar aldıktan sonra son seçimi siz çalışanlarına bırakıyor. Böyle bir durumda, oy verirken nasıl bir yöntem izlerdiniz?

Vereceğimiz kararın doğruluğunu bizim için azamileştirebilmek adına eleştirel yaklaşımda bulunmak aslında birçok yöntemden sadece biri. Ancak belki de (en azından şahsi kanaatimce) bu yöntemlerden en önemlisi olabilir. Vereceğimiz kararın oluşturabileceği “en olumsuz” sonuçları göz önünde bulundurmak, kendimizi en kötüsü için hazırlamak anlamında zihinsel bir kolaylık sağlarken aynı zamanda elde edebileceğimiz olumlu sonuçların bizim için yaratacağı olumlu hislerin de kıymetini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

  • Kararınızın temelindeki soruya odaklanın.

Mevcut örneğimiz üzerinden gidersek, seçeceğimiz yeni departman müdürünün ve genel müdürün bizim için yaratacağı sonuçları ve daha önceki kişilerle temelde yaşadığımız olumlu ve olumsuz durumları düşünün. “Neden böyle bir departman müdür seçmeliyim?” sorusuna odaklanmak böyle bir durumda bizim için gerekli ilk adım olacaktır.

  • Bilgi edinin.

Elbette elde edeceğimiz en kötü ihtimali düşünebilmemiz için vereceğimiz karar ve seçenekler hakkında belirli bir düzeyde bilgi sahibi olmamız gerekmekte. A adayı kimdir, daha önce neler yaptı, neden benim departmanımda müdürlük yapmak istiyor, bunu yaparken neleri değiştirebilir ya da neler aynı kalabilir? Ve tabii B adayı, C adayı… Alacağımız kararın yaratacağı sonuçları öngörebilmek ve kendimizi hazırlayabilmek için kararımız ve diğer seçenekler hakkında, en temelde de neyi seçtiğimiz hakkında bilgimiz olması gerekir.

  • Edindiğiniz bilgiyi denetleyin.

Özellikle bilginin ekmekten ve sudan daha kolay erişilebilir hale geldiği günümüzde çok büyük bir bilgi kirliliği de kaçınılmaz olarak bu kolaylığın beraberinde hayatlarımızdaki yerini almış durumda. Günümüzde belki de eriştiğimiz haber niteliğindeki bilgilerin yarısından fazlası manipüle edilmiş ve çok farklı durumları aktarırken, bilgilendirici metin olarak düşündüklerimiz ise tamamen taraflaştırılmış yorumlardan ve karalama kampanyalarından ibaret olabilmekte. Dolayısıyla edindiğiniz bilgiye eleştirel yaklaşım sergileyin. Bilginin doğruluğu ve tutarlılığı sizin için en önemli şey olmalı.

  • Uzun vadeli sonuçları göz önüne getirin.

Bazen verdiğimiz kararlar başta bizim için biçilmiş kaftan gibi görülebilir, “bizler gibi insanlar için başkası düşünülemezdi bile!” diyebiliriz. Ancak içinde bulunduğumuz durumun genel tesiri altında aldığımız kararı değerlendirdiğimizi unutmamak gerekir. Çünkü aldığımız her kararın aslında kısa, orta ve uzun vadeli birçok sonucu mevcuttur. Ve çoğu zaman en kolay erişebileceğimiz soruna odaklandığımuz için gelecekte bizlere yaratabileceği daha büyük sorunları göz ardı edebiliriz. Sürekli günü kurtaracak seçimler yapmak belirli bir noktada günü bir daha kurtaramayacak hale düşmemize sebebiyet verebilir.

  • Kararınıza farklı açıdan yaklaşın.

Her ne kadar kararlarımız bizleri temsil ediyor olsa da, tıpkı edindiğimiz bilginin gerçekliğine eleştirel yaklaşım sergilediğimiz gibi verdiğimiz karara da yaratabileceği olumsuzluklar açısından, farklı bir açıdan bakmamız gerekir. Mevcut örneğimiz üzerinden gidersek, neden siz A adayını seçerken bazı diğer çalışanlar B adayına oy veriyor? Sizin adayınızın öne sürdükleri ve çalışkanlılığı bu kadar aşikar ise neden herkesin oybirliğiyle değil de bir çekişme içerisinde seçimlerde yer alıyor? Ya da herkes oybirliğiyle karar vermiş olsa dahi, neden o kişiden daha iyisi olamasın ki?

Bu gibi sorular, şu an için yalnızca verdiğimiz örnek üzerinden değerlendirilse de farklı kavramsal açılardan da aynı yaklaşımı sergilememiz gerekmektir. Çok basit diğer örnekler üzerinden; Neden Pepsi ya da Coca Cola? Neden McDonalds ya da Burger King? gibi markalar üzerinden de bu sorgulama pratiğini yapabilir ve belirli bir noktadan sonra vereceğimiz tüm kararlarda elde edeceğimiz faydayı maksimize edebilmek adına bu yaklaşımı hayatımızın bir parçası haline getirebiliriz.

Sokrates, kendisine yöneltilen sorulara soruyla karşılık vererek en nihayetinde Atinalı gençleri fazla sorgulamaya ve geleneksel değerlere karşı çıkmaya teşvik ettiği suçlamasıyla yargılanarak ölüm cezasına çarptırılmıştı. Beklediğimden daha uzun ve birçok noktada istediğim yüzeyselliğin dengesinin kaçtığı bu yazımın sonucunda umarım siz okurlarım da bana kızmamışsınızdır…

Okuduğunuz için teşekkürler!

--

--

Fatih Başar Kutlu
Türkçe Yayın

I'm %99. [MSc in IR, UniMi] | — |PS: I’m using my friends Paypal Account for tips. Thanks for you attention and support! ^^ | — |